"LOVE ME BACK"
...Ve Eurovision şarkımız bu akşam (22.02.2012) itibariyle açıklandı. Hepimiz derin bir oh çektik. Zira Can Bonomo'ya "tanınmıyor/az ünlü" diye verip veriştirmenin eski tadı yoktu nicedir; yeni malzeme lazımdı, şükür o da çıktı nihayet.
...Ve Eurovision şarkımız bu akşam (22.02.2012) itibariyle açıklandı. Hepimiz derin bir oh çektik. Zira Can Bonomo'ya "tanınmıyor/az ünlü" diye verip veriştirmenin eski tadı yoktu nicedir; yeni malzeme lazımdı, şükür o da çıktı nihayet.
Bir kere ne Manga'da ne de Yüksek Sadakat'te böylesi bir lansman organizasyonu yapmıştı TRT. Bu seneki yarışma konseptine uygun olarak kırmızı renkte kuşe kartona basılmış davetiyeler, bir "catering" firması marifetiyle yürütülen (hiçbir masraftan kaçınılmamış) izzet-i ikram, içki değil ama çay, meyve suları, kolalı içeceklerle nezih bir kokteyl ortamı Tepebaşı Stüdyosunun fuayesine girer girmez hepimizi şaşırttı zira biz bu yarışmanın emektar emekçileri, orada bulunan bir çoğunun aksine, önceki yıllarda yapılan lanslmanlara da katılmıştık ve beklentimizi hangi seviyede tutmamız gerektiğini iyi biliyorduk.
Ancak daha da şaşırtıcı olanı basının ilgisiydi galiba. Beklenmedik bir basın ordusu vardı. Önceki yıllarda şarkı tanıtımından sonra lalettayn yapılan basın toplantılarının aksine bu defa adeta bir kamera ordusu izledi basın toplantısını. Lansman öncesi kokteylde de bol bol dolaşıp çekim yaptılar ama haliyle ortalıkta onların dişine göre pek ünlü olmadığı için Muazzez Ersoy, İzzet Altınmeşe ve Belkıs Akkale'yle yetinmek zorunda kaldılar.
Evet, yanlış okumadınız. Onlar vardı ünlü olarak. Ha bir de Neco vardı. Eski Eurovision temsilcimiz ve dahi Eurovision Türkiye finallerine en çok katılmış bir kaç isimden biri olmasına karşın Neco, ismini zikrettiklerim kadar ilgi görmedi basından. Ersoy, Altınmeşe ve Akkale ise hemen her kameraya konuştular. Onlara ne soruldu, onlar ne anlattılar bilmiyorum.Orada niye varlardı diye sorarsanız, TRT Müzik kanalına program yapan meşhurların kafadan davetli olduğunu söyleyebilirim.
Bir de meşhur müzik yazarlarımızdan mürekkep bir tayfa vardı. Bir arada oturdular, somurta somurta izlediler ve Babylon'daki Led Zeppelin "tribute" konserine yetişmek için lansman sonrası fazla piyasa yapmadan binayı terk ettiler. Şarkı hakkındaki fikirlerini Twitter'a (belli ki kerhen, çağırıldıkları yere ayıp olmasın diye) yazdıkları birer cümleyle öğrenebildik. Led Zeppelin "tribute" konseri hakkında daha fazla "tweet" yazmış olmalarında şaşılacak bir şey yoktu tabii. Müzik yazarı dediğin ülkenin müzik gündemini değil, şehrin bar gündemini takip ederdi/etmeliydi.
Neyse, uzatmayayım...
Şimdi televizyonda eğlence programını sunan biri kadın, diğeri erkek iki sunucu arasında geçen şöyle bir diyalog hayal edin:
_Evet sevgili seyircilerimiz, şimdi sırada Türk hafif müziği sanatçımız Zerrin Özer var. Zerrin Özer'in bize söyleyeceği şarkıyı istersen sen anons et Derya.
_Söylemem!
_Aaa niye?
_Bunu ben demiyorum, Zerrin Özer diyor. Şarkının adı "Söyleyemem"!
(Gülücükler, gülücükler, bir sempatiklik, hoş bir latife yapmış olmanın huzurlu ifadesi, kameranın gözüne gözüne ağdalı, ıslak bakışlar.)
İçiniz bulandı, bir hoş oldunuz değil mi? Hiç olmayın. Çok değil, bundan onbeş-yirmi yıl önce bu ülke televizyonlarında buna benzer anonslar yapılır, izleyenler de bunlara bayılırdı. Biz artık bayılmıyoruz belki ama hâlâ bu espri anlayışıyla sunuculuk yapanlar TRT ekranlarından bize sırıtmaya devam ediyorlar. Tıpkı bu akşam canlı yayın süresince sunucu Işık Özden'in yaptığı gibi. Yarım saat nasılsa deyip katlandık çaresiz. Belli ki ve haliyle heyecanlı Can Bonomo'ya mütemadiyen ve ısrarla "Heyecanlı mısın?" diye sormalar, çocukcağız "play-back" yapmış olsa dahi şarkı süresince hoplayıp zıplamış ve doğal olarak nefes nefese kalmışken yersiz ve yapay bir sempatiklikle sözümona köşeye sıkıştırmalar filan, dayanılır gibi değildi yoksa.
Sunucumuz şenlik kıyamet. Yok koreografi böyle mi olacakmış da, yok orkestra olsaymış da sahneye çıksaymış. Yahu yarışmanın bin yıllık kurallarından biri sahnede aynı anda altı kişiden fazlasının bulunamayacağını hükme bağlamıştır ve yarışmayla azıcık ilgili herkes bunu bilir. Ama bir sunucunun sunduğu mevzuu hakkında bilgi sahibi olması şart değildir derseniz, o başka.
Can Bonomo'nun en alkışlanası tarafı en gergin zamanlarda, en "göster oğlum amcalara marifetlerini" anlarda bile doğal halini kaybetmemesi. Bu akşam Işık Özden'in karşısında bile olduğu gibi kalmayı başararak salondan büyük alkış aldı nitekim. Onu nasıl tanıdıysak, son iki aydır o röportaj senin bu televizyon programı benim dolanıp durduğu her yerde de, hep aynı şekilde çıktı karşımıza. Ne kıyafetleri değişti, ne kullandığı kelimeler. Bu genç adamdan "kendi gibi olma" dersleri alması gereken çok genç, çok orta yaşlı, hatta çok da yaşlı adam ve kadın var musiki camiamızda.
Gelelim şarkıya... Ben kendi adıma tam Bonomo'dan beklediğim şarkıyı dinledim bu akşam. İngilizce olmasının her zaman avantaj olduğunu savunanlardandım ve bereket şarkı İngilizce çıktı. Şaşırtıcı olmalı, ilk dinleyişte vurmalı, elin Avrupalısına "Bu ne lan?" dedirtmeliydi ki bence bu kriterlerin hepsine yeterince haiz bir eser. Bakın bu bir yarışma ve bu yarışmanın kendi iç dinamikleri var. Buraya katılan şarkıları ne ülkenin ne de Avrupa'nın popüler müzikal skalası içerisinde değerlendirebilirsiniz. Değerlendirirecekseniz de izlemeyin zaten.
Eurovision'un kendi matematiği içerisinde yapılabilecek en iyi işi yapmış Bonomo. Bu yüzden kocaman bir alkışı, tekrar tekrar tebriki hak ediyor. Ama şu dakika "ilk üçe girer" demek ne kadar yanlışsa, "yarı finale kalamaz" demek de o kadar yanlış, hatta saçma. Bir kere henüz katılan tüm ülkelerin şarkıları belli değil. Yani rakiplerimizin yarısından çoğunu tanımıyoruz bile. Artı bu yarışmanın sonucu nihayetinde sahne üzerindeki o üç dakikalık performansa, göz boyamaya bakıyor. Öyle olmasaydı, Hadise gitmeden peşin peşin ilan ettiğimiz gibi, birinci olur gelirdi. Kazın ayağı öyle değil. Henüz yorum yapmak için çok erken, yapanların da bildiği bir şey yoktur (olamaz da zaten) emin olun.
Bir de gecenin ilerleyen saatlerinde Twitter'a düşen başka saçmalıklar var. Mesela hâlâ ve ısrarla şarkının İngilizce olmasına içerleyenler... Afedersiniz de Türkçe olmasının, bizim kendi kendimizi tatmin etmemizden başka kime ne faydası var? Bir şarkı yarışmasında Türkçe şarkı söylemek nasıl bir kültürel tanıtımdır? Mesela siz Slovenya şarkısını Slovakça söylediğinde Slovak kültürünü merak edip, oraya turist olarak gitmek istediniz mi? Ya da Macarca bir şarkı sizde hiç Macaristan'a karşı sempati yarattı mı? Nedir bu dil takıntısı, anlamış değilim.
Bonomo'nun İngilizce telaffuzu bozukmuş! Bu "tweet"e en güzel cevabı ben değil, Elhan verdi: "Lütfen 2010 yılında Almanya'ya birincilik kazandıran Lena'nın İngilizcesini bir dinleyin!"
Biz ayrılırken basının Bonomo'ya yoğun ilgisi devam ediyordu. Lansman sonrası basın masasında hem şarkı hem de Bonomo hakkında hazırlanmış bültenlerin bulunması, tanıtımla eş zamanlı olarak şarkının kareoke versiyonu ile birlikte TTNet Müzik sitesine konulması filan daha önceki yıllarda görmediğimiz inceliklerdi. Keşke davetli listesi de konuyla gerçekten ilgili kişileri kapsayabilseydi. Bu ülkede Eurovision'la yatıp Eurovision'la kalkan, gece gündüz sosyal ağlarda Eurovision konuşan bir dolu insan (deliler ya da değiller mesele o değil) lansmana davetiye alabilmek için kırk takla atarken, İzzet Altınmeşe'nin protokolde oturuyor olması neresinden baksanız ayıp oldu biraz (belki birazdan biraz daha fazla).
Bu arada son yazdığımdan bu yana yarışma şarkısı belli olan ülkeler var. Bundan sonraki günlük sayfasında onlardan bahsedeceğim. Bugünlük bu kadar yeter. Takipte kalın!
Kesinlikle harika bir yazı olmuş, en ince ayrıntısına kadar kendi müthiş bakış açınızla yorumlamışsınız. :)ve dediğiniz gibi gerçekten hiç alakası olmayanlar oradaydı yazık oldu :/
YanıtlaSilharika yazmişsınız gene :)
YanıtlaSil