(KENAN DOĞULU HARBİYE AÇIK HAVA TİYATROSU KONSERİ 25 HAZİRAN 2016)
Konser boyunca iki farklı pantolon giydi Kenan Doğulu. İki
de farklı kemer taktı doğal olarak. Ama her iki kemerin de ucu pantolon
köprüsüne takılmamış, serbest bırakılmış ve sol taraftan aşağı doğru sarkmış
vaziyetteydi gece boyunca. Belli ki bilerek yapılmıştı. Ajda ise bundan 36 yıl
önce aynı şeyi bilmeden yapmıştı. Dolmabahçe Sarayı’nın ön cephesinde yapılan TRT
çekiminde kocaman güneş gözlükleri ve her zamanki doğaçlama dans stiliyle
yanındaki iki erkek dansçıya havalı havalı eşlik etmeye çalışıyor, bir yandan
da “Bambaşka Biri”ni söylermiş gibi yapıyordu. Üzerindeki yeşil bluzla aynı
renk örme kemerinin ucu her nasılsa sarkık kalmıştı. İki yıl filan sürdü o moda.
Hepimiz örme kemer taktık, ucunu da aynen öyle sarkıttık. O zamanlar memleketin
yegâne “trendsetter”ı Ajda’ydı çünkü. Şimdi Kenan’dan özenip de kemerini
sarkıtan olur mu bilmem. Artık herkes kendi çapında “trendsetter” çünkü.
Çok değil, daha bir hafta önce detaylı bir Kenan Doğulu
portre yazısı yazdım Milliyet Sanat dergisi için. Ağustos sayısında
yayımlanacak. Yazıya yeni Kenan Doğulu albümü vesile olmuştu; konsere gitmeme
de öyle oldu. Zira konserlere eğlenmek için değil, dinlemek için giden biri
için bir Kenan Doğulu konseri her zaman ilk tercih olmaz; hatta hiç tercih de
edilmeyebilir çünkü cümle âlem bilir ki Kenan konserlerinde çok eğlendirir. Ama
bu defa o ihtimal düşüktü biraz. Ortada bir caz albümü vardı ve dinlemelik
olacağı aşikâr bir Kenan Doğulu konseri beni bile cezp edebilirdi. Etti de
nitekim. O yüzden gittim. İlk paragraftaki sarkık kemer hikâyesi de aslında
sadece “Kenan Doğulu’nun Açık Hava’daki konserine gittim,” demek için kulağımı
tersten tutmamdan ibarettir; yoksa konserden aklımda kalan ilk ve tek detay
değil. Bu zamanda uzun yazı okutmak kolay mı?
Şunu baştan söyleyeyim; Kenan Doğulu kıdemi, tecrübesi ve
yetkinliğinde bir müzisyenin, yanına işin virtüözlerini de alarak (ya da
onların arasına dâhil olarak) kendi şarkılarının caz versiyonlarından oluşan
bir albüm yapması çok önemli, çok kıymetli. Çoktan “varyeteye doymuş” olması
lazım gelen bir popüler şarkıcı, çıtayı biraz daha yukarı çekecek cesareti
göstermeli; garanti yolların dışına da çıkabilmeli. Anlaşılır, anlaşılmaz, o
ayrı mesele. Bunu denemek bile takdire şayan.
Ama tabii alınan bu riskin
kendisini en açık göstereceği yer de konser alanı olacaktı hiç kuşkusuz.
Bundandır ki daha taksiden iner inmez içine düştüğümüz ergen ve ergenin bir
üstü güruhun arasından geçerken sinsi sinsi gülüp “Eğlenmeye geldiniz ama belki
de hiç eğlenemeyeceksiniz kih kih kih!..” diye mırıldanmış olabilirim, nasılsa
dışarıdan bakınca gençlere her sebeple uyuz olan emekli yaşlı amca gibi
göstermiyorum (en azından şimdilik) diye. Kaldı ki Kenan da benden hepi topu
beş yaş küçükmüş (“bodur tavuk her dem piliç” derler, o ayrı.)
“Bu konser alanının da kapatılacağı söylentileri çıktı
yakınlarda,” dedi Kenan konserin bir yerinde. “Çok fazla da konuşmak
istemiyorum ama…”sını da ekleyerek. “Koca Çınar”ı söyleyecekti o sırada ve
yıllar önce yazdığı bu şarkının bugünlere o günlerden çok daha fazla uyduğunun
altını çizmekte haklıydı. “Giderek ‘gusto’suzlaşan, zevksizleşen çevre…” diye
tanımlarken etrafımızda olan biteni, koca bir alkış alması boşuna değildi.
Konsere gitmeden önce evde albümü dinlerken ben de o şarkıya takılmış, belki de
sözlerine ilk defa dikkat etmiş ve benzer şeyler düşünmüştüm zira.
Pop böyle
bir şeydir ya; bütün o eğlencesi, debdebesi, şuursuzluğu arasında hiç
ummadığınız bir anda, ummadığınız bir yerde hayata dokunuverir; yazanını,
yapanını bile şaşırtır. Açık Hava’nın bir süre önce aniden gündeme düşen bir
haberle belirsizleşen akıbeti, bu seneki her konseri tarihe yazacak belki de.
Belki de şimdiki Açık Hava’ya dair biriktireceğimiz son anılar bunlar. “Koca
Çınar” bana bunları düşündüren şarkı oldu konserde. Şarkının konserdeki yeri
burası değil ama bu paragrafın yazıdaki yeri tam da bu yüzden burası. Bu
zamanda uzun yazı okutmak kolay mı?
Şimdi sahnede şöyle bir kadro hayal edin: Kontrbasta Ozan
Musluoğlu, davulda Ferit Odman ve Mehmet İkiz (iki davul, evet), nefeslilerde
Şenova Ülker, Engin Recepoğulları ve Bulut Gülen, piyano/klavyede Ercüment
Orkut ve Can Çankaya, vokallerde Tuba Önal ve Sibel Gürsoy… Tanıyorsanız mesele
yok, tanımıyorsanız ister hepsini ister birini bile araştırın, açın bakın zaten
anlayacaksınız neden o gece o sahnede olduklarını. Çünkü bu albüm için bir
“yıldızlar takımı”yla çalışmış Kenan Doğulu ve hepsini Açık Hava’ya da
getirmiş. Bu kadro birbirine pek de yabancı değil aslına bakarsanız. 2014
yılında piyasaya çıkan “My Best Friends Are Vocalists” adlı Ozan Musluoğlu
albümünde de üç aşağı beş yukarı aynı kadro vardı. Bu nedenle kadroyu
Doğulu’nun kurduğunu iddia edemeyiz belki ama bu kadroya bir pop yıldızı olarak
dâhil olmasını da hafife alamayız.
Haliyle de konserin başrolünde müzik vardı, caz (haliyle de
orkestra) vardı diye düşünebilirsiniz. Ben de öyle düşünmüştüm konserin
başında. Ama Kenan ne yaptı etti, bunca virtüöz müzisyenin arasında asıl
başrolün yine kendisi olduğunu gösterdi ki bu da beni şaşırtmadı dersem yalan
olur. Çok az, belki bir iki kez aksadı. Daha önemli gibi görünen aksaklık
“Yazmışsa Bozmak Olmaz”da yaşandı. İki davulcunun müthiş atışmasıyla, çok
yüksek enerjiyle başlamıştı şarkı. Sanırım o enerjinin devamı olarak metronomu
biraz hızlı gidince, zaten epeyce laf kalabalığı olan nakarat sözlerinde Kenan
tıkandı ve söyleyemedi. Yüzü de asıldı bir müddet. Bir de hemen arkasından ara
verilip, ara da normalinden fazla uzayınca, kesin dedim Kenan içeride
müzisyenlerle papaz oldu, popçu egosu işte bir yerden patlak verdi.
Bir de ikinci yarıya Kenan elinde gitarıyla tek başına
çıkmasın mı? Dedim skandal, adamlar kızdı, gitti. İki senedir her türlü
akrobatik numaranın denendiği Hande Yener Açık Hava konserlerinde yüreğim
ağzımda, bir skandal beklemiş, bulamamışım; hadi o anlaşılabilir bir şey de bu
kadar şahane müzisyenin bir arada olduğu konserden bir mahalle kavgası beklemek
de neyin nesi? (Hep bir haber değeri arama bulma çabaları; mesleki
deformasyon.) Öyle bir şey olmadı tabii ki. Mizansenin bir parçası olarak
ikinci yarının bir yerinden sonra müzisyenler sahneye geldiler ve konserin
sonuna dek kaldılar.
Çok karışık ilerledim, farkındayım. Hep şu, “bu zamanda uzun
yazı…” meselesi yüzünden... Üzerinize afiyet geçenlerde bir haber gördüm,
Twitter’da “RT” edilen linklerin büyük yüzdesi okunmadan etmeden “RT”
ediliyormuş da ondan bir telaş hâsıl oldu bende; yersiz değil yani.
Neyse… Başa döneyim. Ozan Musluoğlu’nun “dım dım dım dım”
şeklinde insanın fevkalade damarlarında hissettiği kontrbas yürüyüşüyle
başlayan konsere Kenan Doğulu, ilk paragraftan da anlaşıldığı üzere takım
elbiseyle, smokinle filan değil, basbayağı bir “pop-star” görünümüyle çıktı ve
“Ex Aşkım”ı söylemeye başladı. Yanı başında üç gitar duruyordu. İşlevleri
farklı bu üç gitarın kimi zaman birini, kimi zaman öbürünü çaldı, her defasında
şarkıdan önce sahne görevlisi gelip hangi gitarı kullanacaksa onu omzuna
takmasına yardımcı oldu. (Bu gereksiz gibi görünen detay, bir sahne
görevlisinin her şarkıyı takip edip yeri geldiğinde sahneye fırlayabilmesi
pratiğinin belli ki çalışılmış olduğunu göstermesi bakımından bence dikkate
değerdi.)
“Ex Aşkım”ın ardından “Aşk Oyunu”, “Baş Harfi Ben” ve
“Kıyamam” geldi. Sonra “İlk konserim,” dedi Kenan gülerek. “O kadar
heyecanlıyım yani,” demeye getirdi. Haksız da değildi. Bir önceki albümünde
röportaj yapma talebime menajerini arama, mesaj gönderme, Twitter’dan
“mention”lama gibi nice yöntem denememe rağmen cevap alamadığım Kenan Doğulu, daha
bir hafta önce bu albümle ilgili yazacağım yazı için albümü dinleme isteğimi
sadece basın danışmanına iletmiş olmama rağmen beni bizzat kendisi arayarak
henüz yayımlanmamış albümü dinlememi sağlamış ve beni çok ama pek çok şaşırtmıştı.
Bu albüm için başka türlü bir heyecan duyduğu kesindi. Ben onu anlamıştım.
Tabii pop şarkılarının caza gelirliği, Doğulu kardeşler gibi
büyük yüzdeyle armonisi sağlam şarkılar yazan müzisyenlerin ürettiği şarkılar
söz konusu olduğunda bile tartışmaya açık. Sözgelimi ben “Gelinim”in caz
versiyonunu albümde de, konserde de bayılarak dinleyemedim. Şarkıyı zaten
ezelden beri sevmemiş olmam da bir gerekçe olabilir, emin değilim.
“Gelinim”den sonra yukarıda bahsi geçen “Koca Çınar” sekansı
yaşandı ve Bulut Gülen’in şahane trombon solosu, “Sımsıkı”ya bağlandı. Ardından
“Cam Bebeğim” geldi. Albümü dinlerken sıklıkla eksikliğini hissettiğim husus,
Kenan’ın bir caz şarkıcısından ziyade, kendisinin daha edepli, daha durmuş
oturmuş bir replikası olarak şarkı söylemesi idi. En azından ucundan kıyısından
bir “bebop” tekniği beklerdim. Neyse ki konser boyunca bu eksiği gideren nice
vokal performansı sergiledi Kenan. “Can Bebeğim”, albümde de sahnede de
Kenan’ın solist olarak caza en çok yakınlaştığı şarkılardan biriydi.
Albümün tek yeni şarkısı “İhtimal”in henüz bilinmiyorluğu,
sahne yanlarındaki ekranlara yansıtılan videodan şarkı sözlerinin akmasıyla
telafi edildi. Bu arada “İhtimal” sıkı şarkı ve bence çok da sevilecek
muhtemelen.
İlk yarı “Yazmışsa Bozmak Olmaz” ile sona erdi. Ara olunca
ne yapıyoruz? Hayır, o nicedir Açık Hava gibi kimi açık alanlarda da içilmesi
yasaklanmış o çok kötü pis şeyi içmek için tuvaletlerin yanı başında tahsis
edilmiş minicik alana bir koşu gitmiyoruz tabii ki; zira çok kalabalık ortalık.
Onun yerine oturduğumuz yerden etrafta kim var kim yok bakınıyor, fazladan bir haber
çıkar mı derdine düşünüyoruz (“mesleki deformasyon” tabirini kullanmış mıydım daha
önce?)
Ooooo kimler kimler gelmiş? Kenan’ın ağabeyi, annesi,
kayınvalidesi de buradaymış. Ve elbette zevcesi de… Her ne kadar ancak ışıklar
kararıp konser başlayayazdığında sahnenin önündeki orkestra çukuruna düşme
pahasına protokolün ilk sırasındaki yerini almış olsa da bu gözler Beren Saat’i
göremeyecek kadar bozulmadı daha. İlk kez gördüm ama tahminimde yanılmadığımı
anladım. Beren Saat ne Kösem Sultan, ne Fatmagül, ne de Revenge’in Türk
versiyonundaki o kızcağız. Beren Saat bildiğin Bihter. Tabii bunu
inandırıcılık, dolayısıyla tavır açısından söylüyorum, yoksa yakın zamanda ölüm
yıldönümünde andığımız Bihter’in (Allah rahmet eylesin) hayali bir karakter
olduğunu kabul etmeyecek kadar hayalperest değilim. Kaldı ki fiziken benzese
bile, Allah karakterini benzetmesin, değil mi ama?
Tam burada bir şey söyleyeceğim… Konser boyunca çalışan
kameralardan ekranlara yansıyan görüntüler gerçekten çok iyiydi. Müthiş
detaylar, estetik ve sanatsal bir yaklaşım, hareketli bir teknikle basbayağı
DVD çektiler kaşla göz arasında. Yönetmeni, görüntü yönetmeni, resim seçicisi
kim idiyse tebrik ederim. Özellikle Kenan’ı ve onu huşu içinde dinleyen Beren’i
aynı karede yansıttıkları bölümler dizilerdeki şarkılı bölümleri aratmadı
(evet, dizilerde şarkılı bölümler oluyor artık; klip desen değil de onun gibi
bir şey, bilirsiniz işte, şarkılar da oradan yürüyor ya hani.)
Sertab vardı işte seyirciler arasında, Fatma Turgut vardı,
yanında Kerem Fırtına (Kiralık Aşk dizisindeki İso yani)… Çıkıyor olabilirler
mi? Yok canım, sadece arkadaştırlar. Caz konserinde düşündüğün şeye bak! Öte
yanda Şebnem Ferah, Özge Fışkın, Fuat Güner, İzzet Öz, Ece Seçkin, Aynur Aydın, Belçim
Bilgin, Deniz Çakır, Esra Erol, Neslihan Yeldan… Daha çok müzisyen olmasını
beklerdim ama bu ara herkes Bodrum’da tabii. Ben müzisyen olsam bu seneki
konserler içinde en merak edeceğim bu olurdu kuşkusuz. Kaldı ki Instragram’da
geçirilecek bir on beş dakika, denizi, kumu, havuzu, eğlencesiyle Bodrum’a
gitmiş kadar olmanızı sağlıyor artık, uçak parasına yazık.
İkinci yarıda sahneye sadece gitarıyla gelip sahne
merdivenlerinin hemen başına oturan Kenan, “Dön Gel”le başladığı akustik
sekansı, “Aşkım Aşkım” ve “Aklım Karıştı” ile devam ettirdi. Sonra içeriden,
ekipten birileri daha geldi yanına (Mert Tünay da vardı o birilerinin arasında)
ve hep beraber “Tencere Kapak”ı söylediler el çırpa çırpa. Sahnede ve salonda
samimiyet dozunun yükseldiği o dakikalarda Kenan, ona konser öncesi biletini
imzalatan birini davet etti sahneye. Seyirciler arasından inen genç adam ve kız
arkadaşı da sahnedeki ekibe dâhil oldu ve sonra biz aynı genç adamın
sevgilisine evlenme teklif etmesine şahit olduk. Alkış kıyamet tabii ortalık. Hani
o çift sahneden inip tek tek salondaki herkesin elini sıksa, herkes bir
sarılır, omuzlarını pış pışlardı muhtemelen ve sevgi seli oluk oluk akar,
Kabataş’tan denize dökülürdü yani, o derece bir coşku hâsıl oldu ister istemez.
Tabii bunun üzerine “Aşk İle Yap” gelmezse olmazdı. Albüm
dışı şarkılara geçmiştik çoktan ama orkestranın tekrar yerini alması ile yine
caz formundan çok da uzaklaşmadan devam ediyordu konser. “Yaparım Bilirsin”,
“Sorma” ve “Pamuk”, salondakilerce eşlikle karşılanan nice şarkı arasında başı
çekmiş olabilir. Sonra Kenan, ağabeyi Ozan’ı sahneye davet etti, Ozan piyanonun
başına geçip bir solo attı ve “Kurşun Adres Sormaz ki”ye bağladı soloyu.
Ağabey-kardeşin piyano-vokal düetinden sonra orkestranın da dâhil olmasıyla
“Tutamıyorum Zamanı” icra edildi. Bir caz konserinden illa ki beklenen
şeylerden biri de bu şarkı esnasında vuku buldu ve adeta bir “jam session”
havasında, emprovize bir biçimde devam etti şarkı. Hemen üç sıra arkamda oturan
ergen veyahut az ergenin bir üstü kızlara doğru dönüp “N’oldu sıkıldınız mı
sefil ergenler, hi ho ha ha!” bakışı fıtlatmanın tam sırasıydı ama baktım onlar
telefonlarına gömülmüş, dünya umurları değil. Bu yeni neslin azıcık
sıkıldıkları anda kendilerini saniyesinde başka bir ortama ışınlama becerisi,
artık çoktan ellerinin bir uzantısı olmuş cep telefonları sayesinde kolaylıkla
mümkün oluyor. Dolayısıyla öğüt vererek, azarlayarak, hor görerek filan
canlarını sıkmanız imkânsız. Eskiden gençlere her sebeple uyuz olan emekli
yaşlı amca olmak daha kolaymış; şimdi zor.
Sonra zaten sahnede “Kandırdım” çalındı, söylendi ve
Kenan’ın nazlı yârini çılgın sözlerle kandırmış olması yıllardır olduğu gibi
yine çok eğlendirdi herkesi. Sonra Ozan sahneden indi, sonra Ozan’ın piyano
çalarken oturduğu taburenin oturağını kendi etrafında döndürmek suretiyle
tekrar kısalttılar ve piyanonun asıl sahibi yerine geri döndü. Sadece o gelmedi
ama… “Hiç Bana Sordun mu?”nun ilk notalarıyla beraber sahneye bir anda üzerinde
Bate Bumbo yazılı bir örnek tişörtler bulunan ve her birinin elinde vurmalı bir
çalgı bulunan kızlı erkekli bir grup girdi.
(Bate Bumbo ritm grubu,
ülkemizde uzun yıllar boyu Brezilya vurmalı çalgıları ve ritimlerini çalan tek
kişi olma unvanını taşıyan Jozi Levi’nin, değerli müzisyenleri bir araya
getirmesi ile 2003 yılında kurulmuş bu arada, bilmemek ayıp değil.) Ortam bir
anda Latin Amerika’ya bağladı. Kenan zaten vakti zamanında bu şarkıyı, aynen bu
biçimde, Emir Ersoy ve Projecto Cubano’nun albümünde söylemiş idi. Burada da bu
Latin havası ve Bate Bumbo’nun da desteğiyle benim eğlenemeyeceklerini düşündüm
seyirciyi pekâlâ eğlendirdi. Sonra bu küçük çaplı Rio karnavalı, “Çakkıdı” ve
“Kime Ne” ile devam etti.
Bu kadar konser izledim, bunu bir tek (benzetmek gibi
olmasın ama) Ferhat Göçer’de görmüştüm daha önce (müzik tarzları çok farklı ya,
o bakımdan.) Yok, Rio karnavalından bahsetmiyorum. Sahnedeki şarkıcının bir tür
trans haline geçmesinden bahsediyorum. Orada çalınan müzikle, çalan
müzisyenlerle, izleyen seyirciyle hem çok alakalı hem de tamamen bağımsız bir
trans halinden söz ediyorum. O, bu dünyadan biri değil artık. Başka bir yere
gitmiş. Ya da zaten oralıymış aslında da bir konserlik aramıza gelmiş. Tamamen
katıksız, katiyen rol olamayacak kadar gerçek bir adanmışlık, uhrevi bir
kendinden geçiş hali… İlk yarıda değil belki ama ikinci yarıdan itibaren Kenan
hem şarkıcılık performansı, hem sahne üzerinde var oluş biçimi, hali, tavrı ile
sahiden sahne için yaratılmış biri olduğunu iliklerimize kadar hissettirdi bize.
Haliyle de “Aşkoklik”le yine caz formuna dönerek bitecek konser, alkışlar ve tezahüratlar
nedeniyle bitemedi ve “bis” kısmına geçiş yapıldı.
“Aşk İle Yap”ın tekrarı, Kenan’ın (taze bile olsa) bir caz
şarkıcısının ağzında eğreti durması pahasına, yılların alışkanlığı ile
patlattığı “Eğleniyor muyuz İstanbul?” sorusu ve ardından gelen “Sımsıkı”nın
tekrarı ile uzun uzun, tadını çıkara çıkara bir “bis” yapıldı ve biz neyse de
sahnedeki müzisyenler pek eğlendi bu esnada.
Sonrası malum… Işıklar açılır,
bizi iki üç saatliğine yaşadığımız hayattan koparıp almış sihirli sahne, beyaz
ışıklar altında sıradan, olağan bir şeye dönüşür, bakılacak bir yanı kalmaz ve
biz sırtımızı döner, çıkar gideriz. Oturduğumuz şeylerin taş sıralar üzerine
yerleştirilmiş plastik oturaklar olduğunu, arkamıza doğru dürüst yaslanamamaktan
dolayı sırtımızın ağrıdığını filan ancak o zaman fark ederiz. Yine de yıkılıp
yeniden yapıldığında (yapılırsa tabii) yerine getirilecek hiçbir konforun,
yaşanmışlıklarla edinilmiş anıların boşluğunu doldurmayacağını bilmenin iç
sızısıyla da taksiye biner, evimize döneriz.
Sosyal medyaya şöyle bir baktım eve dönünce. Konsere
ayılanlar bayılanlar bir yana, kimileri de şarkıları orijinal hallerinden farklı
söylediği için veryansın ediyordu Kenan’a. Hepsinin ortak şikâyeti “eşlik
edememek”ti. Halbuki edebildikleri her fırsatta etmişlerdi yine de ki ben en
çok eşlik edilememesinden memnundum zaten. Tuhaf gelebilir bu devirde ama ben
sahnedeki şarkıcıyı dinlemeye ve izlemeye gidiyorum konserlere; yanımda yöremde
her şarkıya istisnasız eşlik eden, duyduğu her yüksek ritimde ayağa fırlayıp
figürler sergileyen seyircileri değil. Yani başından beri yazıya sinen
anti-ergen ve ergenin bir üstü tavrımın sebebi hikmeti budur. Bunu tabii ancak
buraya kadar okuduysanız öğrenebileceksiniz ki müteaddit defalar söylediğim
gibi, bu zamanda uzun yazı okutmak hiç kolay değil.
HAZİRAN 2016
Eline -kalemine- sağlık Yavuz abi.. Kenan'ın sahnede transa geçtiği konusunda sana %100 katılıyorum. Acayip yakışıyor. -evet sonuna kadar okudum- :)
YanıtlaSil