Çadırsız Festival


FİZY İSTANBUL MÜZİK HAFTASI 
(18-23 EYLÜL 2018 ZORLU PERFORMANS SANATLARI MERKEZİ)


Müzik dünyası yeni bir festivale daha kavuştu. Ama bu festival diğerlerinden bir hayli farklı. Zira cazı, klasiği bir kenara koyarsak, popüler müzik festivali deyince akla açık alanlar, çadırlar, sırt çantaları filan geliyor ister istemez. Bir de “rock” müzik tabii doğal olarak. Ben hiç Türk sanat müziği festival yapıldığını görmedim, duymadım mesela. Keza arabesk… Ve dahi pop müzik festivali yapıldığı da görülmüş şey değildir memlekette.


Eskiden bir festival modası vardı ama o başkaydı. Karpuz festivalinden kiraz festivaline o beldenin nesi meşhursa onun festivali yapılır, festival kaç gün sürerse her gece bir başka şarkıcı sahneye çıkardı. Alaturkacılar, popçular, türkücüler filan karışık. O zamanlar “rock”ın esamisi okunmazdı tabii. Özellikle Çeşme, Kuşadası ve Marmaris festivalleri döneme damgasını vurmuştu ama onlar da sayılmaz. Onlar başka bir kafaydı zira.

Neyse şimdi yurdun festival tarihini anlatacak değilim. Bugüne bakalım. İlk cümlede verdiğim haberi ballandırayım biraz.


Fizy İstanbul Müzik Haftası etkinliğin tam adı. Adı üzerinde bir hafta sürüyor ve Zorlu Performans Sanatları Merkezinin türlü çeşitli salonlarında gerçekleştiriliyor. Bahis konusu merkezde çadır kurabilecek, hatta at koşturulabilecek kadar geniş alanlar var ama gerek yok. Zira evinizden kalkıp metroyla filan kolayca gelebildiğiniz için yatıya kalmak ihtiyacı hasıl olmuyor. Ayağınız bırakın çayırı, çimeni, tozu, toprağı, granitten gayrısına da değmiyor. Bunlar birer lüks mü? Vallahi araziye, toza toprağa, sırt çantasına filan yirmili otuzlu yaşlarında ziyadesiyle doymuş biri olarak benim için lüks. Tabii herkesin nereden baktığına bağlı ama zaten bu festivali diğerlerinden ayıran sadece konfor meselesi değil. Ne peki?


Bir kere programda müziğin sadece “rock” kanadına değil, pop kanadına da yer verilmiş. Bu bir ilk. Yani Selda Bağcan, Şebnem Ferah, Athena, Teoman, mor ve ötesi gibi festival kamberlerinin arasına Kenan Doğulu, Edis, Simge, Ece Seçkin gibi pop yıldızları serpiştirilmiş. Oran eşit değil belki ama olsun.  Fizy gibi müziğin her çeşidini barındırıp müzik dinleyicisinin her kesimini hedef kitle kabul eden bir platform sadece “rock” müzik festivali yapmamalıydı zaten.


Bunu yıllardır yazar, çizer, iddia ederim ki dinleyicisinden sponsoruna, müzik yazarından radyocusuna herkesin bu ülkede yapılan müziğin her türüyle barışması şart. Türkiye’de müzik sektörü ancak o zaman rönesansını yaşayabilecek. Önyargılar, kategorize etmeler, ötekileştirmeler, iteklemeler bittiği zaman… Kimse kimsenin ne dinleyeceğine karar verme yetkisini kendinde görmediği zaman. Seçme hakkı ve sevme hakkına saygı duymayı öğrendiğimiz zaman.


Bir Emel Sayın konseri neden olmasındı mesela bu haftada? Ya da bir Kibariye?.. Koliva, Kardeş Türküler, Suzan Kardeş?.. Zamanla oralara da geliriz umarım. Şimdilik popçuların varlığı bile az şey değil. En azından ufaktan bir seçme hakkımız doğmuş.


İkinci mesele programa dâhil edilen paneller. Evet, müziğin çeşitli boyutlarıyla tartışıldığı paneller, masaya yatırıldığı konferanslar, söyleşiler filan yapılıyor zaman zaman. İKSV’de vardı bir ara. Benzer şekilde kimi akademik etkinliklere de rastlıyorum bazen, özellikle üniversitelerde. Ama dört gün boyunca ardı ardına toplam on üç oturumluk bir paneller serisinin yapıldığına ilk kez şahit oluyorum. Çok iyi seçilmiş konular, yer yer nokta atışıyla seçilememiş olsa da alanında yetkin konuklar bir yana organizasyonun hem teknik hem de idari anlamda akıcılığı ve aksaksızlığı alkışa değerdi. 


İşin paneller kısmı bulunmaz Hint kumaşıydı benim için ve bendeniz naçizane bir talebe disipliniyle her gün iştirak etmeye çalıştım efenim. Ne var ki kendi kendime azmettiğimle kaldım. Çünkü geleneksel medyanın müzik köşelerini ellerinde tutan kıdemli müzik yazarlarından, sosyal medyanın kendini müzikle ilgili her konuda ahkam kesmeye adamış yeni yetmelerinden, müziği meslek olarak icra eden müzisyen tayfasından kimselere rastlamadım panelleri izlemeye gelenler arasında. 


Bunların dışındaki seyirci katılımı zaten azdı çünkü konular doğal olarak spesifikti ve bu bir ilgi alanı ve merak meselesiydi. Bir de hafta içi günlerde mesai saatlerindeydi paneller. Ama konuşmacı olarak işli güçlü adamların/kadınların, pazarlama müdürleri, direktörler, yayın yönetmenlerinin filan vakit ayırıp, hazırlanıp gelmeleri Fizy’nin, PSM’nin ve Mediacat’in ayrı ayrı marka değerleri ve saygınlıklarıyla doğru orantılı bir ciddiyetin göstergesiydi şüphesiz.


Ben kendi adıma çok şey öğrendim, ufkumu ve görüşümü açacak konuşmalar dinledim, düşündüm, kafa yordum ve bu beni mutlu etti. Yukarıda bir cümlede de bahsini geçirdiğim gibi, kimi konular için seçilen konuşmacılar en doğru isimler değildi belki ya da kimi konuların ucu fazlaca açıktı, verilen sürede toparlanmaları zordu. Ama bunlar ilk tecrübe için göz ardı edilebilecek kusurlardı.


Konserlerin tümünü takip etmek tabii ki mümkün değildi. Hem eni konu mesai harcamak icap ederdi hem de aynı anda üçe beşe bölünmek. Ben kendi adıma fırsat bulduğum zamanları değerlendirdim. Perşembe gecesi aynı anda Ortaçgil’in konser verdiği salonun kapısının önünden geçerken kafam o tarafa dönük kaldı ama ayaklarım beni Kalben konserine götürdü. 


Cuma gecesi Selda’yı izledik. O bittiğinde başka bir salonda devam eden Tuna Kiremitçi konserine iki-üç şarkılığına da olsa takılıp sonrasında yine salon değiştirip ucundan Athena izledik. Son gün ise önce Simge’yi, ardından Edis’i izleyebildim. Daha fazlasına ne zamanım ne de (salonların bütün konforuna rağmen) ayakta dikilme mecalim yeterli değildi. Yoksa gönül daha fazlasını da görmek isterdi.


Ama bu kadarcığı bile bir fikir edinmeme yetti. Bir kere konserlerde gördüğüm seyirci kalabalığı çok sevindiriciydi. Hatta benim gidemediğim cumartesi günü biletlerin tamamen tükendiğini öğrendim sonra. Henüz sezonun tam başlamadığı bir zamanda, bir geçiş döneminde ve de ekonomik bir krizin içinde olmamıza rağmen insanlar müziğe ve eğlenceye akın akın gelebilmişlerdi demek. 


Yaz aylarında sosyal medya vasıtasıyla takip ettiğim festivallerin, konserlerin doluluk oranları ve dahi bizim müzikale gittiğimiz şehirlerde gösterilen ilgiyi de üzerine koyduğum zaman şu sonuca varabilirdim: Kriz ve baskı dönemlerinde insanlar daha çok müziğe, sanata sarılıyor, müzik ve sanat üzerinden sosyalleşmeye, ortak duyarlılıklarla bir araya gelmeye daha fazla ihtiyaç duyuyorlardı. Tarih bunu zaten söylüyordu da bir kere de gözümle görmüş oldum.


İşin konserler kısmının da (en azından gördüğüm kadarıyla) tıkır tıkır işlediğini söyleyebilirim. Hiçbir kargaşa, karışıklık ve hataya şahit olmadım. Teknik olarak zaten her şey çok iyiydi. İstanbul’da aynı anda bu kadar çok sayıda konseri taşıyabilecek başka kapalı mekân da yok zaten. Bununla birlikte mevcut salonların hepsinde ışık, ses ekipmanları oturma ya da ayakta durma düzenleri, sahne tasarımları, konumlandırmaları gibi teknik konular ziyadesiyle tatmin edici. Konser çıkışında kulaklarınız şişmiyor, beyniniz zonklamıyor. Kimse size zorla içki satmaya çalışmıyor ama almak isterseniz de her yerde elinizin altında. Kalabalıktan bunaldığınızda çıkıp nefes alabileceğiniz alanlar fazlasıyla var.


Festival haftası içinde bir de ödül töreni vardı. Fizy Müzik Ödülleri töreni. Gayet minimalist, az kategorili, kısa bir sürede başlayıp biten bir ödül töreniydi bu. Bir son dakika kararıyla kendimizi törende bulduk Çarşamba gecesi.


Tabii memleketteki her ödül töreni gibi dağıtılan ödüller tartışmaya açıktı. Söylendiğine göre Fizy platformundaki dinlenme ve izlenmelerle belirlenmişti ödül sahipleri. Yani bir jüri ya da oylama yoktu. Televizyon tabiriyle “reyting” birincileri belirlenmişti bir nevi. İyi hoş ama akademik bir jürinin belirli kriterlere göre seçim yapmadığı bir ortamda birinci gelenlere “en iyi” demek doğru muydu? “En iyi” demek en çok izlenen, en çok dinlenen demek miydi? Peki tüm zamanların en iyi grubu kategorisindeki birinci nasıl belirlenmişti bu durumda? MFÖ’yü kim seçmişti?


Bunun yerine Fizy platformunda yılın en çok izlenen kadın / erkek şarkıcıları, şarkıları, albümleri, en çok izlenen klipleri filan ödül alsa ve böyle anons edilse, Ahmet Kaya, Sezen Aksu, MFÖ gibi isimlere Fizy Onur Ödülü filan gibi ödüller verilse kuşkusuz çok daha inandırıcı ve şık olurdu.

Kısa ama gösterişli ödül töreninde ödül alanların büyük kısmı yoktu. Hatta Mazhar Alanson ödül konuşmasında katılmayanlara dokundurmadan edemedi. Bu törenin ödül alan herkesin gelebileceği bir tarihe denk getirilmesi imkânsız mıydı onu bilemem ama ilk tören için talihsiz oldu bu durum.


Günahıyla sevabıyla ilk Fizy İstanbul Müzik Haftası böylece geldi geçti. Fizy, Zorlu PSM, Atlantis Yapım,  SM Production ve Mediacat’e bir müziksever ve de müzik yazarı olarak teşekkür etmek boynumun borcu.


Şimdi sırada ay sonunda başlayacak olan Ada Müzik etkinliği Burada Müzik Var’da sıra. Moda Kayıkhane’de gerçekleştirilecek etkinlik kapsamında da bir dolu konser var bizi bekleyen. Üstelik orada da çadır kurmaya gerek yok.

Böylesi etkinlikler, festivaller, konserler ne kadar çok olursa o kadar iyi. Hele ki böyle sponsorlu olursa hem etkinliğin kalitesi hem de müzisyenlerin maddi manevi konforu açısından çok çok daha iyi. Bize düşen de gitmek, takip etmek, tadını çıkarmak.


EYLÜL 2018

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder