HANDE YENER HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ
31 TEMMUZ 2015
Merak ediyorsanız, baştan söyleyeyim Cin çıkmadı! Tövbe estağfurullah! Hayır, bu kelimenin öyle şakası filan da yapılmaz diye öğretti bana büyüklerim; maazallah çarpılıverir insan. Küçüklüğümde sahiden ağzım çarpılmıştı da komşu kadınlar şerbet kaynatıp dua okuya okuya evin bahçesinin orasına burasına döktürmüşlerdi bana. Üç harflileri incitmiş olabilirmişim, şerbet döküp dua okununca geçermiş. Meğerse “poliomyelit” (geçici çocuk felci) olmuşum; doktor öyle söyledi sonra.
Neyse… Konu dağılmasın. Hande Yener’in Açık Hava konserine gittim sözün özü. Gitmeden önce tesadüfen Periscope’da yapılmış kulis röportajını izledim. “Kış Kış”ı nazara karşı söylediğinden bahsetti. Üç harfliler çıksın gitsin diye(yerseniz.) Ama üç harfli filan çıkmadı konserde. Çıksaydı böyle geçmezdi. Nasıl mı? Yazacağım…
Gene çok iddialıydı, “yılın en büyük şovu”ydu, çok çalışmıştı… Geçen sene de yazmıştım, yineleyeyim… İşin bu kısmını alkışlamak lazım. Sadece şarkılarını söyleyerek de bir konser yapabilir Hande Yener. Hatta seyirci mevzuya daha fazla dâhil olacağı için (ve seyirci zaten öylesini pek de sevdiği için), bir sürü de “hit” şarkı var, bir ağızdan söylenir ve konser biter. Bundan fazlasını yapmak için gösterilen her çaba, her çalışma, yapılan her masraf, bu ülkenin şartlarında tebrik edilir. Ama işte bir çuval inciri berbat etmek de var işin ucunda.
Hemen söyleyeyim de rahatlayayım. Konserin en büyük kusuru koordinasyon eksikliği idi. Hemen her şarkının arasında boşluklar vardı. Sahne kararıyor, dansçılar salına salına içeri giriyor, bu arada sessizlik oluyor ve seyirci soğuyor, enerji düşüyordu. Hadi sahne arkasında aksilikler oldu diyelim (ki olmuş) ama bir olur iki olur. Her şarkıdan sonra da olmaz ki. Bu akış sorunu konserin başından sonuna dek vardı. Öyle ki, kostüm filan değişmiyor, Hande sahnede, çerçeve aynı ama ardı ardına iki şarkı söylenemiyor. İlla bir duraklama, bir bekleme…
Bu kusur konseri çok aksattı bence. Yoksa tek tek düşünüldüğünde tablolar, koreografiler, şovlar, görsel zenginlik yerli yerindeydi. Mesela konsere havada başladı Hande. Bayağı yerden birkaç metre yüksekte, beyaz kostümüne bağlı kanatlar sahnenin iki yanına doğru uzarken, havada öylece duran ve şarkının bir kısmını bize tepeden bakarak söyleyen bir Hande görüntüsü açılış için yeterince çarpıcıydı.
Bu tabloda “subliminal” bir mesaj vardı belki de; belki bize “ayağınızı yerden kescem sizin” mesajı veriyordu ya da “ayaklarım yerden kesik benim, yaptıklarımı ve yapacaklarıma öyle değer biçin,” diyordu. Onu bilemem ama Hande Eurovision’a gitse (ki gitmeli) ve bu şarkısını bu tabloda söylese, kesin ilk beşe girerdik, onu biliyorum.
Hande’nin havada söylemeye başladığı şarkı “N’aber?”di. Ardından “Alt Dudak” geldi ama gelmeden önce Hande kulise girip saçına duvak taktı. Duvak dediysem ancak öyle tanımlayabildiğimden; yoksa gelinliklerin altına giyilen tarlatanları biliyorsanız şayet, ona benzer ama sarı renkli bir şeyi Hande’nin kafasında düşünün; öyle bir şeydi işte. Gece boyunca bu acayip aksesuar ve kostümler nedeniyle Hande için çok endişe ettiğim anlar oldu. Mesela bu sarı duvak sahne kenarındaki vantilatörlerden birine kapılıp Hande’yi yerlere çalabilirdi. Neyse ki bir şey olmadı, “Alt Dudak” kazasız belasız bitti.
Sonra Altan Çetin külliyatından devam edildi ve arka arkaya (arada boşluklar olmak kaydıyla tabii) “Yalanın Batsın”, “Acele Etme” ve “Acı Veriyor” söylendi. “Acı Veriyor”u söylerken Hande seyircilerin arasına indi ve kendi deyimiyle onlarla “göz göze” söyledi şarkısını. Tabii onların gözleriyle Hande’nin gözleri arasında İzbandut gibi korumalar vardı ama olsun, millet en azından Hande’yi yakından fotoğrafladı.
Zaten anladığım kadarıyla konsere gelenlerin büyük çoğunluğu fotoğraf çekmek için oradaydı. Ne zaman arkama dönüp baksam havada binlerce cep telefonu görüyordum. Kadın yanına kadar gelmiş, tadını çıkarsana! Yok hayır, illa bir fotoğraf çekmeli, hatta mümkünse Hande’ye aynı kadraja girmeli eciş bücüş de olsa. Kendimi düşünüyorum mesela, Bostancı Gösteri Merkezi’nde Ajda lütfedip yanımıza kadar gelmiş (ki salonun bayağı gerisindeydik), elimi uzatsam dokunacağım… Ben orada kaskatı… O zaman cep telefonu filan da yok. Olsa ne? Büyülenmişim, kadına bakıyorum, fotoğrafı bırak, nefes almayı unutmuşum. Neyse… Devir bu devir, yaşadığımızı, var olduğumuzu fotoğraflarla kanıtlıyoruz artık.
Dansçılarda, daha doğrusu koreografilerde bir 19 Mayıs coşkusu vardı bu sene. Şemsiyeli gösteriden sonra, “Sopa” şarkısında (haliyle) sopalı bir gösteri izledik. Akrobasi gösterisi ise ilerleyen dakikalardaydı. Ha bir de yine “Sopa” şarkısında hani çocuk parklarında elle döndürülen dönme dolaplar olurdu ya eskiden, hah işte ona benzer bir şeyin üstüne çıktı Hande. Dansçılar başladı döndürmeye ama Hande’nin topuklar iki karış. Bir de hafif titredi mi… Dedim şimdi tepetaklak düşecek; Madonna bile düşmüş dünyanın gözü önünde, Hande’nin nesi eksik? Neyse o da olmadı ve “Ya Ya Ya Ya” ile konser devam etti.
Geçen seneki konserinde Ahmet Kaya’ya bir şarkısıyla selam göndermişti Hande Yener. Bu sene de Amy Winehouse nasibini aldı. Ama Winehouse’ın şarkısı “Back To Black”i Hande değil, vokalistleri söyledi. Bu esnada da arka fonda Amy görselleri dönüyordu. Yeri gelmişken söylemem lazım, vokalistler Özge Öztimur ve Altay Oktar idi ve her ikisi de başından sonuna dek kendilerine çok iş düşmesine rağmen çok iyi ve çok profesyonellerdi.
Yine uzunca bir boşluktan sonra nihayet “Rüya”nın ilk notaları duyuldu da, Tuna Velibaşoğlu geldi sahneye. O boşluğun sebebi şarkıdan sonra Hande’nin yarım yamalak söylediklerinden anlaşıldığı kadarıyla kuliste monitör kulaklığının kaybedilmesi imiş meğerse.
Neyse… Tuna (Grup Seksendört’ü temsilen) ve Hande “Rüya” yı bir şekilde söylediler. Bu şarkı için yine kostüm değiştirmiş ve kafasına bir de siyah taç kondurmuştu Hande Yener. Kafasında o taç durduğu sürece, “Kraliçe” şarkısı ha geldi ha gelecek diye bekledim, ne yalan söyleyeyim. Gelmedi neyse ki. “Hasta” geldi ama. “Hasta” söylenirken ateş dansçıları eşlik etti Hande’ye. Hah dedim şimdi bir kıvılcım tutuşturacak kadının saçını; tam da ortasında duruyor iki dansçının. Saç neyse de, taç yanarsa fena; hanedanın karizması gitti gider. Bereket yanan eden olmadan bitti şarkı.
Sonra gene bir durduk, Hande bir kulise gitti geldi ve sağ omzundan pörtlemiş kocaman bir gülle aynı renk etekliği ile karşımıza çıktı ve “Bana Anlat”ı söyledi.
İlk yarının son şarkısı “Kış Kış” oldu. Bu şarkıda dansçılar ve Hande dans edip cin çıkartmaya çabalarken sahnenin her iki yanına sıralanmış dörder kişinin işaret diliyle şarkının sözlerini anlatması manidar oldu tabii. Şarkının sözlerini anlamamıştık, değerini bilememiştik belki de. İşaret diliyle anlar mıydık acaba? Anlardık belki de… De işaret dilini kullananlar neden ortaçağ keşişleri gibi giyinmişti, işte onu anlayamazdık. Oysa Kemal Sunal’ın malum filmindeki sahne canlandırılsaydı yeniden fena mı olurdu? Hande başına bir kasket geçirip yere otursa, dansçılar etrafında davul çala çala cin kovsalar?.. Ortaçağ keşişiyle cin çıkarıldığı nerede görülmüş? (“Kış Kış”a fazla sardırdım farkındayım, toparlıyorum.)
Böylece kısa bir ara vakti geldi. Bir soluklandık, Akbil basıp (çok af edersiniz) tuvalete girdik, tost kokuları arasında kanımızdaki karbonmonoksit miktarını arttırmış olmanın keyfiyle de yerlerimize döndük. Sonra ışıklar karardı, perde tekrar açıldı. Fakat o da ne?
Tamam, şarkıyı biliyoruz, “Hatayı ben en başında yaptım,” diye başladığına göre şu bizim “Kırmızı” bu. Ama sahnenin orta yerinde ben diyeyim heyula, siz deyin gulyabani gibi duran kıpkırmızı şey ne?
Kafası bildiğin türbanlı ama hani türbanın içine sünger koyuyorlar ya böyle dik duruyor, onun beş misli filan abartılmışı. Elbise de boğazına kadar kapalı. Eteklerse yerden üç metre yukarıda… İçi belli ki tarlatanlı (bir müzik yazısı içerisinde bu kelimeyi, hem de iki kere kullanan tek kişi olarak tarihe geçmiş olabilirim şu an); yani böyle belden ayaklara doğru açılarak genişliyor. (Hadi meraklısına teknik bilgi de vereyim; etek 4 metre çapında imiş ve 50 metre kumaş kullanılarak yapılmış.)
Postmodern bir “first lady” (saray eşrafından) enstalasyonu desem, değil. “Bu piyasadaki herkes benim rakibim, hatta Niran Ünsal bile!” iddiası desem, o da değil. Geriye ne kalıyor? Bir Hakan Akkaya-Hande Yener tuhaflığı. Ona da kabul. Yani Hande’nin her giydiğini ettiğini Lady Gaga özentiliğine yormamak lazım. Böylesi tuhaflıklar bu işin doğasında var; olmalı da. Gaga’dan önce de yapılıyordu, sonra da yapılacak. Türkiye’de, hem de ‘70’lerde, Seyyal Taner, Füsun Önal, Sibel Egemen gibi isimler de yaptı böyle şeyler. Bak ben bile kaç paragraf ayırdım bu kostüme; maksadına ulaştı yani bu tuhaflık.
Ha tabi Hande o kostümü boydan boya sergilemek için üzerine çıktığı yükseltiden düşebilir ve bir faciaya ramak kalabilirdi. Bitmiyordu felaket senaryolarım, hezeyanlarım… Neyse ki Hande’nin yanındaki akrobat dansı yapan kız ve erkek dansçı değil ama öyle manasızca duran ikiz abiler tutarlardı onu eğer düşerse. Ki düşmedi.
“Kırmızı”nın ardından “Sebastian” geldi ve konserin açık ara en fazla reaksiyon alan şarkısı oldu. Sonra Hande seyirciler arasında bulunan bestecilerine teşekkür etti. Ersay Üner, Altan Çetin, Berksan (Hayır, Sinan Akçıl’ın adını anmadı; Mete Özgencil’in de.) Ama vokalistleriyle birlikte “Kelepçe”yi söyledi hemen ardından.
Konser, “Armağan” ve “Bodrum”la devam etti. Sonra Berksan’ı çağırdı ve birlikte “Haberi Var mı?”yı söylediler. Geçen seneki konserde bu şarkının lansmanı yapılmıştı; onu yad ettiler. Berksan bu defa seyirci koltuğundan kalkıp geldi, sahne arkasından değil. Haliyle özel bir kostüm filan giymemişti. Mert Ekren'e teşekkür ederken ise “Bana çok güzel bir albüm yaptı,” dedi Hande. Yani yeni albüm yoldaymış.
Şarkının sonunda Berksan, Hande’yi yere yatırıp öptü ve sonra gidip yerine oturdu. Hande bu defa “Yoksa Mani”yi söyledi. Ardından şu ikinci yarının açılışında sahnede beliren ikiz abiler, bu defa gladyatör kılığında çıkageldiler ve bir dövüştüler. “Hande için savaşan iki cesur yürek”miş onlar; sonradan basın bültenini okuyunca öğrendim. Zaten konser boyunca sahne üzerinde o kadar çok “tanımlanamayan cisim” vardı ki, basın bültenindeki açıklamalar olan biteni anlamak için çok faydalı oldu. Keşke opera temsillerindeki gibi, gösterinin içeriğini açıklayan broşürler bastırılsa ve salonda dağıtılsa imiş. En basitinden sahnedeki dekorun (basın bülteninden alıntıyla) “bilinmeyen bir gelecekte Hande Yener’in lideri olduğu kolonisiyle birlikte yerleştiği eskilerden kalma terk edilmiş Kraliçe’ye özel bir malikâne olarak” tasarlandığını anlardık o zaman. Ama anlayamadık haliyle; öyle baktık boş boş.
Bu arada ikiz abiler de gladyatör şovlarıyla dünyaca tanınan Stunttwins kardeşlermiş ve isimleri Ivan ve Petro imiş. Neyse… Gladyatörlerin savaşından sonra Hande de gladyatör kostümüyle sahneye gelip “Atma”yı söyledi. Artık şarkı ve gösteri arasındaki bağlantıyı siz kurun, ben ipin ucunu kaçırdım.
Şarkıdan sonra konuşurken, bir vesileyle “Düşmanlarım her yerde,” dedi Hande. “Bu meslek yüzünden paranoyak oldum” da dedi. Kafamı sallayarak onayladım ama görmedi galiba. “Herkes kendi ekmeğini yer, sen işine bak abla,” diye laf da atacaktım ama kahvehane muhabbeti yapmak bana yakışmaz diye vazgeçtim. Hem karşımdaki her ne kadar kabul günü muhabbeti yapsa da, kolonisiyle birlikte bilinmeyen bir gelecekte yaşayan koskoca bir kraliçeydi nihayetinde.
Şaka bir yana, böylesi konuşmalar şov içerikli bir gösteride çok faul duruyor sahiden. Karşılıklı sohbet muhabbet bir konser olsa neyse… (Yine basın bülteninden alıntıyla) “200 kişilik bir ekibin, 2 aylık çalışması”na yazık.
“Dünyanın 3 ayrı köşesinden gelen 3 ayrı müzisyenden oluşan dünyaca ünlü grup M3 Show Live grubu” yani Micah, Ruben Moran ve Leon, ışıklı saksafon, keman ve gitarlarıyla Hande’ye eşlik etmeye üzere sahneye çıktılar ve Hande “Aşkın Ateşi” ve “Kibir”le devam etti konsere.
Sonra demir parmaklıklar getirildi sahneye. Hande “Romeo”yu şahane bir Dilberay’la Kader Mahkumları kompozisyonunda söyledi. Şaka şaka… Bu şarkıdaki koreografi çok ama çok iyiydi.
Sonra “Hani Bana” söylendi ve tekrar “Kış Kış” girdi devreye. Hâlâ cin çıkmamıştı ama galiba bizim artık çıkmamız gerekiyordu. Çünkü konser bitivermişti. Oraya zorla getirilmiş gibi, konserin biteceğini hissettiği an topukları yağlayan bir seyirci kesimini saymazsak (ki onlar her konserde var), salonun yarısı kadar bir kesim öyle abandone vaziyette kaldı. Tempo tutsak mı, alkışlasak mı, tezahürat yapsak geri gelir mi hezeyanlarıyla ne yapacağını bilemeden devinen kalabalık, perde kapandıktan neredeyse bir on beş dakika sonra Hande’yi tekrar sahneye çıkarmaya muvaffak oldu.
Bu havada kalmışlığın nedeni çok belliydi. Konser sonuna doğru yükselmesi gereken ve seyirciye finalin geldiğini hissettirecek coşku ve enerji eksikti son bölümde. Zaten konser boyunca aradaki boşluklar, sanki her söylenecek şarkıya o an, orada karar veriliyormuş gibi bir kopukluk, konserin sonunu da o an bitirmeye karar verilmiş havasına soktu. Seyirci hızını alamadı sözün özü. Hande çıktı; “Bodrum” ve “Sebestian”ı yeniden söyledi. Ardından bir erkek dansçısının sevdiği kıza evlilik teklifine şahit olduk canlı canlı ve böylece Esra Erol tadında bir kapanış yapıldı.
Yazıyı bağlamadan şunu da söylemek lazım ki, sahne üzerinde sadece bir klavye, bir bas gitar, bir gitar ve bir davul vardı. Barlara bile daha büyük orkestralarla çıkanları gördüm. Ama “sound” hiç de fena değildi. Elbette altyapı takviyesi vardı işin içinde. Öyle olmasa, şarkılar kesintisiz söylenmezdi. Mesela hiç seyirciye eşlik esi vermedi Hande, çünkü altta altyapı akıyordu. Şarkıcılık performansı açısından geçen seneye göre biraz yorgun buldum Hande Yener’i. Yer yer sesten kaydığı, nefesinin tükendiği ve vokalistlere pas attığı anlar oldu ama bütünde iyi bir şarkıcı olduğunu bir kez daha gösterdi. Yaptığı hiç de kolay bir iş değildi çünkü. Bırakın dans etmeyi, o “zor” kostümleri taşırken şarkı söylemek bile tek başına bir iş.
Başta bahsettiğim Periscope röportajında geçen seneki konserden daha iyisini yapmak için çalıştığını söylemişti Hande. Haliyle kıyas kaçınılmaz olmuştu benim için. Şunu diyebilirim ki bu seneki konser için daha detaylı bir ön hazırlık, özellikle kostüm, dekor, konsept gibi konularda fazladan bir mühendislik çalışması yapılmış olsa da, bunun seyirciye ne kadar yansıtılabildiği tartışılır. Sanki geçen seneki konser seyirciyi daha fazla tatmin etmişti; en azından benim gözlemlediğim o. Bu sene detaylarla uğraşılırken, bütün (mesela akış hızı) gözden kaçırılmış gibi geldi bana. Mesela basın bülteninde uzun uzun anlatılan bir eldiven var ama keşke o eldivene harcanan zaman ve emek gösterinin teklememesi için harcansaymış diye düşünmeden edemiyor insan. Eldiveni sadece yakından görenler gördü ama aksaklıklar her yerden görülebiliyordu.
Ama eğlendik mi, eğlendik o ayrı. Hande düşecek mi, saçı yanacak mı, vantilatörlere kapılacak mı diye hop oturup hop kalktık; heyecan ve coşku bir aradaydı yani. E sevdiğimiz, ama çok sevdiğimiz şarkılar da vardı arada. Bir pop konserinden daha ne bekler insan? Cin çıkmasını mı?.. Yok. O çıkmadı işte!
TEMMUZ 2015
detaylı yorum için çok teşekkürler...kaçırılan bir konsere ilk kez sevindim...ne olursa olsun hiçbiri bir AJDA yada sezen olamayacak...
YanıtlaSilEleştri yapmak güzel işmiş doğrusu, her elinde kalem sallayan insan yapabiliyormuş bu olayı ( Siz yapabiliyorken hele). Biraz da ben eleştirmek isterim; sahne cesaret işi, hele ki showla harmanlayıp binlerce insanın karşına koymak büyük meziyet, başarabilmek başarıdır (Hande Yener fersah fersah başarmış). Eleştirmek adına, komik benzetmeler kalemi güçlü göstermek için araya süslü kelimeler serpiştirmeler, bravo doğrusu. Düz yazı olarak puan kırmıyorum. Çünkü o Hande Yener taş atacak duvar, ne yapsa yaranamadı kadın, yazık ne emek veriyosun ki, hoşaf-eşşek benzetmeli atasözümüz tam isabet adresini buluyor bu durumlarda.
YanıtlaSilElin hoyrat ecnebisi iki bacak açıp, kafa sallayıp, acayip balonla iki dans edince ağız kenarını silen bi algıda herkes. Alkış tutmanız gereken elleri göremiyorum. Çünkü o yabancı, o yapar biz neden yapalım ki. Konser alanında gizli hayranlıkla 3 saat beklemek? Bu zamanın yarısındada eleştri yapılabilir.
Şimdi ben bu yazıyı okurken ki geçen zamanıma mı üzüleyim desem, sizi köşe yazarı konumuna getirenlere mi kızsam bilemedim.
Eleştirmek ama neyi?
Karşıt görüşe geçip insanların algısını yalnış yönlendirmeyin. Gitmeyen, görmeyen insanları acınası benzetmelerinizle fikir bozukluklarına yol açmayıp. Sizin gibi insanların yaratmış olduğu bozuk düşünceler böylesi sahnelerin, showların önünü kesti.
Cesaret, başbaşa kaldığımız zamanlarda bile ayaklarımızı geri teptiren kararlar almamıza iten anlar yaşatır. Kostümü, sahnesi, tercihleri, tarzıyla cesaret örneğidir. Sadece cesaretiyle bile alkışlamak bu kadar zor olabilir mi? Sizde kendinizi alkışlayabilirsiniz birkaç kişiye hitap etmeyi başarabilmişseniz belk.....
Zaman harcamaksa hiç yazmayaydınız? Bu ülkede hala Hande Demet türevlerine kraliçe diye tapınmayan insanlar var ama üzülmeyin bir kaç yıla yok oluruz. O ecnebilere de tapınmıyoruz merak etmeyin.
Sil