Açık Hava'da Ekstra*

FERHAT GÖÇER HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ
5 AĞUSTOS 2015


Müzik devam ederken o bir an duruyor, gözlerini dikip sahneden aşağı doğru bakmaya başlıyor. Üstüne alınıyor insan ister istemez, oturduğun yerde bir toparlanıyorsun. Sonra ansızın silkinip kaldığı yerden devam ediyor. Kâh orkestrayı mahir hareketlerle yönlendiriyor, kâh seyirciye pas atıyor. Sonra tanıdık birine, bir göz işaretiyle “gördüm seni, buradasın, hoş geldin,” dediğini hissettiriyor, ardından çok uzaklara bakıyor, söylediği şarkının derinlerinde kayboluyor, adeta transa geçiyor.





Şarkı söylemeyi bu kadar sevdiğini bilmiyordum. Doğruya doğru. Bir şarkıcıyı sahnede şarkı söylerken izlemediğiniz vakit, hakkında yürüteceğiz bütün fikirler biraz eksik kalır. Ferhat Göçer’i sahnede çeşitli defalar izlemiş olsam da, solo bir konserinde ilk defa izledim. Ve hakkındaki fikrim galiba şimdi bütünlendi.


Kimi ünlülerin kaderidir; bir yanda çok sevenleri vardır, bir yanda da nefret edenleri. Ortası yoktur nedense. Ya en başından ya da zamanla oluşur bu algı. Niyesi bilinmez. Ancak tahmin edilir. Mesela çok ama çok fazla görünür olmak, tabiri caizse her taşın altından çıkmak çok kârlı sanılsa da popüler piyasada, uzun vadede zarar vermesi kaçınılmaz olur. Muazzez Ersoy bunun en belirgin örneğidir. Kimisi, söyledikleri ve yaptıklarıyla yerle yeksan eder etrafında oluşan haleyi. Orhan Gencebay misali… Kendini sürekli tekrar ederek sıkıcılaşanlar olur ya da kısa bir süre elde tuttuğu başarıyı bütün bir kariyer hikâyesine yaymaya çalışarak komik duruma düşenler… Velhasıl çeşit çeşittir nedeni.


Görüyorum, okuyorum… Göçer’in bir dönem, yine tabiri caizse her taşın altından çıkmasından sıkılmış olmamız yüksek ihtimal. Ama bundan ziyade, onun “çok bağırarak” şarkı söylemesine tahammül edemediğini yazan, çizen, söyleyen çok kişiye denk geldim. Bir de adam bebek yüzlü değil, “çıtır” değil; hatta mimikleri ve beden dilinde bir parça öfkeli ve hırslı bir ifade var. Hal böyle olunca, alıp pamuklara saracağımız, bakmalara, sevmelere doyamayacağımız “star” algısının bir anti-tezi gibi duruyor. Buna karşın…


Ferhat Göçer tam da tekniğiyle şarkı söylüyor. Diyafram nefesini kullanışı, ses frekansına hâkimiyeti ve beden duruşu bir opera sanatçısından farksız… Haliyle de şarkı söylerken yüksek perdelerde gezinmekten hiç çekinmiyor ve hatta göründüğü kadarıyla bunu seviyor. Ancak bir opera aryasında ya da şan tekniğiyle söylenmiş bir şarkıda gayet etkileyici bu ses frekansı, pop şarkılarda, türkülerde ve  alaturka şarkılarda her zaman aynı etkide tınlamayabiliyor. Hele ki sahnede neyse de, stüdyo kaydında bunu yaptığınız zaman. İşte halk arasında “çok bağırıyor” diye tanımlanan şey tam da o noktada başlıyor.


Ferhat Göçer sahneyi çok iyi kullanıyor. Bir erkek olmanın dezavantajını (görsel malzeme eksikliğini) bertaraf etmeyi iyi biliyor, sahnede yere sağlam basıyor. Orkestrası zımba gibi ve bir ani el hareketiyle “piano” ya da “forte” çalacak, bir şarkıyı bitirip bir diğerine başlayabilecek kadar uyumlu, profesyonel. Sadece bir şarkıcıyı izlemiyorsunuz, bir grubu izliyorsunuz böylece.
Ferhat Göçer Portekizceden Rusçaya, arabeskten türküye, alaturkadan popa her türden şarkıdan oluşan repertuarıyla dinleyicinin nabzına göre şerbeti o an, oracıkta verebilecek malzemeye sahip.


Neden bugünün şartlarında Açık Hava’yı doldurabilecek birkaç erkek şarkıcıdan biri olduğu, neden en çok konsere,” extra”ya giden birkaç şarkıcıdan biri olduğu ve bunu “Ferhat Göçer mi? Hiç sevmem!”cilere rağmen ve yukarıda bahsi geçen “anti-star”lık durumuna rağmen nasıl başarabildiği böylece anlaşılıyor.

Gelelim konserin detaylarına…


Konser, “Gidemem”le başladı, “Gülümse” ile devam etti. Göçer’in daha ikinci şarkıda vokalist mikrofonunun önünde duran Gözde Ural’ı sahnenin önüne doğru getirmesi boşuna değildi. “Gülümse”nin “intro”sunu soprano vokaliyle şahlandıran bu genç şarkıcı, sahnede en az Ferhat Göçer kadar profesyoneldi. Bilkent Üniversite’sinde opera eğitimi almış Gözde Ural. Yıllardır da Ferhat Göçer ile birlikte çalışıyor, yanı sıra solo çalışmalar, orkestra solistliği de yapıyormuş. Nasılsa fark etmemişim ama 1998 Eurovision Türkiye elemelerinde, 2003, 2004 ve 2010 yılı Kuşadası Altın Güvercin Şarkı Yarışmalarında da yarışmış; hatta 2003 Altın Güvercin’inde kendi yazdığı şarkıyla ikinci olmuş.


Çok ama çok iyi bir şarkıcı Gözde Ural. Her şan tekniğiyle söyleyen soprano şarkıcı aynı etkiyi yaratamaz dinleyicide. O ise tekniği kadar duygusuyla da etkiliyor. Bunu bir tek “Gülümse”deki vokali için söylemiyorum. Zira “Gülümse”den sonra, Ferhat Göçer ve Gözde Ural birkaç şarkıyı daha birlikte seslendirdiler. Portekizce bir şarkı olan “O Mare E Tu” bunlardan ilkiydi. Ferhat Göçer’in solo seslendirdiği “Sessiz Gemi”den sonra ise Gözde Ural “Derniere Danse”ye girdi. “Vur Kadehi Ustam”ın ardından ise yine Gözde Ural’ın seslendirdiği bir başka şarkı (daha doğrusu bir arya) vardı sırada. Carmen’in meşhur şarkısı  “L'amour Est Un Oiseau Rebelle". Bu aryanın içinden iki şarkı daha geçirdi Göçer ve Ural: “Sensiz Olmuyor” ve “Dance Me To The End Of Love”.


Bir opera aryası, bir arabesk şarkı ve bir Leonard Cohen klasiğinin birbirine bağlı söylenmesi, böyle yazınca çok saçma duruyor ama sahnede hiç de öyle olmadı. Enteresan ve etkileyici bir bileşimdi.

Sonra Ferhat Göçer, Anjelika Akbar’ı sahneye davet etti. 1993 yılından bu yana Türkiye vatandaşı olan Kazakistan doğumlu Anjelika Akbar, ülkenin önde gelen piyanistlerinden biri olmasının yanı sıra besteleri ile de tanınıyor. Nitekim Akbar, solo bölümüne kendi bestesi “Love”ı çalarak başladı. Ardından Bach’ın çello için yazdığı bir eserinden piyanoya uyarladığı “Like Bach”ı çaldı. Ardındansa “Game of Thrones”un tema müziğini. Bu sonuncusu Ferhat Göçer’in fikriymiş.


Anjelika Akbar’ı da ilk kez izledim sahnede. Kusursuz bir tekniği, lirik ve yumuşak bir tuşesi var. Tabiatı da öyle... Şarkı aralarında kırık Türkçesiyle kısa sohbetleri ve nazik vücut dili bunu hissettiriyordu.  Gönül, Akbar’ın perfomansını arada mikrofon ve diğer ses yükselteçleri olmadan dinlemek isterdi ama Açık Hava’nın şartlarında elbette böyle bir şey mümkün değil.


Üçüncü parçadan sonra Ferhat Göçer tekrar sahneye geldi ve Akbar’ın eşliğiyle “Uzun İnce Bir Yoldayım”ı söyledi. La Traviata operasının en popüler aryası “La Donna E Mobile” ile devam etti ikili konsere. Ardından ise Ferhat Göçer Rusça iki şarkıyı, yine Akbar’ın piyanosu eşliğinde söyledi: Türkiye’de çok bilinen ve sevilen “Katyuşa” ve “Oçi Çorniye”.  

Konserin ilk bölümü Anjelika Akbar ve Ferhat Göçer’in seyirciyi selamlamasıyla sona erdi.


Buraya kadar dinlediklerimizin, konserin “Anadolu Aryaları” olan ismini ne kadar doğruladığı tartışılırdı. “Uzun İnce Bir Yoldayım” dışında hava pek de Anadolu’dan esmemişti henüz. İkinci yarıda da durum pek değişmedi aslına bakarsanız. Hatta ikinci yarı neredeyse başından sonuna dek herhangi bir Ferhat Göçer konseri olarak sürdü ve “Anadolu Aryaları” başlığı biraz havada kaldı. Buna karşın, Ferhat Göçer şarkılarını dinlemek için gelenler ikinci yarıdan daha fazla memnun kalacaklardı.


Nitekim perde ikinci kez açılırken “Cennet”in ilk notaları duyuldu ve tiyatroda büyükçe bir alkış koptu. “Kalp Kalbe Karşı” ile de alkışlar devam etti haliyle.

Göçer de o dakikalarda iyiden iyiye havaya girmişti. Artık Harbiye Açık Hava’da değil de, Ferhat Göçer’in sahneye çıktığı bir gazinoda ya da gece kulübündeydik sanki. Öyle ki Göçer bir ara ön sırada oturan Hıncal Uluç’a dönüp, “Bir isteğiniz var mı Hıncal Abi?” bile dedi. “İspanyol Meyhanesi”ni ise yine ön sıralarda Bircan Usallı Silan için söyledi. Söylemeden önce de Timur Selçuk’la arasında geçen bir anısını anlattı.


“Kalamış” şarkısını albümünde kullanmak için Timur Selçuk’tan izin almaya gitmiş Ferhat Göçer. “Ben seni biliyorum,” demiş Selçuk. “Sen berbat şarkı söylüyorsun. O yüzden onu okuma, benim şarkılarımdan birini oku, “İspanyol Meyhanesi”ni oku!” Timur Hoca’nın muzip aksiliğine hep beraber güldük ve peşi sıra “İspanyol Meyhanesi”ni yine hep beraber söyledik.


Ardından yine Ferhat Göçer şarkılarına dönüldü ve önce “Yastayım”, ardından da son “hit” şarkısı “Yıllarım Gitti” söylendi. Protokol koltuklarında oturan Erol Köse’ye bu şarkıyı bulduğu ve önerdiği için teşekkür edildi. Sonra “Biri Bana Gelsin”i söyledi Ferhat Göçer. Ve ben Hande Yener konserinden sonra bu yaz Açık Hava sahnesinde yaşanan ikinci evlilik teklifine de şahit oldum. Ferhat Göçer, orkestrasında klavye çalan Ulaş Önal’ı sahnenin önüne doğur çıkardı ve Ulaş, seyirciler arasında bulunan kız arkadaşına evlenme teklif etti. Evet evet diz çökerek ve cebinden bir de yüzük çıkararak.


Bu romantik anlar alkışlarla tamamlanırken Ferhat Göçer bu defa orkestrasından bir başka müzisyeni ön plana çıkarmıştı. Şükrü Kabacı’nın muazzam klarnet solosunu takiben “Deli Gibi Sevdim”, Adnan Şenses’in anısına söylendi. Doğrusu bu ya, Ferhat Göçer bu şarkıyı söylerken o kadar yüksek perdelerde dolaştı ki, bu konuda Adnan Şenses’i hiç aratmadı. Zaten buradan sonra da o perdelerden hiç aşağı inmedi. “Dök Zülfünü Meydana Gel” de aynı yerden devam etti.


Gürkan Çakmak’ın duduk solosunun ardından bir halk müziği sekansı yaşadık. Ardı ardına “Dostum Dostum”, “Ah Yalan Dünya” ve “Tatlı Dillim Güler Yüzlüm” söylendi. “Ah Yalan Dünya”nın “ömrümü boş yere çalan dünyada” cümlesinde, en ön sırada oturan Ömür Gedik’e bir bakış attı, hatta gülümsedi Ferhat Göçer. “Gülümse”yi söylerken de “bir kedim bile yok” cümlesinde eliyle “beş” işareti yapıp yine bir bakış atmış, gülümsemişti ama her iki bakış da yerini bulmadı. Ömür Gedik konser boyunca sahneden çok telefonuyla ilgilendi zira. Araya fitne sokmak gibi olmasın ama ön çaprazımda oturuyordu, ister istemez göz misafiri oldum, ne yapayım.


Bu arada “Dostum Dostum” demişken gereksiz bir bilgiyi de sizinle paylaşmak isterim. Çocukluğumda TRT’de bu “Dostum Dostum” türküsünü çok duyardım. Kanal değiştirme şansı da yok o zaman, mecburen dinlerdik. En çok da Can Etili söylerdi. Can Etili de ömrü çok olsun, (o zamanın ‘hanımefendi sanatçı’ kavramı gereği olsa gerek) nasıl mesafeli, nasıl mimiksiz türkü söylerdi üzerinize afiyet… Hafta sekiz gün dokuz Can Etili televizyonda “Dostum dostum dostum dostum dostum dostum dostum gelsene canım.” Gitsen gidilmez, kaçsan kaçılmaz. Öyle de bir çocukluk travmam vardır bu türküyle ilgili, hâlâ nerede duysam ürperirim.  
Neyse… Nerede kalmıştık?

“Tatlı Dillim”in ardından Bahadır Şener’in kanun taksimi “Aldırma Gönül”e bağlandı. “Aldırma Gönül” ise enteresan bir biçimde “We Will Rock You”ya ve o da “Fesuphanallah”a. Ama yalan yok, orkestra o kadar iyi çalıyor ki, buradan da “Talk Dirty”ye bağlansa zerre yadırgamayacağım. Öyle bir yemiş yutmuşluk, sindirmişlik hali.


Konser burada bitti. Ama bitmedi haliyle; alkışlar ve tezahüratlar nedeniyle “bis” kaçınılmaz oldu. “Bis” şarkısı da manidardı tabii: “Hayde Gidelum Hayde!” Ben o salondan “Kış Kış”la kovulmuş bir izleyiciyim; “Hayde” keser mi? Kesti mecbur çünkü konser bu defa gerçekten bitti.

Konserdeki bence iyi şeylerden biri solistin sesinin çok net ve temiz duyulmasıydı. Özellikle sahneye yakın oturduğunuzda bu çok mümkün olmuyor oysa. Ayrıca pop konserlerinde orkestranın solistin sesini bastırması özellikle tercih ediliyor. Ama ben solist sesini net ve temiz duymayı sevenlerdenim. Bir detone, sürtone olacak, çatlayacak patlayacak o ses ki canlı dinlediğimizi anlayalım. E bir de tabii bana yazacak malzeme çıksın. Ancak Ferhat Göçer buna fırsat vermedi. Başından sonuna dek hiç falso vermeden söyledi. 


Tek sorun, özellikle ikinci yarının bir yerinden sonra kendini tamamen kaptırıp tamamen sesine yüklenmesiydi. Rahat söyleyebilen için bu acayip bir keyiftir, onu kabul ediyorum ama bir yerden sonra dinleyeni yorduğu da bir gerçek. İstense bazı şarkılar bir ses, hatta iki ses, yahut alt oktavından söylenebilirdi. Göçer’in ses aralığı buna müsait. O da olmadı, araya Gözde Ural’dan birkaç şarkı daha eklenip, denge sağlanabilirdi. Ama bu haliyle şu malum “çok bağırıyor” tenkidine (bunun teknik olarak “bağırmak” olmadığını bilsem bile) bir parça hak vermedim değil.


Ferhat Göçer’in bir Açık Hava konserini başından sonuna götürecek sayıda “hit” şarkısı var aslında. 2005 yılında başlamış (yani sadece 10 yıllık) bir albüm kariyerine rağmen böyle bu. Yalnızca albümlerinde “hit” olmuş şarkılarından bir konser belki Açık Hava için daha uygun olabilirdi. Evet, Anadolu Aryaları adı ve Anjelika Akbar eşliği çok havalı ama sanki öbür türlüsü oraya Ferhat Göçer şarkıları için gelen dinleyiciyi daha çok memnun ederdi. Ya da ben öyle düşündüm en azından. Bu anlamda konser biraz konser, biraz gazino, biraz bar, ama  en çok da ekstra programı gibiydi.

Yine de bunları bir kenara koyduğumda, müzikal açıdan beni memnun eden, bana bir şeyler öğreten, katan, izlediğime pişman etmeyen bir konserdi. Bugünün şartlarında bu da az şey değil takdir edersiniz ki.


* Müzisyenlerin bayi toplantıları, açılışlar, şirket yemekleri, düğünler, özel geceler ve buna benzer tek gecelik organizasyonlarda sahne alması müzik piyasasında ekstra diye tabir edilir.    

AĞUSTOS 2015

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder