Eurovision 2012 Günlüğü 13

FİNALDEYİZ AY BALAM!


Ve finale sadece bir gün kaldı. Dün gecenin heyecanı anlatmakla bitmez. Zaten televizyonda izlediyseniz, sizde ister istemez bu heyecana ortak olmuşsunuzdur. Ancak bizim için heyecan biraz daha fazlaydı. 25.000 kişilik salonun hep birden “Türkiye Türkiye” diye tezahürat yapmasının yarattığı coşku bir yana, geçen seneki acı tecrübemiz de aklımızın bir köşesindeydi. Son zarfa kadar heyecanla bekleyip, sonra ellerimizin boş kalmasının neasıl bir şey olduğunu biliyorduk. Bir üstüne hiç beklemediğimiz bazı ülkeler finale kalınca, ister istemez “Acaba?” diye düşünmeden edemedik. Neyse ki korktuğumuz olmadı. Can Bonomo finalde!




Dün öğleden sonra basın merkezine geldiğimizde burası bir hayli hareketliydi. Bu hareketlilik bütün gün ve hatta gece boyu devam etti. Her ülkeden televizyoncuların kameraları sürekli çalıştı. Türkiye’den TRT birkaç farklı kanalından canlı yayın yaptı. Azerbaycan televizyonları ana haber bültenlerinde basın merkezine canlı yayınla bağlandılar.

Azerbaycanlı ve Türk destekçilerin iki ülkenin bayraklarıyla birlikte “Azerbaycan – Türkiye” tezahüratları atarak basın merkezini çınlatmaları görülmeye değerdi. Bir de üzerine gece salonda yaşananlar eklenince, sanırım diğer ülkelerden gelenler bize ciddi ciddi sinir oldular. Çünkü laf aramızda kalsın ama Azerbaycan’da her yerde Türkler kayırılıyor. Mesela dün sabaha karşı Euro Club’a gittiğimizde kafede yiyecek bir şey kalmamıştı. Biz de çok açtık. Garson bizim Türk olduğumuzu görünce ne yaptı etti, tabaklar dolusu yiyecek bulup getirdi. Çevremizdeki masaların şaşkın bakışları arasında bir Türklüğümüzün sefasını sürdük.


Gece Bonomo’nun şovu gayet iyiydi. Hayatında ilk kez 25.000 kişi önünde şarkı söyleyen birinin bir parça heyecanlı olması çok doğaldı elbette. Bugün bu konuda Twitter’da yazılanları görünce bir anlam veremedim. Bu bir şarkı yarışması evet. Ama daha ziyade bir televizyon şovu. Son televizyon teknolojilerinin, ses ve ışık sistemlerinin gövde gösterisi. Dünya üzerinde milyonlarca insanın aynı adnda canlı yayınla izlediği başka bir müzik organizayonu daha yok. Bu yarışmanın dünyada bir benzeri de yok. Olaya böyle bakmak lazım.

Bu yarışmanın kendi ritüelleri, dinamikleri, adet, gelenek ve görenekleri var. Ne şarkı, ne şarkıcı ne de şov tek başına anlam taşıyor. Hepsinin bütününde, üç dakika içerisinde, Azerbaycan’dan izlanda’ya dek uzanan bir coğrafya üzerindeki farklı kültürlerde, farklı müzik anlayışlarında insanlara kendini, şarkısını, dansını, şovunu sevdirebilen kazanıyor. Bakın, Sertab’ı birinci yapan performansı bir kez daha izleyin. Sahiden kusursuz mu?.. Ya da kusursuzluk bir kriter mi, siz karar verin.

Bir de şu Eurovision’u toptan karalama, küçümseme meselesi var. Hayatında bir kez olsun bu organizasyonu başından sonuna takip etmemiş, yerinde gelip görmemiş, sadece yılda bir kez televizyon karşısına geçip ahkam kesmişler için bol keseden atmak kolay olsa gerek. Burada taş gibi şarkıcılar, taş gibi dançılar, ağzımız açık izlediğim şovlar var. Bazı şarkılar elbette bizim müzik kulağımıza ve algımıza bir dinleyişte hitap etmeyebilir. Kimini severiz, kimini sevmeyiz ama hiç de sanıldığı gibi basit, demode ve ucuz değil burada olan biten. 

Bunu dün geceki basın toplantısında bir kez daha hissettim. Avrupa’nın her köşesinden gelmiş yüzlerce basın mensubu, Eurovision meraklısı, şarkıcılar, prodüktörler, delegasyon üyeleri… Hepsinin bu çatı altında ortak şeylere gülüp, benzer duygularla heyecanlanması, eğlenmesi ve herkesin bu işi bir yandan da ciddiye alıyor olması… “Ben bu yarışmayı önemsemiyorum, “ diyeni anlarım ama “Bu yarışma önemsizdir,” diyenlere neremle güleceğimi şaşırıyorum, kusura bakmayın.


Dün gece finale kalacağımızı bilerek girdik salona. Yine de insan heyecan duyuyor. Bizde duyduk haliyle. Bu sene işin “fan” tarafı biraz zayıf kaldı Geçen sene Almanya’da o her ülkeden gelen, her biri farklı kostümler ve bayraklarla ortalığı şenlendiren Eurovision meraklıları sayıca kıyaslanmayacak kadar az. Var olanlar da daha temkinli sanki. Öyle taşkınlıklar, coşku gösterileri pek yok. Buna karşın salondaki seyirci çok coşkuluydu.

Özellikle canlı yayın başlamadan önce burada çok sevilen televizyon sunucusu (“aparıcı” deniyor Azerice) ve şovmen Murad Dadaşov seyirciyi coşturmak konusunda epeyce başarılı oldu. Bunun aylardır hazırlandıkları büyük bir temaşa, bir şov, bugünün bir bayram olduğunu söyledikçe salon alkışlarla inledi. Azerbaycanlılar bu yarışmayı sahiden çok önemsiyorlar ve bu uğurda hiçbir masraftan kaçınmadıkları gibi, şehri yarışmaya hazır hale getirmek, konukları en iyi şekilde ağırlamak için adeta seferberlik ilan etmişler. İlk günler karşılaştığımız aksilikler yüzünden fazla ayırdına varamadığımız bu gerçeği giderek fazla hissetmeye başladık.


Yarı finalde ülkeler sırayla sahne aldılar. Sonra on dakika boyunca oylama hatları açıldı. Ardından da oyların toplanması için gerekli olan sürede “interval act” denilen gösteri sahnelendi. Birinci yarı finalde bizim Kafkas oyunlarına çok benzeyen, modernize edilmiş bir folklor gösterisi izlemiştik. Bu defa Eurovision’da son beş yıldır birinci olan şarkıcılar, şarkılarını yarım yarım, Azerbaycan’ın otantik enstrümanlarının da eşliğiyle seslendirdiler. Rusya’dan Dima Bilan, Sırbistan’dan Maria Şerifoviç, Norveç’ten Alexander Rybak, Almanya’dan Lena ve Azerbaycan’dan Nigar & Eldar ikilisi sırayla sahneye geldi, sonunda da birlikte Abba’dan Eurovision’un sembolü haline gelmiş şarkılardan biri olan “Waterloo”yu söylediler.

Sanırım bu tarz bir gösteri bugüne dek ilk kez yapıldı ya da ben ilk kez şahit oldum. Açıkçası bu yarışmanın meraklılarını mutlu etmek için bundan daha akıllıca bir şey düşünülemezdi. Şahsen ben çok eğlendim. Tabii biraz sonra başlayacak olan zarf açma seremonisi olmasa, daha da çok eğlenebilirdim.


Finale kalan on ülke, oy oranları göz önüne alınmaksızın, tamamen rasgele bir şekilde açılan on zarftan çıkıyor ve ilan ediliyor. Geçen sene benzer bir heyecanı yaşamış ve son dakikaya kadar zarflardan birinden çıkmayı umut etmiş ve fena halde hayal kırıklığı yaşamıştık ki aslında umudumuz da zayıftı. Bu sene ise neredeyse emin olduğumuz halde karnımıza ağrılar girdi. Bir de Türkiye’yi sona bırakmazlar mı?.. 

“Bırakmazlar mı,” dedim çünkü çok belli ki bunu planlamışlardı. Salondaki heyecanı arttırmak, tansiyonu yükseltmek ve haliyle sonunda da coşkuyu patlatmak için Türkiye’nin özellikle sona bırakıldığı çok belliydi. Nitekim gece konuştuğum Bülent Özveren de aynı fikirdeydi. “Aynı şey Türkiye’de olsa, ben de prodüktör olsam, ben de aynı şeyi yapardım,” dedi. Gerçi çok ter döktük, kalp çarpıntısı yaşadık ama salondaki o tezahüratlarını duyduk ya, buna değerdi.


Zaten sadece zarf seremonisinde değil, Can’ın sahneye geliş ve gidişinde ve tabii ki perfomansı esnasında salondaki alkış kıyamet görülmeye değerdi. Gözlerimiz doldu, neredeyse kazanmış kadar mutlu olduk.

Gazeteye haberi yetiştirmek için sadece on dakikam kalmıştı yarı final sona erdiğinde. O kalabalığın içinden depar atarak basın merkezine gelmek zorunda kaldığımdan, çıkıştaki tebrikleri kabul edemedim. Yoksa üzerimdeki Türk bayraklı tişört nedeniyle çeşitli kutlama ve sevinç gösterilerine maruz kalmam yüksek ihtimaldi. Hayatında hiç milli maç bile seyretmemiş, Nükhet Duru’dan başka hiçbir şey için fanatik olmamış birinin Türk bayraklı tişört giymesinden anlayın artık buradaki milli duyguları coşturucu atmosferi ve içine düştüğümüz ulvi hissiyatı.


Canlı yayın bittikten bir süre sonra finale kalanların basın toplantısı yapıldı. On finalist ülkenin temsilcisi hem basının sorularını yanıtladılar, hem de finalde kaçıncı sırada yarışacaklarını belirleyen kura çekimini yaptılar. Türkiye son zarftan çıktığı için, kurada da sondaydı. Yani sona kalan numaraya razı olacaktık ve Can kura çekmeyecekti. Ama enteresan bir şey oldu. Can’dan hemen önce kura çekecek olan Malta’nın temsilcisi Kurt Calleja, kendi kurasını Can’ın çekmesini istedi.


Daha önce bahsetmiştim; Kurt ve Can iki iyi arkadaş. Kurt böyle bir muziplik yaptı, Can da zarfı çekti. İki zarf vardı. Birinde 21, diğerinde 18 vardı ve Can 21’i çekti. Böylece Malta 21, Türkiye 18. Sıraya yerleşti. 18’in şöyle bir durumu var ki, en büyük favori olan İsveç de 17. Sırada yarışacak. Favoriden sonra çıkmanın genellikle dezavantaj olarak görülür. Ben çok önemli olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Her şarkıda sahnenin görseli kadar değişiyor ki, adeta her şarkının ayrı bir dünyası, bir atmosferi  var. Kimsenin öncesinde veya sonrasında olmak zarar ya da yarar getirmez bence.


Bu arada dün geceki basın toplantısı sonrası Eurovision’un resmi kulübü OGAE Türkiye’den Osman Kural’ın Can Bonomo’yla yaptığı röportajı da sizinle paylaşmak isterim. Bu röportaj Can’ın bir taraftan nasıl rahatlamış, bir taraftan da nasıl yorgun olduğunu gözler önüne seriyor. Neyse ki sanıldığının aksine Bonomo Team çok profesyonel ve Can Bonomo markasını gayet güzel yönettikleri gibi, insan olarak da onun sadece yarışmaya odaklanması, yan etkilerden arınması, işini en iyi şekilde yapabilmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Burada her gün yüzyüze olduğumuz, sık sık oturup sohbet ettiğimiz için yazıyorum bunları. Görünen köy kılavuz istemiyor.

Dünkü tahminlerimde yine onda iki yanılma oldu. Hiç ihtimal vermediğim bayıntı şarkılar kontenjanından Bosna-Hersek ve kararsız kaldığım Estonya finale kalarak beni şaşırttılar. Buna karşın Belarus’u bekliyordum, elendiler. Hollanda’nın temsilcisi Türk kızı Ayten de finale kalamayarak herkes gibi beni de şaşırttı. Burada ona ilgi çoktu. Dün gece ortalarda dolaşan, aynı onun gibi kafasına tüy takmış Hollandalıların yarattığı coşku da bizi etkilemişti. Hatta biz Azerbaycan televizyonunun yayını için kalabalık bir grup halinde beklerken aramıza dalan bir Hollandalı tek tek herkesin akreditasyon kartlarına Ayten’in çıkartmalarını yapıştırırken “Onun babası da Türk,” diyerek Türk diasporasından pay alma niyetlerini açığa vurmuştu ama olmadı.

Şu an basın merkezindeyiz. Akşamüzeri final gecesinin kostümsüz provası yapıldı. Kostümlü jüri provası ise buranın saati ile tam gece yarısı başlayacak ve onu salondan izleyeceğiz. Jüri provası dedim zira jüriler oylarını bir gece önce yapılan kostümlü provaları izleyerek veriyorlar. Yani jüri oyları bir gün önceden belli oluyor ama tabii asla açıklanmıyor. Yarışma sonuçlanana kadar da açıklanmayacak.

Yarın geceki final hakkındaki tahmin ve yorumlarımı bu geceki provayı izledikten sonra yazacağım. Şimdilik bu kadar. Takipte kalın!

25 MAYIS 2012

Yavuz Hakan Tok

1 yorum:

  1. Hakan Bey, Belarus'a ben de çok şaşırdım. Bosna-Hersek'i ben de hiç beklemiyordum. Estonya'nın şarkısını zamanla dinledikçe seveceğenize inanıyorum. Şaşırdığım, neden bu yıl daha az fan geldi ve olanlar da neden temkinli davranıyor; bunu biraz daha açıklar mısınız, lütfen?! Hollanda'yı zayıf buldum; genelde de öyleler zaten! Portekiz'e 1 oy gönderdim ama makus talihini yenemeyeceği belliydi! İlk yarı finalde Arnavut şarkıcının performansı olağanüstüydü; ekran başından bile o duygu hissedildi; şarkısını sevmedim ama bu akşam çok şanslı görüyorum bu performansla! TRT ne yazık ki interval act'i yayınlamıyor; geçen yılların birincilerini kaçırdık; Azeri gösterisinin sonu yayınlandı; artık official dvd'de izleriz.

    YanıtlaSil