(HANDE YENER KONSERİ, HARBİYE AÇIK HAVA 25 AĞUSTOS 2014)
İçeride “guest star”lar bekliyor dedi Hande Yener. Çok heyecanlandık. “Konuk sanatçı” dese kendimizi bir TRT programındaymış gibi hissedebilir ve doğal olarak sahne arkasından Bedia Akartürk’ün ya da ne bileyim, Fatma Türkan Yamacı’nın filan çıkıp gelmesini bekleyebilirdik. Boşuna “guest star” dememişti nitekim. Işıklı “dj” masasıyla David Vendetta geldi.
Ama bu dediğim, konserin sonuna doğru oldu. Şimdi başa saralım ve Hande Yener’in Harbiye Açık Hava sahnesindeki senfonik konserinde neler oldu bir bakalım.
Sahneyi kaplayan devasa perdeler açılırken “Kraliçe” şarkısı duyulmaya başlandı. Gözler o dakika Yener’in kafasında şarkının adını verdiği albüm kapağında gördüğümüz inşaat sacından bükülmüş kraliçe tacını aradı ama Allah’tan yoktu. İşin tuhafı konsere gelirken iki saat boyunca ben nasıl bakacağım diye dertlendiğim Kibariye sarısı saçlar da yoktu. Belli ki yeni boyanmış siyah saçların üzerine tek gözünü kapatan bir korsan bandı takmıştı sadece Hande Yener. Haliyle tıpkı şarkıdaki söylendiği gibi “Bana geldi fazlasıyla bir neşe” ve gece boyunca da gitmedi zaten.
Konser için sıkı bir şov hazırlamıştı Hande Yener ve epeyce de ciddiye almıştı bu işi. Neresinden baksanız belli oluyordu bu. Kötü bir şarkıyla başlamasına rağmen sahnedeki enerji, aksiyon ve de tempo, ilk yarı boyunca hiç düşmedi. “Ya Ya Ya Ya” ve “Romeo” ardı ardına geldi ve ikisi de “hit” olmuş bu şarkılar seyirciyi epey coşturdu. Dansçıların sahneyi çok doğru bir şekilde doldurması, “Romeo” (Hande Yener’in tabiriyle “Rumiyo”) defilesi ve bu esnada “led” ekrandaki görsellerin tamamlayıcılığı izleyiciyi şoklayarak konsere adapte etmek açısından zekice planlanmıştı. “Yalanın Batsın”, “Sen Yoluna Ben Yoluma” ve “Küs”ün hemen peşi sıra gelmesi de akıllıcaydı. Sonra biraz “romantik yaptı” ve “Bir Belâ” ile “Armağan”ı söyledi arka arkaya.
Eğri oturup doğru konuşayım. İyi bir şarkıcı Hande Yener. Gerçi biz zaten bunun farkındaydık ama bir süredir o farkında değildi. Neyse ki bu son albüm vesilesiyle tekrar farkına varmış olmalı. Çünkü konser boyunca taşıması zor kimi kostümlere ve çok yoğun sahne trafiğine rağmen hem doğru düzgün şarkı söyledi hem de yer yer koreografiye uyarak dans etti. Türkiye sahnelerinde alışık olmadığımız hareketler bunlar. Neler gördük geçirdik ama sittin senedir bu topraklardan bir Madonna çeyreği bile çıkaramadık sonuçta. Zaten başımızı batıya çevirip şöyle bir baksak, bizim ne müzik sektörümüz sektör, ne müzik eğitimimiz eğitim, ne de müzik kültürümüz kültür; kıyas kabul etmez. Haliyle bu şartlarda bu çabayı azımsayacak kadar lüks içinde değiliz. Müzik sektörümüz, müzik eğitimimiz, müzik kültürümüz o yetkinliğe gelmedikçe yarışımız ancak kendimizle olabilir en fazla ki varsa böyle bir yarış, Hande Yener bir adım öne geçmiş görünüyor.
Yine epeyce hareketli bir şov eşliğinde söylenen “Bodrum”un ardından “Acı Veriyor” geldi ve bu şarkının sonrasında Hande Yener, şarkının bestecisi Altan Çetin’e teşekkür etmekle kalmadı bir de ayrı kaldıkları yıllar için özür diledi. E tabii, “Bodrum”un ardından “Acı Veriyor”u söyleyince, ben olsam ben de aynı şeyi yapardım. Hatta özür ne kelime, gidip Altan’ın ellerini öper, ayaklarına filan kapanırdım. (Bu arada Hande’nin Mete Özgencil, Mert Ekren, Berksan, Volga Tamöz gibi bütün birlikte çalıştığı isimlere teşekkür edip “Bodrum”, “Kraliçe” ve “Havaalanı”ndan sonra sessiz kalması, eğer magazin gazetecisi olsaydım feci halde dikkatimi çekebilirdi.)
İlk yarı “Çöp” (bak bu şarkıyı ayrı tutarım yukarıda bahsi geçen üç şarkıdan), “Aşkın Ateşi”, “Kelepçe” ve “Biri Var”la tamamlandı. Ortalık o kadar kalabalıktı ki çok af edersiniz, tuvalete gitmek için bile yerimden kalkmaya cesaret edemedim ve o ikinci yarı başlayana kadar geçen süreyi “guest star”ların kim olduğunu düşünmekle geçirdim. Ne yalan söyleyeyim, ilk aklıma gelenler Berksan ve Volga Tamöz olmuştu ama Mehmet Erdem’i hiç düşünmemiştim. Mehmet gibi sakin bir adam bu Telgezer Cambazhanesi gibi sahnede ne arar, ne yapardı? “Romeo” defilesine çıkan erkek mankenlerin kostümlerinden birini giyip gelse yakışmaz, konserin açılışında sahnenin iki yanında duran canlı heykellerden biri olsa, yüzünü gözünü beyaza boyasa yok, o da olmaz. Kondurmadım haliyle. Meğerse kendi haliyle, Mehmet Erdem gibi çıkıp gelecekmiş. Ama hemen değil; ikinci yarının ilk üç şarkısından sonra.
“Mükemmel” albümünün en sevdiğim şarkılarından biri olan “Herkes Yoluna“yla başladı ikinci yarı. Sonra “Kırmızı” ve “Hayrola“ geldi ardından. Sonra Hande nazara geldi. Sebebi bu yarıda sahneye çıkarken kafasına geçirdiği “Phantom Of The Opera”yla Hitit güneşinden sentezlenmiş maskeli başlık mıydı, bilmiyorum. Çünkü şanssızlıklar zinciri ilk şarkının sonunda elini havaya kaldırırken başlığına vurup yamultmasıyla başladı ve hemen ardından “Kırmızı” şarkısının bir yerinde yanlış tekrar yapıp orkestrayı kontrpiyede bırakmasıyla devam etti. Mehmet Erdem’le birlikte söyleyeceği şarkıya başlamadan önce de sahnede uzunca bir boşluk oldu. “Vay be, su gibi akıyor,” demiştim oysa ilk yarıda; hiç kenafir gözlü de değilimdir aslında.
Sonra o boşluklar konser sonuna dek bir kaç kez daha yaşandı. Sahne arkasında ne olup bittiğini bilmiyorduk tabii, izleyici koltuğundan atıp tutmak kolaydı ama yine de orkestranın boşluk kapatma refleksini gösterememesini yadırgadım. Nihayet bu konserde de yadırgayacak bir şey bulmuştum. Artık huzur içinde evime dönebilirdim ama ben hâlâ “guest star”ı merak ediyordum. Mehmet Erdem kesmemişti beni. Zaten o da “Unutanlar Gibi”yi Hande’yle birlikte söyledikten sonra çıkıp gitmişti. Konseri vardı, uçağa yetişecekti. Yoksa kalır ve bir “Hâkim Bey” patlatırdı belki. Zira tam yeri ve zamanıydı. Çünkü Hande Yener, Mehmet’i uğurladıktan sonra bir Ahmet Kaya şarkısı söyleyecekti.
Ne alâka değil mi? Daha az önce Bodrum’a gidiyorduk beraber, hani Yiiistanbul’da da yaşamıştık? Ne oldu da penceresiz kaldık bir anda? Uçurtmamızın tellere takılmasının vakti miydi? Ama takıldı. Robbie Williams, Royal Albert Hall konserinde Frank Sinatra’ya “video wall” üzerinden düet yapar da, Hande Yener Açık Hava’da Ahmet Kaya ile yapmaz mıydı? Yaptı. İşin tekniği kusursuzdu, kabul etmek lazım. Ahmet Kaya’nın “Hani Benim Gençliğim”in “A” bölümlerini banttan söylemesi, nakaratlarda Hande’nin orkestrayla canlı girmesi, o senkronizasyon, düzenleme filan tebrike şayandı. Şayandı şayan olmasına da eniştemiz (burada Hande Yener yâni) bizi niye öptü onu anlamadık.
Ahmet Kaya’ya samimi bir selam mı gönderildi, bir çeşit “ne sağcıyım ne solcu, orta yolcuyum orta yolcu” vurgusu mu yapıldı (tafsilat için “Neden Gittin Toplantıya?” adlı eserimi okuyunuz; seçkin internet sitelerinde mevcut) yoksa “Ajda alaturka okursa, ben de Ahmet Kaya okurum, o süper starsa ben de kraliçeyim,” türevi bir meydan okuma mı söz konusuydu? Peki Ajda, Hande’nin (Hülya Avşar’ın deyimiyle) “okuduğu meydanı” kabul edecek miydi acaba? Ederse buz kovasını Nur Yerlitaş mı tasarlayacaktı acaba? Neyse, sözü uzatmayayım; Hande şarkıyı söylemesine söyledi, hem de taş gibi söyledi ama niye söyledi onu ben anlamadım. Anlayan varsa ve bana da anlatırsa, memnuniyetle dinlerim.
Tabii “kurtlar sonrasına” düşünce öyle birden çıkmak da olmaz diye düşünmüş olmalı ki oradan “Bir Çocuk Sevdim” e bağlandı konser. Hem de birebir Onno Tunç düzenlemesiyle. Şu bir gerçek ki, adı “senfonik” olan bir konserin en senfonik şarkısı da bu oldu. “Tek senfonik” mi demeliyim yoksa? Zira albüm düzenlemelerini senfoni orkestrası eşliğinde çaldırınca senfonik konser olmuyor bildiğim kadarıyla. Konser boyunca senfonik düzenlemeler değil, bir takım ilave yaylı partisyonları dinledik gibi geldi bana (zaten öyle her önüne gelen şarkı da senfoniye gelmez sanki) ama müzisyen değilim; bu yorumdan sonra senfonik düzenlemeleri yapan Tuluğ Tırpan ve senfoni orkestrasının şefi Alper Kömürcü’nün beni ıslak odunla kovalama riskini göze alır ve bu konuda yanılma payımı saklı tutarım.
“Bir Çocuk Sevdim”in arkasından dans grubunun ellerinde bavullarla sahneye gelmesinden de anladığımız üzere “Havaalanı” şarkısındaydı sıra. Neden olmasındı? Hande uzaklarda sevdiği bir çocuğu bulmak üzere havaalanına gelmiş olabilirdi. Hemen ardından gelmiş geçmiş Hande Yener “hit”leri arasında ilk üçte sayılabilecek “Acele Etme”ye girdi Hande ve bu şarkıyı baştan sona seyircilerle birlikte söyledi. Bence 2010’lu yıllar Hande Yener “hit”leri arasında yerini alacak “Kaybol” geldi peşi sıra da.
Tam da bu noktada şunu söylemek lazım: Perfomans şarkılarını söylemek ayrı maharettir evet ama hareketli ve tekerlemeli şarkıları canlı söylemek ve canlı söylerken dans etmek de ayrı maharettir. O müzikal nitelik açısından beğenmediğiniz “Ya Ya Ya Ya” bile canlı söylemesi çok zor bir şarkıdır; insanı nefessiz kılan bir söz döngüsü vardır çünkü. Bu bakımdan sadece performans şarkıları söyleyenleri şarkıcıdan sayan Niran Ünsal ve onun gibi düşünenleri bu şarkılardan birini canlı söyleyip dans etmeye davet ederim. Ya da ben niye edeyim, Hande Yener etsin. Çünkü kendisi bu işi gayet iyi kıvırdı konser boyunca, doğruya doğru. (Söze Niran Ünsal’i niye karıştırdığımı merak ediyorsanız, o mevzu çok uzun; bilmeyenler Twitter’da Niran Ünsal’ın hesabına göz atabilir.)
Sırada gecenin ikinci “guest star”ı vardı ve başından beri tahmin ettiğim üzere o, Berksan’dı. Hande Yener ve Berksan bir süredir sosyal medyadan duyurdukları yeni” featuring” şarkıları “Haberin Var mı?” yı “playback” yaparak söylediler ve şarkının prömiyeri de böylece yapılmış oldu. Sesçiler bu noktada sese sonuna kadar abandıkları için ne şarkıdan bir şey anladım, ne de sözlerinden. Ama “hit” kokusu burnuma kadar geldi.
Ve Berksan’ın hemen ardından nihayet gerçekten “guest” son “star” da sahneye avdet etti. Etmeden önce Hande bir şeyler dedi ama pek anlaşılamadı. Vendetta’yı konser için İstanbullara kadar getirtmişken biraz daha şaşaalı bir anons yapmak gerekirdi ama zaten konser boyunca Hande Yener’in seyirciyle diyalog kurma ve konuşma konusunda (artık heyecandan mıdır nedir) pek de başarılı olduğu söylenemezdi. Böylesi bir şovda sahnedeki “star” aklına geleni konuşmamalı (“Anneciğim, çok şekersin,” dememeli mesela) ve gerekirse yazılı metinlere çalışmalı. Herkesten Sezen Aksu belagati bekleyemeyiz sonuçta.
Hande Yener, David Vendetta’nın yaptığı “remix”lerle “N’aber” ve “Yangın” adlı şarkılarını “playback” yaparak seslendirdi konserin bu bölümünde. Bu esnada sahnede tam bir cümbüş yaşandı, Açık Hava devasa bir diskoteğe dönüştü. Vendetta’yı uğurladıktan sonra ise “Alt Dudak”la final yapıldı. Benim dahi ilk dinlediğimde emin olamadığım bu şarkı, düpedüz bir “hit” olmuştu ki herkes ayaklandı şarkıyı duyunca. Ve doğal olarak “bis” de “Alt Dudak”la yapıldı. “Bis” esnasında Hande Yener konserdeki kostümleri hazırlayan Hakan Akkaya’yı ve koreografiyi yapan Nur Sonbahar’ı da sahneye çağırdı. Birlikte eğlene eğlene, kutlaya kutlaya bitirdiler konseri.
Türkiye şartlarında yapılabileceğin en iyisini yapmıştı Hande Yener ve ekibi. Ancak bu konser, çok daha iyi bir ses düzenini hak ediyordu, bunu da söylemem lazım.
Sonra ne mi oldu? Konser bitti ve biz dağıldık. Popun ne işe yaradığını hatırlamıştık bir kez daha. Eğlenmiştik. “Hasta La Vista Baby” diye ritim tuta tuta evlerimize gidebilirdik artık. Aynen de öyle yaptık.
AĞUSTOS 2014
Cok guzel yazmissiniz, tesekkurler. Zaten Hande Yener son albumuyle kulvarinda bir numara oldugunu tekrar kanitlamis oldu.
YanıtlaSilBu konserin DVD'sini sabirsizlikla bekliyoruz.