ATHENA
HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ
16 HAZİRAN 2017
Bu zamanda akustik konser vermek mümkün müdür? Ne saçma bir
soru değil mi? Akustik konserin zamanı mı olur? Türkiye’de yaşıyorsanız olur.
Zira biz ne kadar bar bar bağırsak, “müzik sadece eğlence değildir,” diye
söylenip dursak boş… Bu ülkede yaşayan insanlar müzikle eğlenmek istiyor. Buna olan ihtiyaçları her zamankinden fazla.
Haksız da değiller. Sıkıldılar, bunaldılar, daraldılar ve dahi içleri karardı
yıllardır.
Ama öte yandan müzisyen de müzik yapmak istiyor; sadece
eğlendirmek değil. Her zaman yaptığından farklı bir şeyler yapmak, yeni şeyler
denemek, müzisyenliğini daha çok göstermek, müzisyen tatmini yaşamak istiyor. Zira
ayan beyan ki sahnede tek bir darbuka çalınsa insanlar eğlenecek ama müzisyen
bunu doğal olarak kendi başarısı kabul etmeyecek.
Akustik konseri barda yapsan olur mu? E oralara da eğlenmeye
gidiyor insanlar. Eğlenmeye, bol bol sohbet etmeye ve piyasaya yapmaya. Aslına
bakarsanız canlı müzik yapılan mekânlar arasında en az müzik dinlenilen
mekânlar barlar. Bunu herkes biliyor.
Geriye bir tek biletli, oturmalı küçük salon konserleri
kalıyor. Tiyatro ya da sinema salonları filan gibi. Onların da getirisi malum.
Yani müzisyen tatmininin parasal karşılığı varla yok arası bir şey. Ne yazık ki
gerçek bu.
Geçtiğimiz günlerde 2017 Açık Hava yaz konserlerinin
ilkinde, Zubizu ve Atlantis Yapım ortaklığında gerçekleştirilen Athena
konserindeydim. Yukarıda yazdıklarımın sebebi de o konserin “akustik” alt başlığı
taşıması idi zaten.
“Ska” ve “punk rock” arasında gidip gelen bir dolu eğlenceli
şarkısı var Athena’nın. O kadar çok ki isteseler bir konser boyu
zıplatabilirler gelenleri. Onlarsa bir süredir, sanırım iki yıldır bu akustik
konseptle çıkıyorlar kimi konserlere, bar programlarına. Konser bakımından çok
rağbet gören, sevilen bir grup Athena. Sıklıkla da kapalı gişe yapıyorlar
zaten. Nitekim Açık Hava da tıklım tıkış doluydu o gece. “Akustik” alt
başlığına rağmen böyleydi bu.
Ama sanırım gelenler o alt başlığı pek de umursamamış hatta
belki de görmemişlerdi. Zira seyirci konser boyu hep bildik Athena şarkılarının
bildik icralarını duymaya odaklanmış gibiydi. Ucundan yakaladıklarında hemen
ayağa fırladılar nitekim. Yakalayamadıklarındaysa sahneye istek şarkı adlarıyla
seslendiler.
Dedim ya, iki taraf da haklı aslında. Ama benim kantarım
müzisyenden yana ağır basıyor. Müzisyenler kendi istediğini değil de halkın
istediğini yapsaydı hep (ki öyle yapanlar da yok değil) nice olurdu halimiz? Mesela
Athena’nın 1998 tarihli ilk “official” albümü “Holigan”ın ‘90’lar Türkçe pop
“sound”unda (Korg klavye “sound”u da denilebilir ona) kaydedildiğini hayal
edebiliyor musunuz? Evlerden ırak!
Sonuçta konsere eğlenmeye gelenler belki umdukları kadar
coşup taşamadılar ama o gece Açık Hava’da bulunan herkes iyi müzik dinledi.
İyi, saf, arı müzik. Çünkü Athena müziğinin bildik katmanlarını açmış, aşmış,
siz deyin saykodelik, ben diyeyim tasavvufi türlü çeşitli renklere boyanmış
çıktı karşımıza. Bildik ya da daha az bildik şarkılarına biçtikleri bu yeni
formlar, eğlenmeyi filan bir kenara koyup dikkat kesilerek izlenecek, tadına
varılacak türdendi. Böyle bakarsanız meseleye, akustik ya da değil ama bir
konserde bir grubun ya da şarkıcının şarkılarını albümlerdekilerden farklı biçimde
dinlemek şahane bir şey değil mi aslında?
Grubun mevcut kadrosu Gökhan ve Hakan kardeşlerin yanı sıra
(ki onlar demirbaş zaten malum) davulda Sinan Tinar, bas gitarda Umut Arabacı
ve klavyede Emre Ataker’den oluşuyor. Konserde kadroya ilaveten perküsyonda
Hüseyin Cebeci eşlik ediyordu gruba. Bu kadarcık bir ekipten çıkan “sound” Açık
Hava’yı çınlatmaya yetti de arttı bile. Sahnede senfoni orkestrası çalarken
bile altyapı kullanan müzisyenlerimiz var biliyorsunuz (ya da bilmiyorsunuz.) O
sebeple bu durum altı çizilesi bir şey oldu artık.
Tabii bir de konserin konseptine uygun olarak son derece
minimalist bir sahne yerleşimi ve kullanımı söz konusuydu. Televizyondaki malum
yarışmadan da bilindiği üzere doğal hali hiperaktif bir çocuktan farksız Gökhan’ın
daha sahneye çıkar çıkmaz “Ben bu kadar ciddi yapamam yahu,” demesi boşuna
değildi. Şurada ciddi ciddi Athena izleyecektik ve Gökhan’ın da konsept gereği
oturması gerekiyordu. Oturabildi mi? Eh işte, zaman zaman. Ama etrafında
çevrili cihazlar nedeniyle hareket alanı o kadar dardı ki istese de sahnede
şöyle bir turlayamadı. Zaten o ne zaman rayından çıkmaya niyetlense, Hakan
bakışlarıyla hizaya sokuyordu Gökhan’ı. Öyle bir etkileşim vardı aralarında. Bunca
yıldır fark etmişsinizdir nitekim; fiziksel olarak da pek benzemeyen ikizler
aynı insandan iki tane gibi değil de bir tek insanın iki ayrı parçası gibiler.
Biri yanı uslu diğer yanı yaramaz, bir yanı planlı programlı, diğer yanı
dağınık iki parçası.
Sahnenin tepesine asılı duran ve sadece “Dilek Taşı” şarkısı
için aydınlatılan disko topundan yayılan ışıltının klavyenin sesiyle bir olup
yarattığı ambiyans ne kadar ‘80’lere benzettiyse Açık Hava’yı, “Kara Toprak”,
“Ötme Bülbül”, “Çanakkale İçinde” gibi türküler, düzenlemelerinin sosuyla bir o
kadar ’60, ‘70’lerden, yani Anadolu “rock”ın altın çağından ses verir gibiydi.
Ama bir taklit, bir öykünme gibi değil, Athena kokusu belirgin denemelerdi
bunlar.
Bir ara seyirci kendiliğinden başlayıverince “İzmir Marşı”nı
çalmak zorunda kaldılar. Öte yandan son dönemde cesur klibiyle çok konuşulmuş
“Ses Etme” ve Nazım Hikmet şiirinden bestelenmiş “Geberiyorum” da vardı
repertuarda. Hatta konserin “bis” kısmında “Kanlı Pazar”ı bile söylediler. “Bis”ten
hemen önce konserin vedasını “Daha güzel, daha aydınlık günlerde görüşmek
üzere,” diyerek yaptı Gökhan. Bütün bunlar protokol sıralarının şerefiyesi en
yüksek koltuklarından birinde oturan Acun Ilıcalı’nın gözü önünde cereyan etti.
(Bazı fotoğrafların, karikatürlerin altına YORUMSUZ yazılır ya hani,
paragrafların altına da yazılabilmeli bence. Mesela bu paragrafın.)
Özetle ya da (Hande Yener ve Mert Ekren’in güzel Türkçemize
yakınlarda armağan ettiği kelime ile) “özeten”, müzikal açıdan doyurucu,
damakta tat bırakan, diş kamaştıran, kulak dolduran güzel bir konserle Açık
Hava 2017 sezon açılışını yaptı Athena. Oldu olacak “set-list”i de yazayım da
tam olsun.
" “Davet”
“Kafama Göre”
“Aşk Meşk Yok”
“Bu Adam Fezadan”
5 “Geberiyorum”
6 “Her Şey Güzel Olacak”
7 “Yaşamak Var Ya”
8 “Dilek Taşı”
9 “Kime Ne”
ARA
1 “Yalan”
1 “Ses Etme”
1 “Beni Hor Görme Kardeşim” ve bağlı olarak “Ötme
Bülbül”
1 “Arsız Gönül”
1 “Kara Toprak”
1 “Bahçe Duvarını Aştım”
1 “Çanakkale İçinde”
1 “Kalem”
1 “Serseri Mayın”
1 “Öpücük”
2 “Ben Böyleyim”
BİS
2 “Kanlı Pazar”
2 “Arsız Gönül”
Bu arada son noktayı koymadan bir detayın üzerine gitmek
istiyorum birkaç cümleyle. Athena ile başlayan ve Zubizi sponsorluğundaki bu konser serisinin etkinlik
organizatörü Atlantis Yapım idi. Bu alanda epeyce deneyimli ve daha önce başka
Açık Hava konserleri de yapmış bir firma Atlantis Yapım. Bu yüzden yönetici ve
çalışanlarının bu konuları iyi biliyor olması lazım. Konserlerde protokol
koltukları (her ne kadar bir kısmı biletli satılıyor olsa da) büyük yüzdeyle
sahnedekilerin eşini dostunu, tanıdığını ya da bir şekilde konserle bağlantısı
olanları (mesela benim gibi konser hakkında yazacak olanları) ağırlar ki o gece
de öyleydi.
Haliyle bu insanlar konserden sonra sahnedekileri tebrik
etmek, onlarla iki laflamak isteyebilirler (şahsen ben şayet çok kalabalıksa bu
konuda hiç ısrarcı olmam, çıkar giderim.) Konser girişinde zaten güvenlik araması
yapılıyor ve bugüne kadar hiçbir şarkıcı da konser kulisinde suikasta uğramadı
bildiğim kadarıyla. Yani bu kadar korkacak, kulis girişlerine korumalar
yığacak, demir parmaklıklar koyacak kadar tehlikeli bir durum yok ortada. Kulis
kapısında “görevli kartı olmayanı almıyoruz” deyip görevli olmadığı çok belli
ama meşhur olması hasebiyle tanıdık simaları içeri alıp diğerlerine kabalık
yapmak oraya dikilmiş korumaların haddi değil. En kötü ihtimalle bilen birileri
kapıda durur ve içeri girmek isteyenlerden kimin iyi niyetli kimin kötü niyetli
(ne demekse o) olduğuna onlar karar verir; korumalar değil. Ya da gerçekten hiç
kimseyi almazsınız ki bu da sanatçının ya da ekibinin tercihi olabilir, kimse
de bir şey diyemez.
Bunları yazarken hicap duyuyorum ama demek ki yazmak gerekiyormuş demek.
HAZİRAN 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder