Ajda Kızın Alaturkayla İmtihanı

AJDA PEKKAN & MUAZZEZ ABACI HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ 17 TEMMUZ 2014


Sahnede bebek pembesi, uçuş uçuş kostümüyle on sekizinden yeni gün almış (belki de almamış), acemi, ürkek, çekingen bir genç kız var. Adı Ajda. Yanında, ona nasıl alaturka okunacağını oracıkta, o an öğreten ablası Muazzez duruyor. Durup durup yanağından makas alıyor, çenesini eliyle tutup, okşuyor, ara ara belinden kavrayıp ona destek oluyor. Herkes Ajda için orada; hepimiz. Açık Hava’yı dolduran binlerce seyirci, otuz kişilik orkestra, sesçiler, ışıkçılar, tüm çalışanlar ve Muazzez ablası… O gencecik ve tecrübesiz kızın bu ilk konserinde kendini iyi hissetmesi için hepimiz elimizden geleni yapıyoruz. Bir konserden çok, bir “kostümlü prova” izler gibiyiz aslında.





Muazzez ablası her bir şarkının her kuplesinde “hadi bakalım, şimdi sen söyle” der gibi bir işaret yapıyor, topu Ajda’ya atıyor. Ama Ajdacık o kadar saygılı ki, o da aynı hareketi Muazzez ablasına yapıyor. Konser neredeyse başından sonuna dek bu “önce siz buyurun” işaretiyle geçiyor.

O kadar da kırılgan ki Ajda… Kulaklığı kulağından düşüyor bir ara. Tutup yerine takamıyor mesela. Hemen sahne arkasına doğru oyuncağı kırılmış küçük kız çocuğu bakışı atıyor. Görevlilerden biri koşarak geliyor; kulaklığı Ajda’nın kulağına yerleştiriyor. Saçını zarifçe düzeltiyor kulaklığı takılırken.


Sahneye neden geç çıktığını açıklarken “ayakkabılarımı evde unutmuşlar,” deyiveriyor dudaklarını bükerek. Dokunsan ağlayacak. Binlerce seyircinin her biri pişman oluyor geciken konser saatini alkışlarla protesto ettiğine. Kimse Ajda’yı sahnede pembe ayakkabıları olmadan düşünemiyor.

Nüfus kağıtlarına bakacak olursak, Muazzez ablası Ajda’dan iki yaş küçükmüş, kim inanır? Ajda vakti zamanında gazinolarda assolistlik yapıp alaturka da okumuş, hatta yakın zamanlarda konserlerinde de alaturka şarkılar seslendirirmiş, ne belli? İşte bu gece ilk defa alaturka okuyor. Çok heyecanlı bu yüzden… “50 İlk Öpücük” çünkü onun hayatı. Her sabah uyandığında yeniden başlıyor yaşamaya. Her şeyi sıfırlıyor.


Mesela “Çile Bülbülüm” şarkısının bir yerinde seyirciler “Allah” dedikten sonra, onlara doğru dönüp “aaa olmadı, daha kuvvetli, hadi bir daha,” demeyi bile bilmiyor. Hiç duymamış bunu daha önce. Muazzez ablası araya girecek gibi oluyor, o ısrarla devam ediyor şarkıya. “Çile Bülbülüm” “Çile Bülbülüm” oldu olalı ilk kez “aaa olmadı, daha kuvvetli, hadi bir daha”sız söyleniyor. Bir ağızdan haykırmaya hazır olduğumuz “Allah” nidası boğazımızda kalıyor. Onun yerine bize Ajda’nın uzun, çok uzun, upuzun “çileeeee”sini alkışlamak düşüyor. Dedim ya, hepimiz onun için oradayız, ne çare.


Kemanlar gürül gürül, orkestra şefi Taşkın Sabah büyük bir coşkuyla yönetiyor sazları. Vokalistler başından sonuna dek hiç susmuyor; adeta bir fasıl heyeti dinliyoruz konser boyunca. Zaten vokalistler sussa bile solist mikrofonlarının “reverb” efektleri o kadar açık ki, küçük Ajda’nın da, Muazzez ablasının da sesleri gaipten geliyormuş gibi yankılanıyor tiyatronun duvarlarında. Konuştukları zaman efektler kapatılıyor neyse ki. Ajda “Ben ilk başladığımda şarkılar mıy mıydı, ben de öyle söylüyordum. Alaturkayla hiç ilgilenmiyordum. Ama öyle derin, öyle durağan bir müzik ki. Yoruma dayalı olduğu için… Sizler gibi büyük sanatkârlar… Hakikaten çok önemlisiniz. Lâyık olabildiysem…” minvalinde bir şeyler söylüyor.

Bu hareketi en yukarıdaki kostümle düşünün.
Bir elini, başparmağı dışarıda kalacak şekilde pembe pantolonunun cebine sokuyor bu esnada. Sıradan bir elini cebine sokma değil bu. Biz ölümlü fanilerin yapabileceği bir şey de değil. Çok artistik, çok “poser”, çok başka türlü bir görsel şölen… Zaten bizim için konser, sahnedeki başka bir şeye odaklanamadan geçip gidiyor. Ajda herkesten, her şeyden rol çalıyor. Bir gülüyor, bir hüzünleniyor, bir mutlu oluyor, bir kendinden geçiyor… Her an ama her an değişiyor ruh hali. Kanlı canlı bir porselen bebek… Hayır hayır, porselen bile değil; sırça bir bebek. Pamuklara sarılası, kırmızı kadife kaplı, fildişi oymalı kutularda korunup saklanası bir sırça bebek. Onunla birlikte biz de gülüyor, hüzünleniyor,  mutlu oluyor, kendimizden geçiyoruz. Ama o fark etmiyor bunu. Kim bilir belki de bizim varlığımızın bile farkında değil. Biz onun için, onu izleyen binlerce gözden ibaretiz sadece. İzlenilmeyi seviyor. Ona bakan gözleri seviyor. Ona baktıkları için seviyor.


Bunu yıllar sonra ilk kez açıklıyorum. Ajda’yla handiyse bir on sene evvel bir yakınlaşmamız olmuştu. Hayır, tabii ki duygusal anlamda değil; ‘olası ama olamayan bir iş ilişkisinin başlangıç evresi’ diyelim sadece. O aralar kendisi için şarkı yazacak birilerini arıyordu ve her nasılsa dönüp dolaşıp bana kadar dayanmıştı bu arayışın ucu. Hiç unutmam, tatilde ve dahi havuz başındaydım. Cep telefonum çaldı. Bilinmeyen bir numaraydı. Açtım. O çok tanıdık ses, “Hakan Bey? Merhaba, ben Ajda Pekkan,” dedi bana. O yaz güneşinin altında nasıl titredim bir ben bilirim. Ben ki bu anı nasıl arzu etmiş isem vakti zamanında, ‘90’ların meşhur 900’lü hatlarından birinde Ajda’nın “Merhaba, Ben Ajda Pekkan,” diyen sesini kaydetmiş, arkasına “Merhaba, nasılsın Ajdacığım?” diyen kendi sesimi montajlamışım. Evrene göndermişim yani. Ben heyecanlanmasaydım da, kim heyecanlansaydı?

Neyse… İşte o sıra ben Ajda’ya birkaç şarkı yazmıştım. Birisi şöyle bir şeydi:

“Evet, ben aynı ben
 İçimde bitmeyen yolculuk
 Hâlâ büyümeyen o küçük çocuk
 Şarkılar ve aşklar…
 Aynı sahne, aynı perde, aynı alkışlar…”


Böyle de içselleştirmişim Ajda’nın halet-i rûhiyesini demek. Konserde iki buçuk saat boyunca üzerimize yağdırdıkları alaturka yağmurunda sırılsıklam olmuşken, konser çıkışı bir yandan Açık Hava’nın merdivenlerini tırmanıp bir yandan bu şarkıyı mırıldanmam boşuna değildi. Arkama dönüp dönüp sahneye bakıyordum bir taraftan da. Ajda oradaydı sanki hâlâ.

Aha işte orada… Soyadıyla müsemma sinema oyuncusu Necdet Tosun’un ölümünün ardından düzenlenen özel gecede Fransız aksanıyla “Hoş Gör Sen”i söylüyor.


Aha işte orada… Artık sadece pahalı ve lüks içkili gazinolarda değil, halkın gelebileceği konserlerde de şarkı söylemeye karar verdiğini basına açıklayalı daha bir ay bile olmamış. Brasil Tropicana ekibinin dansçıları Latin rüzgârları estirirken, o da dışa dışa fönlü kumral saçlarıyla salınıyor sahnede.  


Aha işte orada… Yonca Evcimik’li, Çiğdem Tunç’lu dansçı kadrosu kabare kostümleriyle sandalye dansı yaparken o, “punk” saçları, etekleri Taş Devri çizgi filmindeki Wilma modeli sarı tuvaletiyle “Düşünme Hiç”i söylüyor; “aaaayyyyep akıllı geçindik,” diyor.


Aha işte orada… Nicedir amansız bir hastalıkla mücadele eden sinema oyuncusu Yılmaz Zafer’e destek konserinde bir omuzunu açıkta bırakan bembeyaz, beyaz ötesi gömleğiyle her zamanki gibi söylediği şarkıya değil ondan gayri kimsenin duyamadığı bir ritme ayak uydurmuş, dans ediyor.

Aha işte orada… Saçları sarı, kısa… Üzerinde siyah bir “tang top”. Mikrofonu bize doğru uzatıyor. Hep beraber başlıyoruz söylemeye: “Kim ne derse desin aşk için, önce hoş, sonra boş gelir…” Kaç aşk yaşamışsak artık… Ne zaman kanaat getirmişsek, aşkın boş olduğuna… Seneler evvel dikte ettirmiş kadın bize, aksini söyleyecek değiliz ya…


1975, 1978, 1983, 2002…

Ve 2014…


Hepsi Ajda’ydı… Belki de hiçbiri değildi. Kim bilebilir ki? Ben bilemedim mesela. Ajda Pekkan ve Muazzez Abacı’nın yakında piyasaya çıkacak alaturka konseptli düet albümlerinin bir nevi lansmanı sayılabilecek bu konsere giderken, konser çıkışında Ajda-Muazzez ikilisi nasıl olur, dokuları tutar mı, onu da bırakın, bu albüm tutar mı filan gibi şeyleri düşüneceğimi sanırken Ajda hayranlığımın “extreme” tenakuzları arasında oradan oraya savrulacağımı nereden bilebilirdim? Ya bilgisayarın başına oturduğumda yazacağım yazının bir konser izlenim yazısı olmayacağını?.. Onu da bilemezdim tabii ki.

Mehmet Ali Erbil'in sol arkasında kafasını leylek gibi uzatmış sakallı benim. Bu yazılar kolay yazılmıyor öyle.
TEMMUZ 2014


     

Yavuz Hakan Tok

1 yorum:

  1. Ajda'da ses kalmadığını, konserleri artık neredeyse vokalistlerin götürdüğünü ama kimsenin "kral çıplak!" diyemediğini de ekleseymişiniz tam olacakmış. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil