(Milliyet Sanat dergisi Ekim 2015 sayısında yayımlanmıştır.)
Kılıfını kemerinize geçirdiğiniz ‘walkman’ belinizde, süngerli kulaklıkları kulağınızda, yolda yürürken, otobüste giderken müzik dinlemek nasıl büyük bir lükstü, nasıl havalı bir şeydi ancak yaşayanlar bilir. ‘Mobil’ müzik dinlemenin en ilkel formuydu ‘walkman’ler ve kasetler. Bizim kuşak müziği çok sevdiyse, bu sevgide ‘walkman’lerin ve ileri geri sardırdığımızda cihazın pili çabuk bitecek diye şarkı atlamadan başından sonuna dinlediğimiz kasetlerin payı büyüktür.
Elden ele dolaşırdı kasetler; arkadaşlar arasında ödünç verilir, alınır, dinlenilirdi. Şimdilerde dijital platformların algoritmalarla yaptığı işi o zamanlar arkadaşlar yapar, “Bak bunu da seversin,” diye yeni müzikler önerirlerdi. O ara sevmiştik Ezginin Günlüğü’nü de. Darbe sonrasının kara kuru günlerinde, ya TRT tarafından tektipleştirilmiş ya da Unkapanı tarafından pespayeleştirilmiş müziğe mahkûm edilmiştik. Ezginin Günlüğü yeniydi, farklıydı, özgürdü, cesurdu, iyiydi. 1985 yılında yayınlanan ilk albüm “Seni Düşünmek”le sevdik önce. Sonra hep sevdik.
YUMUŞAK BİR MUHALEFET
Zaman içerisinde Ezginin Günlüğü de her şey gibi, herkes gibi değişti, dönüştü. Geride kalan 30 yıla dönüp baktığımızda, grubu solist seslerinden ayırt edenler için Emin İgüs’lü ve Hüsnü Arkan’lı dönemlerin tatları ayrı ayrıdır. 2010 yılında Hüsnü Arkan’ın ayrılmasıyla başlayan yakın dönem ise bugünlere kadar gelen Ezginin Günlüğü’nün vardığı son nokta. Aslına bakarsanız, solistler bir yana, grup zaman içerisinde çok sayıda eleman değişikliği ile sürdürdü müzik yolculuğunu. Bugün ilk kadrodan sadece Nadir Göktürk kaldı geriye. Göktürk’se başından bu yana grubun bel kemiği olma özelliğini koruyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde Çimens Yapım etiketiyle piyasaya çıkan yeni Ezginin Günlüğü albümü “İstanbul Gibi”de yer alan 13 şarkının tamamı Nadir Göktürk tarafından bestelenmiş.
Nadir Göktürk grubun dünden bugüne gelişini şöyle özetliyor: “Böyle, 32-33 senelik bir grupta eleman değişiklikleri çok doğal. Ama müziğin özüne ilişkin değişiklik ne kadar oldu, ona bakmak lazım asıl. Bugün Anadolu'da yaşayan insanlarda, Hititlilerden ne kaldıysa, bizde de “Seni Düşünmek”ten o kaldı diyebilirim. İlk bakışta benzemez gibi görünebilir ama araştırdığınız zaman birçok ortak özellik bulursunuz. Hatta “Aaa, aynıymış...” bile dersiniz eminim. Ezginin Günlüğü'nün müziğe başladığı günlerden bugüne 3-4 kuşak değişti. Dolayısıyla bizim de değişmemiz çok normal. Aynı yerde kalamazdık zaten. Yani biz de değiştik. Hem de çok değiştik... Aynen "İstanbul Gibi"...”
“İstanbul Gibi”, sadece albümün ya da albümdeki bir şarkının adı değil sanki. Bu yeni albüm, müzikal açıdan da bir eski İstanbul havası estiriyor. Albümün açılışında yer alan “İnsan Sever Bir Kere” başta olmak üzere, birçok şarkıda Ezginin Günlüğü, sırtını hiç yaslamadığı kadar çok alaturkaya yaslamış bu defa. Albümü oluştururken bunu hedeflediklerini söylüyor Nadir Göktürk de: “Bu albümde, özellikle kanun, ud gibi sazlarımızı biraz daha yoğun olarak kullandık. Göksel Baktagir, Yurdal Tokcan gibi, yıllardır albümlerimizde bizimle birlikte olan, çok değerli müzisyen dostlarımız, iş "İstanbul Gibi" olunca, İstanbul'da, güneşin batışından doğuşuna, doğuşundan batışına kadarki bütün renkleri bol bol sergilediler. Ayrıca, bazı şarkılarımızda, Türk Sanat Müziği beste formlarını kullandık. Zaten her albümün kendine has bir rengi, kokusu vardır; hiçbiri bir diğerinin aynısı olmaz. Aynısı olursa, iş bitmiş demektir.”
Grubun tarihçesinde özellikle 12 Eylül sonrası döneme vurgu yapılıyor. Zira muhalif bir söylemi de olan bir grubun o günlerde ortaya çıkması, kendini göstermesi, albüm yapıp konserler vermesi hiç kolay değildi. Ezginin Günlüğü’nün fısıltılarla artan tanınırlığında bu durumun da etkisi büyüktü. Bugün de ülkenin içinden geçtiği günler, o günleri aratmıyor. Ezginin Günlüğü hâlâ muhalif mi peki? Eskisi gibi değil sanki. “İstanbul Gibi” ağırlıklı olarak aşk üzerine şarkılar söyleyen bir albüm. Tıpkı 2010’da yayımlanan “Eski Arkadaş” albümü gibi.
“Bizim muhalefetimiz, hiçbir zaman yüksek sesli bir üslupta olmadı,” diyor Nadir Göktürk. “Ama gene de, ilk yıllarda çok yoğun baskılara maruz kaldık. Bizim bu üslubumuz değişmedi, ama şimdi pek ciddiye alınmıyor galiba bu üslup. Çünkü ortam o kadar gergin ki, insanlar küfre falan alıştılar; bizim muhalefetimiz çok yumuşak kalıyor. Elbette ki yolda yürüyüş yapan bir kortej marş eşliğinde daha uygun adımlarla yürür. Ama hiç kimse, yatağına uzanıp da kendi kendisiyle baş başa kaldığı zaman, kulaklığıyla bir marş dinlemez. Öyle durumlarda, yüreğinin daha derinliklerine işleyen şarkıları tercih eder... ”
MUZİP BİR DİL
Albümdeki “Aşıkçı” “Pazara Çıktım”, “Vakt-i Kerahat” gibi kimi şarkılarda muzip bir dil kullanan Göktürk, bunun grubun müziği içerisinde yeni bir şey olmadığını vurgularken, Gezi direnişinden aldığı ilhamı da saklamıyor: “Gezi olayı Türkiye için gerçekten bir devrim olmuştur bence. Türkiye'de ilk defa kadınların da, 'kadın olarak' katıldıkları bir direniştir. Elbette ki daha önceki gösterilerde de kadınlar vardı, ama çok az sayıda ve 'bacılar' olarak hatırlıyorum hep. Oysaki Gezi'de, 'kadınlar' olarak varlardı. E, kadınların bu kadar yoğun olarak katıldığı bir protestonun böyle, ince, esprili, renkli ve güzelliklerle dolu olması da çok normal. "İstanbul Gibi" de bu tadı veriyorsa, ne mutlu bize...”
Nitekim albümde yer alan “Hikâyemiz” adlı şarkının kırgın ama yine de umutlu sözleri de yakın dönemde yaşadıklarımıza gönderme yapar gibi. “Hani uyuyan dev uyanacaktı, günah cehennemde yanacaktı? Siz bana yalan söylediniz, hani iyiler kazanacaktı?”
“Hikâyemiz”in hikâyesini şu cümlelerle anlatıyor Nadir Göktürk: “Aslında, bu şarkının çıkış noktası biraz insanın evrimine dayanıyor. Ben hep zannediyordum ki, insan daima iyi ve güçlü genler üzerinden evrimleşiyor. Daha doğrusu bize öyle öğretilmişti. Meğerse iyiler, güçlüler, kahramanlar savaşa gidip ölürlermiş ve meydan korkaklara, pısırıklara, savaştan kaçan üçkağıtçılara kalırmış... Güçlü olanlar ava gidermiş, güçsüz olanlar da yere dökülen tohumlardan nemalanır, toprakların etrafını çevirip ağalıklarını ilan ederlermiş... Oysaki biliyorsunuz, bütün Yeşilçam hikâyelerinde hep iyiler kazanır. Çocukluğumuzdan beri de hepimiz böyle yetiştirildik. Yani bu, bizim kültürümüzün özü. En kötü ihtimalle, öbür dünyada cennete gidersin diye avutulduk hep... "Hikâyemiz"de de biraz buna gönderme yapmaya çalıştık. Aslında, tarihe baktığımız zaman, sonunda, hep kötülerin kazandığını görüyoruz. Yoksa dünyamız bugünlere gelir miydi?”
Ezginin Günlüğü’nün alamet-i farikalarından biri de şiirlerden bestelenmiş şarkılar hiç kuşkusuz. Başından bu yana Nazım Hikmet’ten Oktay Rifat’a, Şükran Kurdakul’dan Ataol Behramoğlu’na dek nice şairin mısraları geçti Ezginin Günlüğü şarkılarından. Bu albümde de gelenek bozulmuyor. “İstanbul Gibi” için biri Ahmet Arif’e, biri Gündüz Göktürk’e, ikisi ise Ahmet Erhan’a ait olmak üzere dört şiir bestelemiş Nadir Göktürk. Ahmet Arif’in daha önce Ahmet Kaya tarafından da bestelenmiş “Diyarbekir Kalesinden Notlar” şiirinin bir bölümünü “Diyarbekir” şarkısına dönüştürmüş Göktürk. Ahmet Erhan’ın “Oğul” şiiri ise daha önce Selda Bağcan tarafından bestelenerek “Anne Ben Geldim” adıyla bir şarkı olmuştu; aynı şiir bu kez “Oğul” adıyla, başka notalardan geçen bir şarkı olmuş. Özellikle bu iki şarkının albümün bütün akışı içerisinde çok yerli yerinde durduğunu söylemek mümkün değil. Belki Ezginin Günlüğü’nün eski günlerine bir selam niteliği taşıdıkları söylenebilir.
Şöyle ya da böyle, eski hâliyle ya da yeni hâliyle, ne dersek diyelim, Ezginin Günlüğü, şarkılarıyla hayatlarımıza ve ülke müziğine 30 yıllık bir zaman dilimi boyunca şahitlik etti. Bizimki kadar hafızası zayıf, beğeni kriterleri oynak ve vefası eksik bir toplumda bu hiç de azımsanacak bir süre değil. Bir 30 yılı daha var mıdır onu kestiremeyiz belki ama Nadir Göktürk’ün bu konuda söyledikleri, grubun geleceği hakkında bir fikir vermeye yeter sanırım: “Hayat devam ediyorsa, elden ayaktan da düşmediyseniz, sevdiğiniz bir şeyden neden vazgeçecekmişsiniz ki?”
EYLÜL 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder