(Milliyet Sanat dergisi Ağustos 2016 sayısında yayımlanmıştır.)
1961 yılında sinemalarda gösterilen “Acı Tesadüf” adlı yerli filmde rol kesen henüz beş yaşındaki çocuk oyuncuyu hatırlar mısınız? ‘70’li yılların ilk yarısında İzmir’de Elhamra Sineması’nın önünde, kendi kurduğu Çılgınlar adlı orkestrasıyla beraber sokak şarkıcılığı yapan küçük kızı görmüş müydünüz? Ya da aynı şehrin düğün salonlarında?..
1961 yılında sinemalarda gösterilen “Acı Tesadüf” adlı yerli filmde rol kesen henüz beş yaşındaki çocuk oyuncuyu hatırlar mısınız? ‘70’li yılların ilk yarısında İzmir’de Elhamra Sineması’nın önünde, kendi kurduğu Çılgınlar adlı orkestrasıyla beraber sokak şarkıcılığı yapan küçük kızı görmüş müydünüz? Ya da aynı şehrin düğün salonlarında?..
1978’de genellikle İzmir Televizyonu tarafından çekilmiş müzik programlarında “Sana Kul Köle Olmuştum” adında bir şarkı söyleyen, henüz kameraya bakmayı bile bilmeyen, çocuk yüzlü, çekingen genç kız geliyor mu gözünüzün önüne peki? Ya aynı genç kızın, 1982 yılında çıkardığı, dönemin arabesk-taverna ekolünün izlerini taşıyan “Yağmur Duası” adlı uzunçalarını bir kere olsun dinlemişliğiniz var mıdır?
Üzerinde kot şortu, yıldız kolyesi, saçları tepeden dağınık toplanmış genç kadın “Aynı nakarat hep aynı aynı, yarısı hayat, yarısı bayat,” diyerek ‘90’lar gençliğini avucunun içine aldığında çok kimsenin yukarıdaki sorulara cevabı ‘hayır’dı muhakkak. Her gün yeni bir popçu çıkıyordu, Nazan Öncel de onlardan biri olmalıydı. İşin aslı başkaydı oysa. Şanslı doğanlardan değil, şansını kendi yaratanlardı Nazan Öncel. Sanıldığı gibi bir gecede peyda olmamış, bir on beş yıldan fazlasını harcamıştı adını duyurabilmek için. Sekiz yıl süresince bir şirkette muhasebecilik yaparken, çarpıp böldüğü, toplayıp çıkardığı rakamlarla mesaisini, Kurtuluş’ta oturduğu bodrum katında geceler boyu harflerle, notalarla sürdürmüş, kalemi bilenmiş, keskinleşmiş, gitarından dökülenler kalbe dokunur, dile takılır hale gelmişti. “Şans hazırlıklı olanı yakalar,” özdeyişini doğrulayabilirdi artık.
Bugün kulağa çok ilkel, çok kakafonik gelse de o günlerin “sound” anlayışında çok havalı, çok modern tınlayan düzenlemeleri ve derinlikli sözleri, dokunaklı melodileri ile Nazan Öncel adını liste başlarına yazdıracak “Bir Hadise Var” albümü hem müzikal yolcuğunda hem de özel hayatında zorlu dönemeçlerden geçmiş ama mücadele etmekten hiç vazgeçmemiş bir genç kadının zaferiydi her şeyden çok.
Nitekim üç yıl aradan sonra, 1994’de piyasaya çıkan bir sonraki albüm “Ben Böyle Aşk Görmedim”, tereddütsüz kabul gördü dinleyiciden. Öncel o sıralar 20’li yaşlarında değildi belki ama 20’li yaşlarındaki dinleyiciyi yakalamakla kalmamış, 20’li yaşlarındaki genç popçularla aynı kulvarda dörtnala koşmaya başlamıştı.
Henüz kendisi olamamış, yolunu bulamamış bir Nazan Öncel’in ürkek ve cılız ses verdiği o ilk uzunçaları koyun bir kenara, ‘90’ların o toz dumanında sadece iki albümle kendini ama en çok da şarkı yazarlığını şüphe götürmeyecek bir biçimde tescillemek, ancak uzun yılların çabası ve birikimiyle açıklanabilirdi.
Herkes o günlerde onu Sezen Aksu ile kıyasla da, hikâyesi daha çok Kayahan’ı andırıyordu aslında. Tıpkı Kayahan gibi onun da kelimelerinden, notalarından ve sesinden başka bir gücü, dayanağı yoktu çünkü. Bahsi geçen isimlerden ve nicelerinden farkını ise yıllar içerisinde adının yanına şarkılarından başka hiçbir şeyin konulamamasıyla gösterecekti en çok.
Popun hepimizi şuursuzca neşelendirdiği, coşturduğu, belki bir o kadar da aptallaştırdığı günlerdeydik. Rebeka’nın yerine gidip hovardalık yapmayı, sevdiceğimize sımsıkı sıkı sıkı sarılıp, bize kazak örmesini talep etmeyi öneriyordu şarkılar cümlemize. Birisi ay inanmıyor, öteki of aman çekiyor, beriki hem oynuyor hem de ‘oynama şıkıdım şıkıdım’ diye halleniyordu. Nazan Öncel tam da o sıra börekler açmayı vaat etmişti ona misafir olup geleceğe.
Derken 1995 yazında “Gidelim Buralardan” deyiverdi apansız. Dedi mi, yoksa okkalı bir tokat mı aşk etti suratlarımıza, önce anlamadık. Nitekim “Göç”ün ardından “Sokak Kızı”, ve “Demir Leblebi” albümleri gelecek ve Nazan Öncel şarkıları o güne dek hiç söylenmemiş sözlere, deşilmemiş yaralara, yıkılamamış tabulara dokunacaktı bütün gerçekliğiyle.
Ne öncesinde, ne sonrasında kolaydı, kolay oldu bu ülkede bir kadının “Ben sokak kızıyım, bana iyi davranmayın,” demesi. Bugün bile bir erkek olarak buraya alıntılamaya utandığım, dinlerken rahatsız olduğum “Demirden Leblebi” şarkısının sözlerinde anlatılanları o kadar açık, net ve cesurca anlatmaksa hakikaten demirden bir leblebi yutmakla eşdeğerdi.
‘Rock’ müziğin Türkiye’de henüz ana akıma karışmadığı, yer altından yer üstüne yavaş yavaş çıkmaya başladığı günlerde bir pop şarkıcısının önce tamamen akustik, sonra baştan ayağa ‘rock” ruhuna sarmalanmış şarkılar söylemesi de kolay değildi. “E ama biz eğleniyorduk, dans ediyorduk, hafifliyorduk ne güzel!” diye çıkışırlardı adama/kadına. Alıştıra alıştıra yutturmak lazımdı acı ilacı. O da öyle yapmış, içindeki ağuyu, acıyı zamanını kollayarak, yavaş yavaş, bu üç albümün sırasıyla boca edivermişti. Daha fazlasını kaldıramayabilirdik, o da biz de.
Sonrasında belki o da rahatlamıştı artık, belki yaş almanın doğal sonucu olarak törpülemişti sivri köşelerini. 2000’lerden bugünlere dek yayınlanan albümlerinde o ağır yaşanmışlıkların, derin düşüncelerin izlerini artık albümler boyunca değil ama kimi şarkılarından sürer olacaktık nitekim. “Hay Hay”, “Aşkım Baksana Bana”, “Normal” gibi şarkılarda inceden laf dokunduran, komik, zeki, eğlenceli bir Nazan Öncel vardı. “Hayat Güzelmiş”, “Kış Baba”, “Güya”, “Ceylan” gibi şarkılarda ise, eskisi kadar sert cümleler kurmuyor olsa da hayatın gerçekliğiyle bağlarını hiç koparmadığını, her şeyin farkında olduğunu açık eden bir Nazan Öncel.
2014 yılında yaptığımız röportajda şöyle açıklamıştı bu durumu: “Bir gün gözümü açıyorum, hava günlük güneşlik, ‘A ne iyi, ne güzel,’ diyerek veriyoruz coşkuyu; ertesi gün, hatta bir saat sonra bile rüzgâr bir tersten esiyor, ne neşe kalıyor ne coşku. Mesela sen iyiysen, ben de iyiyim. Ülkede huzur varsa, biz de ‘şükür’ diyoruz. Mutluluk bende böyle mümkün… Aksi halde hep parçalı bulutluyum. Ben buyum. N'apacaksınız, artık idare edeceksiniz, çare yok. Hayat işte; canımızı ne zaman, nasıl yakacağı hiç belli olmuyor.”
Bu sözlerin ışığında, Nazan Öncel’in 2015 yılında yayınlanan “Aşkitom” adlı şarkısının güneşli günlerine denk geldiğini söyleyebilmek mümkün. Ya da bize güneşli günlerin iyimserliğini hatırlatması için yazıldığını.
Eskiden şarkıları kişisel tarihimize atfeder, yaşadığımız iyi kötü anıların fonunda hatırlardık. Son yıllarda duyduğumuz şarkılar ise ülke tarihinin dur durak nedir bilmeyen çalkantılı gündemiyle hatırlanacak belki de yıllar sonra. Bu satırların yazıldığı günlerde henüz çok sıcak, çok taze bir felaketin bizi nereye götüreceğini düşünmekteyiz kara kara. Tedirginiz, yara bere içindeyiz. Canımız çok acıdı, hâlâ acıyor. 2016 yazı, yaza hangi şarkının damgasını vuracağı tartışmalarıyla hatırlanmayacak ne çare.
Yazmaya oturduğumda Nazan Öncel’in yeni mini albümünün ne zaman piyasaya sürüleceği de kesinleşmemişti haliyle. Bu yazıyı okuduğunuzda belki çıkmış olur, belki de olmaz. Ama haberini şimdiden vermek istedim. En azından iyileşmenin, iyi kalmak için hâlâ sanata, müziğe, şarkılara tutunanlar, bu uğurda Nazan Öncel’i şifacı belleyenler bilsin diye.
Öncel’in yeni mini albümü “Sakin Ol Şampiyon” adını taşıyor. Albümde aynı adlı şarkının üç farklı versiyonunun yanı sıra “Madalyon” adını taşıyan bir başka sıfır kilometre Nazan Öncel şarkısı daha var. Şarkılar hakkında şimdilik verebileceğim ipucu ise bir kez daha “İyi ki Nazan Öncel var,” dedirtecekleri yolunda. Dahasını şarkıları dinleyince hep birlikte fark edecek ve dillendireceğiz zaten.
TEMMUZ 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder