EDİS HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ 25 HAZİRAN 2019
İhbar ediyorum! Protokol sıralarında oturan ve koltuğunun
arkasındaki etikette “Biletix 111” yazan hanımefendi kimdir, kimin nesidir
bilmem ama konseri başında sonuna cep telefonuyla çekti. Öyle hikâye, canlı
yayın filan değil, basbayağı video olarak çekti kaydı hiç durdurmaksızın. Hayır
iki gün sonra Edis Harbiye konseri korsan VHS kaset, VCD, DVD ya da “blue-ray”
olarak piyasaya sürülürse en azından kimin yaptığını bilin diye yazıyorum bunu.
Tamam, biliyorum ne VHS kaldı ne DVD. Olsa olsa YouTube’a
yükler, o da telif sebebiyle kaldırılır zaten, değil mi? E o zaman insan niye oturup
izlemek varken elindeki o çok gelişmiş “selfie” çubuğunu konser boyunca havada
tutma eziyetine katlanır? Canlısını doğru düzgün izleyemedikten sonra videoyu
tekrar tekrar izlese ne fayda? Hem de telefon ses kalitesiyle?.. Hayır ben de hanımefendiye
sinir olmaktan, “Cık cık cık… Bak hâlâ çekiyor!” demekten konsere odaklanamadım
yani (burası abartı.) Tam oturduğum sandalyenin dibinde, tepemde tepinen, şarkılara
eşlik edip histerik çığlıklar atan genç kızlara o kadar sinir olmadım mesela.
Onlar tadını çıkarıyorlardı çünkü, eğleniyorlardı.
Sonra bir an kendime dışarıdan bakınca, konseri öyle dikkatli
dikkatli izleyerek, detay gözlemleyerek, hatta durup durup notlar alarak
aslında benim de bir çeşit kayıt yaptığımı fark etmem hoş olmadı tabii.
Muhtemelen tepemdeki kızlar da bana sinir olmuşlardı haklı olarak. Neyse ki
İstanbul’da artık kimsenin kimseye gıcık olmayacağı bir dönem başlıyordu. En
azından öyle olacağı umudu ile dolmuştuk daha iki gün önce. Neyse… İşte bu
yazıyı da Edis Harbiye Açık Hava konserinin korsan VHS kaseti olarak
izleyebilirsiniz (burası “öyle akıcı yazacağım ki izlemiş kadar olacaksınız”
şeklinde bir alt metin, çılgın bir ironi ve böbürlenme içeriyor.)
Biliyorsunuz Edis ilk Harbiye konserini geçen yaz vermiş,
sonra ikincisini de vermiş, peşi sıra ise “Ân” konserlerine o zaman bu zaman
devam etmişti. Bu ise üçüncü Harbiye konseri idi. Haliyle palazlanmış, o ilk
heyecanını atmış, kendinden daha emin bir Edis görecektik sahnede. Nispeten
gördük de. Ama “heyecanını atmış” kısmı tam doğru değil. Yine heyecanlıydı,
yine konuşurken aklından geçenleri cümlelere dökmekte zorlanıyordu. Buna karşın
daha temrinli ve daha alışkın, daha ait olduğu yerde durduğunun farkındaydı bu
defa.
Konser dev “led” ekranlardaki Edis görüntüleriyle başladı,
ardından Edis, tıpkı geçen sene yaptığı gibi yine sahne altındaki boşluktan bir
anda fırlayarak seyirci önüne çıktı. “Çok Çok” ve “Yalan”ın kısa birer versiyonla
birbirine bağlandığı ilk sekansta dansçılarla sahne şenlenirken Edis de
seyirciyi her defasında gaza getiren figürleriyle onlara eşlik ediyordu.
Ardından “Bana Ne?” geldi ve sonrasında ilk konuşma. “Üçüncü Harbiye
Muharebesi” diye tanımladı konserini Edis. “Ve yine kazandık,” dedi sonra da.
“Salonu doldurmayı başardım,” diye anladım ben bunu. Eh, haksız sayılmazdı.
Sırada “Köle” vardı. “Köle”nin içine Hande Yener’in “Acele
Etme”sinin “nananey”leri karıştırılmıştı. Konser boyunca zaman zaman böylesi
“mashup”lar duyacaktık nitekim. “Köle”nin hemen arkasından “Sevişmemiz Olay”ın
içine de “My Love” ve “Sexyback” karışmıştı mesela. “Eyvallah”ın içinden de
“Galvanize” geçti.
Sonra arka arkaya “Roman”, “Doldur İçelim” ve “Ân” geldi.
Peşinden sahneye getirilen tabure buraya kadar yüksek tempolu giden konserin
biraz yavaşlayacağının habercisiydi. Öyle de oldu. “Sen Özgür Ol” ve “Dur De”,
ardından “Vay” ve “Uzun İnce Bir Yoldayım”la ilk yarı yavaş tempoda sona
erecekti.
Edis’in tabure konuşmaları bir gelenek midir bilmiyorum ama
geçen sene izlediğim konserde de olmuş ve duygusal anlar yaşanmıştı. Yine
benzer bir şey oldu. Yine anne, babası ve teyzesi hemen karşısında oturuyordu.
Edis de onlara ne kadar düşkün olduğunu gösteren sözler söyledi, annesinin
tedavisini yarıda kesip geldiğinden bahsetti.
Yakın bir dönemde yurt dışına açılma çalışmaları ve
bağlantıları için Amerika’ya gitmişti. Biraz ondan bahsetti. Babasının ondan
önce gidip onun rahat edebilmesi için keşif yaptığını, bu arada Mahzun
Kırmızıgül’ün de orada babasıyla ahbap olduğunu, onlara yardımcı olduğunu ve
hatta ister istemez onu babasının arkadaşı gibi benimsediğini filan anlattı.
Mahzun Kırmızıgül de orada, seyirciler arasındaydı zaten. “Uzun İnce Bir
Yoldayım”ın bir kublesini de ona söyletti Edis. Saygılı çocuk sonuçta.
İlk yarının sonunda biraz hava almak için arka tarafa
geçtiğimizde (ki bilirsiniz Açık Hava yazları pek esintili bir yer değildir, en
tepede oturmuyorsanız şayet) ister istemez havanın sıcaklığı üzerine konuşur ve
“nem çok nem” filan gibi beylik şeyler söylerken Edis için endişelendim. Zira
ilk yarı boyunca giydiği kostüm kat kattı ve boğazına kadar da kapalıydı.
Altında şort-pantolon da olmasa kostümün kıştan kaldığı ya da en azından kışın
tasarlandığı rahatlıkla söylenebilirdi. Sahi bu sıcakta böylesi terletecek, dans
için gerekli hareket serbestini sınırlayacak, dahası dansı figürlerini de
yeterince göstermeyecek bu kostüm nedendi? Edis’e bu kötülüğü niye yapmışlardı
ki? Kızamık çıkarmasaydı bari.
Gelin görün ki ikinci yarıda giydiği kostüm ondan da beter
çıktı. Bu defa kalınca beyaz bir kumaştan, hatta sırt kısmı basbayağı yorgan
görünümlü bir şeyle çıktı sahneye. Altı da şort değildi üstelik. Dansçılar
deseniz onlar zaten hiç kostüm değiştirmedi ki onların kostümleri de oturduğum
yerde beni terletti, o kadar diyeyim size.
Neyse… İkinci yarı da yüksek tempolu başladı. “Olmamış mı?”
zaten gümbür gümbür bir şarkı. Edis de “Artık oturmak yok,” deyince yazının
başında bahsi geçen “tepemdekiler” belirdi mesela, herkes birkaç adım öne
hareket etti, bir kaynaşma oldu. “Benim Ol” ve “Çok Çok” üst üste gelince de
kıyamet koptu tabii. Daha önceki konserlerinde de söylediğini bildiğim
“Çakkıdı” ve “Bir Derdim Var”la aksiyon devam etti. Ta ki “Zalim”e kadar. Evet,
Levent Yüksel’in “Zalim”inden bahsediyorum. Bilenler bilir, Levent Yüksek bir
ara Sıfır KM diye bir grup kurmuş ve şarkılarını “rock” formunda seslendirdiği
bir de albüm yapmıştı. O albümde “Zalim” de vardı. Edis’ten dinlediğimiz
“Zalim” de ona benzer bir biçimde cayır cayır bir “rock” şarkısını dönüşmüştü
işte.
“Zalim” için “Hayatımı değiştiren şarkı,” dedi ama “Hayatımı
neden değiştirdiğini tabii ki anlatmayacağım burada,” deyip konuyu kapatıverdi.
Ben de kuliste sorarım diye not ettim hemen. Kayıttaydım yani. “Biletix 111” ve
ben sürekli kayıttaydık.
Hani geçen seneki konserde de yazmıştım ya, Edis’in dört
kişilik küçük ama gayet iyi çalan bir orkestrası var diye. Tabii doğal olarak
Edis şarkıları gibi elektronik altyapılı şarkılara bu “rock” tabancı
orkestranın yanı sıra altyapı desteği de gerekiyor ve kullanılıyor da. Bu da
geçen sene beni bile “Acaba ‘playback’ mi yapıyor?” şüphesine götürmüştü. Bu
sene ise ya sesin daha dengeli oluşundan ya da oturduğum yerin konumunda
duyduğum sesin daha iyi oluşundan bilmiyorum ama altyapıların üzerine
orkestranın canlı çaldığını ve Edis’in “playback” yapmadığını, sadece bazı
şarkılarda altyapıda vokal desteği olduğunu çok net ayırt edebildim. Haliyle de
dansın, yüksek temponun ve gümbür gümbür ritmin olmadığı şarkılarda Edis’in
şarkıcılığı hakkında fikir edinmek için ortam daha müsait oldu.
İşte tam da bu noktada arka arkaya önce “Take Me To The
Church”, sonra da “Le Temps De Cathedrales” söyledi Edis. İkisinde de özellikle
de ikincisinde son derece başarılıydı.
Yıllar önce sahnede söylediği bu müzikal şarkısının ardından
yine yıllar önce birlikte bugünlerin hayalini kurduğu çocukluk arkadaşı Aybüke
Albere’yi sahneye davet etti Edis. Takip edenler bilir, Aybüke’nin ilk teklisi
“Ne Diyorsan”, 2018 Aralık ayında yayımlanmıştı. O teklinin tanıtım gecesine
gitmiştim ve Aybüke o gece sahnede başka şarkılar da söylemişti canlı olarak.
Ben de çıkış şarkısı olarak şatafatlı bir şarkı olsa da “Ne Diyorsan”ın
Aybüke’nin sesini ve enerjisini doğru yansıtmadığını düşünmüştüm. Açık Hava
sahnesinde ise Aybike fişek gibiydi. Tanıtım gecesinde gördüğüm çekingen ve
heyecanlı kız, yine çok heyecanlı olmasına rağmen sahneyi çok doğru kullanarak
doldurmayı başardı. Kostümü, saçı başı, makyajı da hoştu.
Aybüke “Playback” olarak
söylediği kendi şarkısından sonra ise Sertab Erener’in “Söz Bitti”sini hiç
teklemeden, tertemiz bir şekilde canlı söyledi. Şarkının sonunda Edis sahneye geldi,
Aybüke’yi bir kez daha alkışlattı ve seneye onu da Harbiye’de görmeyi diledi.
Ama Aybüke’nin daha yolu var tabii. Seneye yetişir mi bilmem.
Aybüke sahneden ayrıldıktan sonra Edis “Buz Kırağı” ile
seyirciyi bir kez daha yükseltti. Bu şarkının düzenlemesi gerçekten çok iyi.
Bırakın nakaratının gücünü filan sadece “intro”su yetiyor insanları harekete
geçirmeye; üstelik hareketli bir şarkı olmadığı halde.
Sonra tabii muhtemelen mecburiyetten söylenmesi gereken iki
şarkı geldi arka arkaya. Master Card reklam şarkısı “Paha Biçilemez Bir Şey
Başlat” (ki bence Edis kariyerinin en zayıf halkası) yepyeni Armageddon “remix”
versiyonu ile ilk kez söylendi. Head and Shoulders’ın reklam şarkısı “Efsane
Sensin”i de hemen arkasından seslendirdi Edis (ki bu da ikinci zayıf halka yine
bence.) Hayır böyle yazıyorum diye de reklam verenler Edis’e şarkı yaptırmaktan
vazgeçmesinler sakın. Sonuçta çocuk reklamdan kazandığını da müziğe yatırıyor,
kazansın yani (buraya bir küçük soru işareti konulacak ama şimdi değil, biraz
sonra.)
Konserin yavaş yavaş sonlarına geliyor muyduk neydik?
“Biletix 111”in şarjı hâlâ bitmemişti. Tepemdekiler tepeme geldikten sonra bir
daha yerlerine dönmemişlerdi. Ama olsun, konser güzeldi, bence devam
edebilirdi. “Güzelliğine”, “Yalan”ın bu defa uzun versiyonu ve içine bir miktar
Ezhel’den “İmkânsızım” karıştırılmış “Dudak” ile finale geldik ne çare.
“Bis” olmadı çünkü yaş ortalaması epeyce küçük seyirci
kalabalığının “bis” müessesesinin nasıl işlediğini tam olarak bilmedikleri
aşikârdı. Bu bir oyundur oysa. Hem seyirciyi hem de sahnedeki müzisyenleri
eğlendiren bir oyun. Onlar gider, sen alkışı kesmezsin, tempo tutarsın, olmadı
“bir daha bir daha” filan dersin, onlar da geri gelir ve zaten önceden
planlanmış olan “bis” şarkı veya şarkılarını çalarlar. O tempoyu doğru
tutmazsan, alkışı düzenli devam ettirmez, üstüne üstlük salondan yangın varmış
bir an önce kaçmaya çalışırsan konser biter doğal olarak. Bitti de nitekim.
Tabii ben sahne arkasında yapılacak “after party” de Mahmut
Orhan’ın çalacağını konser sonunda iki lafladığımız Edis’in annesi Sevil
Hanım’dan öğrendim. Yani arka tarafta pek öyle konuşma, soru sorma, kritik
yapma imkânı olmayacak gibiydi. Ya da bir mekânda bangır bangır “dj” çalarken
sohbet etme yazılımı benim donanımında yüklü değildi; ben doğduğumda o yazılım
çıkmamıştı henüz, ne bileyim ben.
Edis’in konser sonrası kuliste “Abi bu konserde de beni
yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederim,” derken ne kadar samimi ve içten
olduğunu biliyordum. Öyle yetişmişti çünkü. Dilerim annesi, babası, teyzesi ve
tüm ailesiyle daha uzun yıllar başarılarını kutlamaya devam eder.
Bak yine babalık damarım eleştirmenlik damarımın üstüne
bindi. Hemen toparlıyorum… Zira büyükler küçüklerine hatalarını da söylemeli,
onları aileden saysalar, bilseler bile.
Öncelikle bu konsere Edis’in özel bir hazırlık yapmadan
çıktığını düşündüm. Yani Harbiye’ye özel, en azından yıl içinde verdiği
konserlerden farklı bir şey bekledim ama göremedim. Hatta bir iki şarkı
ilavesi, şarkıların sıralamasının değişmesi ve Aybüke’nin konuk olması dışında
geçen seneki Harbiye konserinin neredeyse tekrarı gibiydi bu seneki konser.
Oysa söz konusu Edis olunca, genç bir kafa, genç bir ekip, genç bir izleyici
kitlesi gibi parametreler ister istemez beklenti çıtasının yükselmesine sebep
oluyor. Ben olsam bu konseri “Ân” turnesinin devamı gibi değerlendirmezdim.
Harbiye konserleri her şeye rağmen farklı bir atmosfer, farklı bir aura
yaratmak için hâlâ tek adres ve o yüzden özel bir hazırlık gerektiriyor.
Bir de konserin bütününe baktığınızda bir dağınıklık
çarpıyor gözünüze. Bir cümlesi, bir sözü olmalı oysa. Bütün o dağınıklığı bir
çatı altına toplayacak bir fikir, belki bir konsept. Konserin görselinden şarkı
sıralamasına, açılışından kapanışına bütününe damga vuracak bir öneri.
Sözgelimi “led” ekranların kullanımında hiç öyle bir bütünlük yoktu. Bunu
elbette herkesten, tutun ki Sibel Can’dan ya da Serkan Kaya’dan beklemezsiniz
belki ama Edis’ten beklersiniz ya da ben beklerim en azından. O zaman aynı
şarkıları söylese de de bu kadar fark edilmezdi.
İşte bu noktada müzikten kazandığını müziğe yatırmak konusu
(yukarıdaki soru işareti konulu parantez) devreye giriyor. Biliyorum Harbiye
konserleri öyle sanıldığı çok para kazandırmıyor. Haliyle yapacağınız fazladan masraflar
da cebinizden gidebiliyor. Ama işte reklam filan devreye girince biraz daha
imkânlar zorlanabilirdi sanki. Yukarıdaki iki paragrafta bahsettiğim her iki
konuda da Türkiye’de örnek alınacak kişi ise hiç kuşkusuz ve tartışmasız Kenan
Doğulu.
“After Party” de hakikaten Mahmut Orhan çalıyordu, çok da
güzel çalıyordu. Müziğin baslarını böyle ciğerimde, böbreğimde filan
hissediyordum, öyle bir “club” havası ama işte ben o havanın konserin üzerimde
yarattığı etkiyi silmesini de istemiyordum zira konser sırasında kaydettiklerimi “Biletix
111” Hanım gibi eve gidince tekrar izleme şansım yoktu. Halbuki daha yazısını
yazacaktım. Edis’le vedalaştık, arka kapıdan çıktık ve (burası magazinci diliyle
yazılacak) geceye karışıp gözden kaybolduk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder