SES TİYATROSU 2 MART 2016
Gökhan Türkmen’in akustik konserine gitmek istedim çünkü 2000’lerin ikinci yarısından sonra adını duyurmuş olmasına, yani sektörde nispeten daha yeni olmasına rağmen, ancak kıdemlilerin sahip olabileceği türden bir dinleyici kitlesine sahip olduğunu biliyordum ve bu kitleyi bir bar ortamında değil, akustik bir konser ortamında gözlemlemek için bu konser iyi bir fırsattı. Üstelik konserin Ses Tiyatrosu gibi çok kıymetli, çok özel bir salonda yapılıyor olması da cabasıydı.
Tabii “akustik konser” deyince beklentim, tıpkı şu ara Youtube platformlarında pek popüler olduğu üzere, üç beş parça enstrümanla yapılacak bir konserdi. Ama gelin görün ki öyle olmadı. Sahnede koca bir orkestra vardı. Yaylı kuarteti, bir ara sürpriz kabilinden ortaya çıkıveren nefesli ekibi ile filan enine boyuna bir orkestra.
İtiraf edeyim, Gökhan Türkmen şarkılarının büyük çoğunluğu ezber ettiğim şarkılar arasında değildir. Müzikal niteliğine, düzenlemelerine filan bayılsam da ilk albümünden bu yana, Türkmen’in nazal şarkı söyleme biçimi onu uzun uzadıya dinlemekten hep alıkoymuştur beni. Bunu da yazmışımdır birkaç kez. Onun popüler olmasından sonra onun gibi şarkı söyleyen başka isimlerin çıkması da muhtemelen tesadüf değildir. Biraz çabayla (ya da fizyolojik sebeplerin ortadan kaldırılması için yapılacak müdahalelerle) düzeltilebilecek bu defoyu düzeltmemekteki ısrarı da öyle. Sevenler onu böyle sevmiş. O da bunun farkında belli ki.
Gelgelelim, benim kimisini iyi bildiğim, kimisine ise sadece kulak aşinalığım olan şarkılarını, konsere izlemeye gelen kitle başından sonuna ezbere biliyordu. Gökhan Türkmen topu ne zaman izleyiciye atsa, hiç sektirmeden eşlik ettiler, bir ağızdan söylediler. Bu haliyle bu sakin ama coşkulu konser bana bir Bülent Ortaçgil konseri havası yaşatmadı değil. Şarkıların akustik düzenlemelerini orkestranın icrası ise bir caz konseri (hadi pop-caz diyelim) kalibresindeydi.
Özellikle “Oysa ki” ve “Çatı Katı” performansları sahiden çok etkileyici idi. Hatta “Çatı Katı”nda seyirciler olarak o kadar yükseldik ki, tam orada bir virgül atıp kısa bir ara verilseydi çok daha iyi olurdu, çünkü o an konserin pik noktası idi. Ne var ki iki saatten biraz uzun süren konser, arasız devam etti. Öyle eller havaya durumuna filan geçmeden, sahnede takla atan dansçılar mansçılar olmadan, solistin bile oturarak şarkı söylediği bir konserde, katıksız müzik dinlemekten hoşnuttuk hoşnut olmasına ama hem salonun sıcaklığı ve havasızlığı, hem de kimi zaman çok üst üste gelen düşük tempolu şarkılar bir yerden sonra bir parça yordu bizi (ya da en azından beni.)
Gökhan Türkmen şarkı söylemeyi çok seviyor. Özellikle de insanlara sevdirmeyi başardığı şarkılarını onlarla birlikte söylemeyi çok seviyor. Adrenalini çok yüksekti ve belli ki ara vererek o enerjiyi düşürmek istemedi. Seyirciye de sordu zaten. “Devam,” denilince devam etti.
Gökhan Türkmen iyi bir hatip değil. Sahnede şarkı aralarında konuşarak seyirciyi yükseltmek ayrı bir beceri işi ve her şarkıcının bu beceriye sahip olması beklenemez. Bu noktada illa konuşmak istiyorsanız, profesyonel davranıp yazılı metin desteği almakta fayda var. Yoksa “Bu şarkıyı ben tuvalette yazdım,” gibi saçma bir yere varabilir konuşmalarınız ve toparlamakta güçlük çekebilirsiniz. Espri oldu, güldük ettik filan ama olmasa da olurdu (hatta daha iyi olurdu) sanki.
Bununla beraber orkestra ile uyumu, her bir şarkının falsosuz çalınması ve söylenmesi, sahnedeki herkesin ne zaman ne yapacağını çok iyi biliyor olması gibi detaylar, Türkiye’de her konserde sık rastlamadığım türdendi.
Bir de değinmeden geçmemek lazım, konserin müzik dışında bir misyonu da vardı. “Geleceğe Işık Tut” adlı sosyal sorumluluk projesine destek veren Türkmen, konseri izlemeye geleceklere yanlarında kitap, oyuncak ve kırtasiye malzemeleri getirmeleri konusunda çağrı yapmıştı. Nitekim salonun fuayesindeki karton kutularda birikmiş oyuncak, kırtasiye malzemeleri ve kitaplar, gelenlerin bu çağrıya uyduğunu gösteriyordu. Bu toplananlar, ihtiyacı olan okullara gönderilecekmiş.
Ancak Gökhan Türkmen bir parça (belki de her şarkıcı kadar) “egosantrik” bir adam. Daha önce tanışmamıştım, ilk kez bu konserde gözlemledim onu. Mesela bu önemli sosyal sorumluluk desteğini, konser sırasında çok da umuru değilmişçesine sadece birkaç cümleyle geçiştirmesi… Ya da seslendirdiği her bir şarkının söz yazarı ve bestecisini (ki çoğu kendisine ait zaten malum) tek tek zikrederken “Sen İstanbul’sun” un söz yazarı ve bestecisi olan ve üstüne üstlük o anda salonda seyirciler arasında bulunan Murat Güneş’in adını anmaması, daha önce de birçok konsere ev sahipliği yapmış Ses Tiyatrosu’nda konser vermek için Ferhan Şensoy’un ona özel izin verdiğini anlatıp (belki de bilmeden) ilk ve tek konser veren oymuş gibi bir algı yaratması, sık sık “sizin de çok sevdiğiniz” diyerek şarkılarını anons etmesi ve konser sonrası kuliste gördüğüm hal ve tavrı gibi küçücük detayları toplayarak vardım bu kanıya. Kayahan’dan Ajda Pekkan’a dek birçok yıldıza uzaktan ya da yakından bakınca şahit olduğum ve anlaşılabilir bulduğum bu “egosantrik” hâl, onda biraz “erken” duruyor henüz. Zamanla ya azalacak ya da çoğalacaktır, orasını bilemem.
Konserde konuk olarak sahneye çıkan Ayşegül Aldinç’le “Durum Leylâ”yı, Aslı Demirer’le ise “Korkak” adlı şarkısını birlikte söyledi Gökhan Türkmen. Aslı Demirer’i görmek belki sürpriz değildi ama Ayşegül Aldinç kelimenin tam anlamıyla konserin kreması oldu.
Gökhan Türkmen’in Ses Tiyatrosu’ndaki ikinci konseriymiş bu. İlkini neden bilmem kaçırmışım. Bir üçüncüsü ise Nisan ayında yapılacakmış. Gökhan Türkmen şarkılarıyla çok ilgili olmasanız bile, Ses Tiyatrosu’nun büyülü atmosferi ve tarihi dokusunda, müzikal tadı yüksek bir akustik konser izlemek hiç de azımsanacak bir şey değil. Bu deneyimi yaşamakta fayda var. Öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder