1975 yılı Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye elemeleri,
henüz aranjman hakimiyetinde ilerleyen Türkçe pop müziğe birçok yeni beste
kazandırmasının yanı sıra yolun çok başındaki birçok şarkıcıyı da ülke çapında
popüler kıldı. Onları yıllar boyu pop müziğin yıldızları olarak dinledik,
alkışladık. Büyük çoğunluğu plak olarak basılan şarkılar hem o plaklar hem de
kimi Yeşilçam filmleriyle uzun yıllar akıllarda kaldı. Bazıları ise yıllar
sonra yeniden söylenerek tekrar tekrar gündeme geldi.
Eurovision Şarkı Yarışması’nın yıllar boyunca hiç değişmeyecek
kurallarından biri de şarkı uzunluklarının üç dakikayı aşmaması idi. Yani aslında
her şey… Onca hazırlık, çaba, emek, telaş, gürültü patırtı, heyecan, yürek
çarpıntısı sadece o üç dakika içindi. Eurovision sahnesinde görüneceğimiz o üç
dakika… O sahnede boy gösterdiğimiz ilk şarkının adının “Seninle Bir Dakika” olması
belki de kaderin bir cilvesi idi. Zira bu meşum yarışmayla aramızda yıllar boyu
sürecek sevgi-nefret ilişkisinin adı da olsa olsa “Seninle Üç Dakika”
olabilirdi.
İsveç'te yarışmanın yapıldığı Stockholmsmassan adlı salon.
22 Mart 1975 gecesi İsveç’te Türkiye on üçüncü sırada
yarışıyordu. Şarkımızdan hemen önce ekrana getirilen ve “postcard” tabir edilen
kısa tanıtım filminde Semiha Yankı, elinde bir resim fırçasıyla bir tuval
üzerine kendi portresini ve Türk bayrağını çizerken görüntülenmişti. İsveç
televizyonu o gece ekrana gelecek bütün “postcard”lar için böyle bir kompozisyon
oluşturmuştu. Her ülkenin yarışmacısı kendi resmini ve ülkesinin bayrağını, boş
bir tuvale, acemice de olsa resmediyordu.
Semiha Yankı, basma görünümlü elbisesi, kumral saçları,
masum ve çocuksu ifadesiyle sahnede belirdiğinde, heyecandan kalbimiz duracak
gibiydi. Timur Selçuk, orkestraya ilk işareti verdi ve “Seninle Bir Dakika”,
yarışmanın yapıldığı salonda yankılanmaya başladı.
Şarkı bittiğinde Türkiye’de hemen her evden alkışlar
yükseldi. Türk halkı, böylesi önemli uluslararası bir organizasyonda
Türkiye’nin adını görmek, şarkısını duymaktan son derece memnun, şarkının
başarılı yorumundan aldığı cesaretle, gelecek puanlardan da son derece
ümitliydi. Diğer şarkılara da bakılırsa, ilk on içerisinde yer almamız işten
bile değildi. Çok heyecanlı ve bir o kadar da iyimser ve iyi niyetliydik.
Yarışma şarkılarının ardı ardına ekrana gelmesinden sonra,
sırada “interval act” denilen bölüm vardı. Ülke jürilerinin puanlamalarını
toplayıp, bildirmeye hazır hale getirmesine kadar geçecek bu sürede orkestra
tarafından çalınan İsveç şarkıları eşliğinde İsveçli ressam John Bauer’in
tabloları getirildi ekrana. Ardından puanlama başladı.
Puanlama esnasında anonslarını İngilizce ve Fransızca
yapmakta olan sunucu Karin Falck’ın Fransızca’ya yeteri kadar hâkim
olamamasından kaynaklanan sıkıntı ortaya çıkacak ve İngiltere’nin oylama
sonuçlarını alırken gayri ihtiyari sarf ettiği “How much is seven in French?
(Fransızcada yedi kaçtır ?)” cümlesi, canlı yayın falsolarından biri olarak
Eurovision tarihine geçecekti.
Yarışmanın sunucusu Karin Falck
İlk Hezimet
Türkiye’de ekran başında yediden yetmişe hep beraber
hissettiğimiz coşkulu iyimserlik ise çok geçmeden hayal kırıklığına
dönüşecekti. On dördüncü sırada yarışan Monaco’ya gelene kadar Türk şarkısı bir
tek puan bile alamazken, Monaco’nun verdiği 3 puanın da gerisi gelmedi. Üstelik
aldığımız o 3 puan, teknik bir sorundan dolayı puan tablosuna da uzun süre
yansımayarak, sunucunun, Malta jürisinin oylarını açıklayan spikerin ve
salondakilerin gülmelerine neden olacak ve ekran başında zaten kahrolmuş Türk
halkını daha da fazla üzecekti.
Türk jürisinin verdiği oylar da salonda gülüşmelere yol
açmış, başından beri militarist bulunduğu için eleştirilere sebep olmuş
Portekiz’in şarkısına Türkiye’den 12 puan çıkması, neredeyse alay konusu edilerek,
alkışlanmıştı.
Gecenin sonuna gelindiğinde dünya başımıza yıkılmıştı sanki.
Dehşet içerisinde ekrana bakakalmıştık. Büyük ümitler, hevesler ve amatör bir
heyecanla katıldığımız ilk Eurovision Şarkı Yarışmasında sonuncu olmuştuk.
Yaşanan, kelimenin tam anlamıyla bir hezimetti.
Yarışmayı oldukça neşeli ve eğlenceli şarkısı “Ding-A-Dong”la Hollandalı topluluk Teach-In kazanmıştı. İngilizlerin tanınmış ve hatta
ünü artık biraz da eskimiş toplulukları The Shadows, “Let Me Be The One” adlı
şarkısıyla oldukça çekişmeli geçen puanlama sonucu ancak ikinci olabilmiş,
üçüncülüğü ise Wess & Dori Ghezzi ikilisi tarafından seslendirilen “Era”
adlı şarkıyla İtalya almıştı.
23 Mart günü Semiha Yankı, Erkan Özerman’la beraber tekrar
Paris’e geçecek, gitmeden önce de İsveç’te şu açıklamayı yapacaktı: “Ben ilk on arasına girmeyi düşünmüyordum
ama sonuncu olacağım da aklıma gelmemişti. Bizim yerimiz bu olmamalıydı, ama
beni sonuncu yapanları utandıracağım.”
Yarışmanın sonucu ülkede uzunca bir süre konuşulacaktı.
Yaşanan hezimete, Semiha Yankı’nın meşhur elbisesinden saç modeline, şarkının
çok ağır oluşundan, şarkıcımızın sahnede tek başına oluşuna dek her şeyden pay
biçiliyordu.
Ancak herkesin hemfikir olduğu asıl konu, oylamanın politik olması
idi. Kıbrıs Barış Harekâtının hemen ertesinde gerçekleşen bu yarışmada Avrupa
ülkelerinden puan beklemekle çok iyi niyetli davranmıştık. Avrupa, bizi hiçbir
zaman kendisinden kabul etmemişti ki zaten. Ağzımızla kuş tutsak onların bize
puan vermesinin imkânı yoktu.
Nitekim 29 Mart 1975 tarihli Ses dergisinde yarışma ile
ilgili yayımlanan yorum, bu düşüncelerimize tercüman olur gibiydi:
“Başlangıçta iyi
niyetli yorumlarla, Semiha Yankı’nın derece alacağından umutlanmış, yaşının
küçüklüğünü, şarkısının diğer birçok besteden daha tutarlı oluşunu lehimize
saymıştık. Ama ışıklı tablodaki oy verme işlemi başladığı zaman, eloğlunun ne
yaşa, ne başa bakmadığını gördük. Hem de hayli acı bir şekilde. Doğrusu
gönlümüz ve aklımız, sanatsal yanı ağır basması gereken uluslararası bir
yarışmada haçlı zihniyetinin sürdürüleceğini, Avrupalının klasik Türk
düşmanlığını ta buralara vardıracağını düşünmek istemiyor. Ama görünen o ki,
çeşitli ülkelerin temsilcileri gizli bir anlaşma yapmış gibi, oylarını
yakınımızdan bile zorlukla geçirdiler.”
Semiha Yakı ve Teach-In grubunun solisti.
Bu masum ve alıngan, biraz kırgın, içerlemiş ama en çok da
kızgın halimizin haklı bir yanı da yok değildi. Gerçekten de bazı ülkelerin
politik, sosyal ve kültürel anlamdaki yakınlıkları, açık ve net biçimde
puanlamalarına yansımıştı; aslında başından beri de hep yansımaktaydı.
Her
ülkede oluşturulmuş halk jürilerinin sıradan insanlardan meydana geldiği
düşünülürse, bu tavrın belki bilinçli ve hesaplı değil ama duygusal olduğunu
söyleyebilmek de mümkündü tabii. Nitekim yarışmanın tüm tarihi boyunca hiç
değişmeyecek bazı yazılmamış kaideleri olduğunun farkına sonradan varacaktık.
Bununla beraber kimi kez çok şaşıracağımız sürprizler de olurdu puanlamalarda.
Ancak biz henüz bu konularda tecrübeli ve bilinçli değildik. Bundandır ki, daha
ilk kez katıldığımız bir yarışmada sonuncu olmayı kolay kolay gururumuza
yediremeyecektik.
İngiltere’de yayımlanan önemli müzik dergilerinden Melody
Maker’ın, 29 Mayıs 1975 tarihli sayısında Semiha Yankı ve şarkısı için şu
ifadeler kullanılıyordu:
“Salondan gelen
alkışlara bakacak olursak Türkiye’nin üçüncü olması gerekirdi. Haksızlığa
uğrayan yalnızca Türkiye oldu. Evrensel bir antipati ile bağdaştırabileceğim bu
tutum, evrensel müzik için bir yüzkarasıdır. Türkiye’nin Kıbrıs olaylarında
Avrupa’da uyandırdığı antipatiden dolayı, son derece güzel, son derece duygusal
olan “Seninle Bir Dakika” ancak 3 puanla sonuncu olabildi.”
Çok kırılmış, çok üzülmüştük. O günlerde insan ilişkilerimiz
de böyleydi. Çok sevdiğimiz, çok önemsediğimiz, ulaşılmaz gördüğümüz, ulaşmaya
çabaladığımız biri, çoğu zaman o farkında bile değilken, bizim onun hoşuna
gitsin diye yaptığımız şeyleri umursamaz, görmezse fena halde kırılabilir,
üzülebilir, hatta küsebilirdik. Nitekim milletçe de öyle yaptık. Avrupa’ya ve
Eurovision Şarkı Yarışması’na bir süreliğine küstük.
15 Ocak 1958’de İstanbul’da doğan Semiha Yankı’nın 17 yıllık
kısacık yaşamı bir Külkedisi masalı gibiydi. Ailesi sirklerde akrobat olarak
çalışırken ağabeyi kaza sonucu ölünce, para kazanıp ailesine gelir getirebilmek
için gazino ve gece kulüplerinde şarkı söylemeye başlamıştı.
Yarışmaya katılan şarkıların ilk dördü, 17 Aralık 1974 gecesi ekrana getirilmişti. Ankara’da Orkut Stüdyosu’nda gerçekleştirilen
çekimlerde solistler şarkılarını orkestra eşliğinde canlı olarak seslendirmiş,
bu kayıtlar banttan yayınlanmıştı. Bu ilk program Uğur Akdora, Attila Atasoy,
Yeşim ve Esin Afşar’ın şarkıları ekrana geldi.
Evet, ihtisas jürisi kadar halk oyları da eşit oranda etkili
olacaktı. Bunun için bulunan yöntem, proje henüz bir öneri halindeyken
belirlenmişti. Televizyon yayınlarının seyredilebildiği şehir ve bölgelerde
evlere PTT yoluyla posta çekleri dağıtılacaktı. Her eve dörder adet dağıtılacak
bu çeklere, herkes televizyonda izlediği finalistler arasından birinciliğe
layık gördüğü finalistin adını yazacak ve en yakın postaneden 2,5 TL
karşılığında TRT’ye gönderecekti (bu rakam o günlerde bir ekmek parasına denk geliyordu.)
Bu yolla toplanan para TRT’ye gelir kaydedilecek, böylece yarışmaya bir
resmiyet kazandırılmış olacaktı.
6 Nisan 1974 gecesi Eurovision Şarkı Yarışması’nı televizyondan
naklen izlemiş ve ekran başında gördüğümüz organizasyonun büyüklüğü ve
kusursuzluğu nedeniyle bir kez daha çok heyecanlanmıştık. O gece “Waterloo”
adlı şarkısıyla İsveç’i temsil eden ABBA grubu birinci olmuştu.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.