(Temmuz 2015 tarihinde GZone dergisinde yayımlanmıştır.)
“Yok, artık bundan daha iyi bir şarkı sözü yazılamaz, bu son
nokta!” dediğim ne çok şarkı sözü yazdı. Nasıl yazdı bilmiyorum.
Şarkıcılığından, besteciliğinden filan çok daha önemliydi benim için şarkı sözü
yazarlığı. Şarkı sözlerinde anlattıklarına yürekten inanıyordum çünkü. Bazen
anlıyor ve o anladığım şeyin bir tek cümleye nasıl sığdırabildiğine hayret
ediyor, bazen de içinden çıkmaya, anlamaya çalışıyordum. Bazen öğreniyordum.
Bazen bilip de unuttuklarımı hatırlıyordum. Röportajlarını okuyordum sonra, izliyordum.
Nasıl yaşar, ne yapar, ne yer, ne içer de böyle olurdu bir insan. Bu kadar
bilge, bu kadar dilbaz?.. Bilmek marifet değildi tek başına çünkü. Bildiğini
söyleyebilmek marifetti. Ve o marifet, her bilene nasip olmuyordu.
Hangi birini sayayım ki? “Dua” bir doruk noktasıdır mesela.
Levent Yüksel’in söylediği “Kırık Telli”, Kenan Doğulu’nun söylediği “Eksik
Hayatlar”, Erol Evgin’in söylediği “Seçilmiş Hayatlar”, sonra “Farkındayım”,
“Memet”… Her biri ayrı ayrı birer doruk noktasıdır. Saymakla biter mi?
İşin aşk tarafı en
kolay kopyalanabilecek tarafıydı. Herkes de öyle yaptı zaten. “Kor ateşler”,
“yürek yangınları”, “koku”, “beden”, “ciğerin yanması” gibi kalıplardan
onlarca, yüzlerce şarkı üretildi yıllar boyu. Hep söylerim; “Sen Ağlama” albümü
tek başına Türk popuna yirmi yıldan fazla bir sürelik malzeme verdi. Hâlâ da
vermeye devam ediyor. “Cover” yapılan şarkılarını saymıyorum ki “Gülümse”
albümünün “cover” yapılmamış şarkısı kalmadı en basitinden.
Eğlenceli, hınzır
ve hatta komik sözler, deyimler, tamlamalar kullanmak da kolay kopyalanabilecek
bir şeydi; onu da yaptılar. Ama ne yapılamadı biliyor musunuz? O derin
bilgelik, o sahicilik, o yaşamışlık ve görmüşlük kopyalanamadı. Şarkı yazarken
ona öykünen herkes işte tam orada çuvalladı kaldı. O yüzden onun gibi bir şarkı
yazarı daha çıkmadı. O yüzden onun yazdığı şarkıların yeri ve değeri ayrı, ona
mahsus kaldı. Çünkü başka kimsenin adı Sezen değildi; kimse onun kadar
sezemiyordu hayatı, aşkı, dünyayı, yaşamayı…
O kadar çok şey yazılıp çizilmişti ki hakkında… Ben dâhil o
kadar çok kimse kalem oynatmıştı Sezen Aksu’yu yazmak, anlatmak, tanımlamak
için… Benden böyle bir yazı istenince ne yazabilirim diye düşünmeden edemedim.
Son yıllarda pek röportaj vermemesini hem haklı hem de haksız buluyorum tam da
bu yüzden. Bir taraftan hakkında bu kadar çok şey yazılıp çizilirken, kendini
şarkılarıyla bu kadar açık ve net anlatmış birinin, o şarkılarının üzerine
fazladan bir söz söylememek istememesini anlıyor ve kabul ediyorum. Bir
taraftan da daha ondan öğrenecek çok şeyimiz olduğu kaygısıyla konuşsun,
durmadan konuşsun, anlatsın istiyorum.
Konserlerinde çok konuşuyor mesela. Ben ona bayılıyorum. Oturup
Youtube’dan sadece konser konuşmalarını izlediğim çok olmuştur. O, kendisi
başta olmak üzere herkesle ama en çok da hayatla dalga geçişinde, o
komikliğindeki serdengeçtilik, cesaret, yüz yüzelik hep iyi gelmiştir bana.
“Böyle olmalı insan,” demişimdir. Bu kadar gönül gözü açık, bu kadar yürekli…
Sahnede
söylenen sözlerin ne kadarı şovdur, ne kadarı gerçektir diye düşünmemişimdir
hiç, başkalarını izlerken düşündüğüm gibi. Muhtemelen herkes öyle ki aynı
şarkıları bir daha bir daha dinlemenin, onunla birlikte söylemenin ötesinde,
onun sohbetinden payını almak isteyenlerin de konser salonlarını doldurduğu bir
sır değil. Eskisi kadar iyi şarkı söyleyemiyormuş, sesi yorgunmuş artık… Kimin
umurunda? O anlatsın, biz dinleyelim, şarkıları bir ağızdan söyleriz nasılsa.
Hepsini ezbere bilmiyor muyuz zaten?
1978 yılında gecelerden bir gece televizyonda “Serçe”
albümünün reklamını görüşüm. Hani durağan reklamlar olurdu böyle, resmin
üzerine konuşulurdu sadece. “Kusura Bakma”, “Olmaz Olsun”, “Seni Gidi
Vurdumduymaz” şarkılarına zaten bayıldığım o kepçe kulaklı, kocaman dudaklı, ufak
tefek genç kızın çift plaktan oluşan bu yeni “longplay”inin reklamını dedeme
gösterip, onu bana almasını isteyişim… (Gişe memurluğu yaptığı Eminönü vapur
iskelesinde hazır bir plakçı vardı zaten, ara sıra beni de yanında
götürdüğünde, akşamları Üsküdar’a dönerken beni sevindirmek için istediğim bir
45’lik plağı alırdı. Bir kere de “longplay” alıversindi, ne olurdu?)
1981 yılında “Ağlamak Güzeldir” 33’lüğünü pilli pikabımda
çevire çevire dinlerken, en çok “En Uzun Gece”nin içindeki ney solosuna ölüp
bitmem, ertesi yıl çıkan “Firuze” 33’lüğünde de bu defa “Bazen”in başındaki ney
solosunu aynı iştahla binlerce kez dinlemem… (Bir ortaokul öğrencisi için bu
derin huşu hali ne mene bir şeydir, onu hâlâ anlamam.)
1984 yılında
etrafımdaki yaşıtım hiçbir arkadaşım Türkçe pop dinlemezken, “Sen Ağlama”
kasetinden bilmem kaç tane satın alıp her birine hediye etmem… (Dinlesinlerdi,
sevsinlerdi, Michael Jacksonlar Madonnalar nereye kadardı?)
1991 yılında “Gülümse” albümünün ilanı gazetelerde çıktığı
gün, benim okulda kalmam gerekirken, arkadaşımın belki bir kilometre uzaklıktaki
kasetçiye gidip kaseti alıp bana getirmesini istemem, onun haliyle kabul
etmeyişi ve benim o geceyi hezeyanlarla geçirip, ancak ertesi günü yeni Sezen
kasetine kavuşabilmem… (Ankara’ya bir gün sonra gelmiş meğer; yani boşuna
kıvranmışım.)
1993 yılında “Deli Kızın Türküsü” albümünün fon müziği olarak
eşlik ettiği, evliliğimin ilk günleri… O günlerde deliler gibi dinlediğimiz “Kalbim
Ege’de Kaldı”nın doğacak kızımıza Ege ismi vermemizin sebeplerinden biri oluşu…
Hepsini anlatmaya kalksam sayfalar dolar. Hani Sezenli
Yıllar diye bir gösteri sahnelenecek ya bu yakınlarda, sadece bu ülkenin
tarihinde değil aslında, her birimizin kişisel tarihinde uzun, upuzun Sezenli
yıllar var. Kayıplarımıza, hüzünlerimize, kazançlarımıza, sevinçlerimize,
aşklarımıza, anılarımıza, zaferlerimize, yenilgilerimize eşlik etmiş, onları
daha sevilir, daha kabul edilir kılmış, kimi zaman güldürmüş, kimi zaman
ağlatmış ama hep dibine kadar yaşatmış nice Sezen şarkısı var.
Doğum gününüz kutlu olsun Sezen Aksu. Sizinle aynı zaman
diliminde bu hayattan geçmiş/geçiyor olmak hayatı daha heyecan verici, daha
renkli, daha mutlu ve en önemlisi de daha anlaşılabilir ve katlanılabilir kıldı
benim için. Biliyorum ki çok ama çok sayıda kişi için de böyle bu. Bunun
farkında olsalar ya da olmasalar da… İyi ki doğdunuz.
HAZİRAN 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder