CEYL'AN ERTEM HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ 2 TEMMUZ 2019
“Ben burada 1991 yılında Aşkın Nur Yengi’nin ilk konserini
izlemiştim,” dedim. Bir “Ooooo!” nidası çıktı etrafımdakilerden. En azından
yaşlı dedeler gibi aklıma geldikçe değil, yeri geldikçe anlatıyorum bunu. Güzel
anı çünkü. Aşkın’ın kasetindeki 10 şarkıyı kasetteki sırayla söylemesi, sonra
da konserin bitivermesi… Seyircinin kızıp üzerinde oturdukları minderleri
sahneye fırlatması, “Aletler zarar görecek lütfen minder atmayın,” diye anons
yapılması filan… “Senin konser gayet profesyoneldi,” diyorum yanımda duran Ceyl’an’a.
Bir rahatlıyor sanki, “İyi bari,” deyip gülüyor. İçinden de “Ulan adamın
kıyasladığı konsere bak, 28 sene evveli,” demiştir kesin.
Ceyl’an Ertem’in ilk Harbiye Açık Hava konseri sonrası sahne
arkasındayız. Murat Meriç, Murat’ın bir arkadaşı, Burak Abatay, eşi, ben ve
Elhan, Ceyl’an’la sohbet ediyoruz. Ortam buna müsait çünkü; öyle bangır bangır
müzik çalınmıyor. E Ceyl’an da duymak istiyor yorumları haklı olarak. Her ne
kadar artık hiç albüm yapmamış isimler bile konsere çıkabiliyor olsa da Harbiye
Açık Hava hâlâ hepimizin gözünde er meydanı.
Ceyl’an Ertem’inse Anima’yı saymaz isek, 2010 yılından bu
yana yapılmış 6 albümü var. Yıllardır hem eski gruplarıyla hem de solo olarak
sahneye çıkıyor, konser veriyor. Hiç de acemisi değil bu işlerin yâni. Ama
tabii bu sahnenin ve bu salonun başka birtakım dinamikleri de var. O noktalarda
aksayan hususları, o yanımıza gelmeden önce arkasından konuştuklarımızı Ceyl’an’ın
yüzüne yüzüne de söyleyebiliyoruz neyse ki. (“O kadar da dobrayız” mânâsında
değil; “Ceyl’an o kadar anlayışlı” mânâsında.)
Yine tersten gidip anlatmaya konserin sonundan başladım.
Filmi geri sarıyorum şimdi. Saat 21:15.
Bugüne dek muhtelif şekillere sokulduğuna şahit olduğumuz
Açık Hava sahnesi bu gece bir orman görünümünde. Rumeli Hisarı sahnesi geliyor
gözümün önüne bir an. Anlaşılması güç bir öfke ve intikam duygusuyla tam orta
yerine işlevsiz ve anlamsız bir mescit kondurulan o sahnenin arka kısmında bir
duvar yoktu ve eğer perde gerilip kapatılmazsa, doğrudan ağaçları görebiliyordunuz.
Bazı konserler öyle yapılıyordu. Denizden doğru gelen esinti, ağaçları bir o
yana bir bu yana ağır ağır sallandırır, doğal ve canlı bir dekor oluştururken,
mis gibi yaz akşamının kokusuna sahnede çalınan müzik eşlik ederdi.
Açık
Hava’da ise o etkiyi ancak “led” ekranlara yansıtılan görüntülerle, yapay bir
biçimde sağlamak mümkündü. Oysa bu kez sahnede “led” ekran yok. Tam orta yerde
bir ağaç, ötede beride ağaç dalları, saksılar içerisinde benjamin, deva tabanı,
sağda solda hayvan figürleri, bir hasır kulübe gibi detaylarla ufak çapta bir
“jungle” karşılıyor seyirciyi.
Konser başlayıp da Ceyl’an ilk konuşmasını yapınca “Ben
hayvanları çok seviyorum, görüyorsunuz. Zaten adım bile bir hayvan adı,”
diyerek açıklayacaktı “jungle” dekorun sebebini. Yoksa “Benim müziğim organik
ve doğal” imasında bulunarak YouTube’daki sahte tıklanmalara subliminal gönderme
mi yapıyordu? Yok, değil, bunu ben uydurdum. Zaten göndermenin babasını Kenan
Doğulu yapmıştı prova sırasında, Ceyl’an anlattı konuşmanın devam eden
kısmında. “Dikkat et, bu ağacı da kesmesinler,” demişti Kenan sahnenin
ortasındaki ağacı görünce. Seyirci bunu duyunca alkışladı tabii. Yıllardır bir
gün orada bir gün burada kesilen ağaçlar düşmüyordu ülke gündeminde. Şimdi de
ODTÜ’de bu konuda bir mücadele veriliyordu mesela.
Tabii konuşma yapmazdan evvel, “Esmer”le girdi konsere Ceyl’an
Ertem. Sahneye siyah, boncuk işli kostümüyle geldi. Daha ilk şarkısını
söylerken fark ettim ki her hareket ettiğinde elbisesinin boncukları üçer beşer
saçılıyor yerlere. “Yarın olsun, gün doğsun,” diyor mesela, üç boncuk… “Bu gece
hayırlısıyla bitsin,” diyor beş boncuk daha…
Hayır, boncuklar bu hızla düşmeye
devam ederse yerde oluşacak boncuk yığınına topuklu ayakkabıyla basıp düşme
tehlikesi var ama benden başka herkes kara kaşlı kara gözlü esmerin
kandırmacasına hicranlanıyor o an, Ceyl’an dâhil boncuklar kimsenin umuru değil.
Bense ancak ikinci şarkıda kurtuluyorum kaygı bozukluğumdan. “Baksana bulanık
sulardayız ama umutla sarılmaktayız,” diyor “İnadına”yı söylerken Ceyl’an.
Evet, konserler umutla sarılmak içindir zaten, boncuk saymak için değil.
Sıradaki şarkı da “Yine de Âmin” albümünden. “İlla erkeklere
şarkı yazacak değiliz ya, ben bu şarkıyı hayalimde canlandırdığım bir kadına
yazdım,” diyor Ceyl’an ve “Nilüfer” başlıyor. “Nilüfer”leri bize de söyletiyor
şarkı boyunca. Söylüyoruz, ısınıyoruz yavaş yavaş. “Kovdum”la devam ediyor
“Yine de Âmin” sekansı.
Sonrasında az önce bahsettiğim konuşma geliyor. Orkestrasında
önemli müzisyenlerin çocukları var, onlardan da bahsediyor Ceyl’an. Kamil
Özler’in kızı Yasemin Özler, Neşet Ruacan’ın oğlu Nedim Ruacan… Bir de ilaveten
bu gecenin konuklarından biri olacak Kenan Doğulu da Yurdaer Doğulu’nun oğlu bildiğiniz
üzere. O zaman hadi Ceyl’an bize “Bugünüm Sensiz Geçti”yi söylesin.
Demek ki en son albüme geldik şimdi de. Albümün adı için (“Seni
Senin Gibiler Sevsin”) “Hem dua hem beddua,” diyor Ceyl’an. Sırada “Duydun mu?”
var. 9/8’lik enteresan bir şarkı “Duydun mu?”. “Çadırların içinde sevişildi,
parkların orada konuşuldu, kıskananlar çatladı, bu iş de bize patladı,” derken
neden bahsettiğini anlıyoruz. Hepimiz oradaydık, unutmadık. “Hiçbir yere
gitmeyiz, buradayız,” derken de “Aynen, sıkıntı yok!” diye geçiriyoruz
içimizden. Nasılsa her söyleyebileceğimizin yerine geçebiliyor bu üç kelime.
Peşi sıra ise bir Yıldız Tilbe şarkısı olan “Hiçbir
Şeyimsin” geliyor. Barana’nın “Xenapolis” albümü için kaydedilmiş “Simit Mimit”
gecenin beklenmedik şarkılarından. Diğer parçalara göre cazı biraz daha koyu
bir şarkı. Orkestra caza pek müsait zaten, başından itibaren her şarkıdan
geçiyor aslında o tınılar.
Geldik “Ütopyalar Güzeldir”e. Her ne kadar Ceyl’an biraz
önce “Biliyorum, benim ağlatmamı sevenler var,” dese de şarkılarının bir
yerinden illa ki bir umut çıkıyor aslında. Ferhan Şensoy’un bu şarkısı zaten
öyle. O zaman Ortaçgil’in tam sırası. Gecenin ilk konuk sanatçısı. Şirin Baba.
Ayağında keten bir pantolon, açık ayakkabılar, üstünde tiril tiril bir gömlek
ve başında kasket. Üstelik elinde gitar da yok bu sefer. Bildiğin turist! Ama
sebebi var tabii. Ceyl’an için, bu konser için Bozburun’dan çıkıp gelmiş Ortaçgil.
“Köyden kalktım geldim, kusura bakmayın,” diyor öncelikle ve sonra daha önce
hiç yapmadığı bir şey yapıp oturmadan, gitar çalmadan, elinde mikrofon, ayakta
şarkı söylüyor.
Zorlanıyor tabii. Biz de öyle. İster misin gaza gelip “Bütün
elleri havada görmek istiyorum,” desin şimdi? Ayakta konser vermek başka bir
ruh hali çünkü. Seyirci zaten teşne. Demiyor Allahtan. “Beni Kategorize Etme”
ve “Bu İş Zor Yonca”yı Ceyl’an’la birlikte söylüyorlar. Bu arada söylemeden
geçemeyeceğim, Ortaçgil’in 1000 yıl önce yazdığı “Bu İş Zor Yonca”nın içinden
geçen “En çok bağıran en haklı sayılır, insanlar işitmeyince,” cümlesindeki
gerçeği son 16 yıldır iliklerimize kadar yaşıyor olmamıza ne buyurulur? Adam tekamülünü
bizden çok önce tamamlamış, yapacak bir şey yok.
Ortaçgil sahneden ayrıldıktan sonra Ceyl’an, “Öleceğim, o
kadar mutluyum ki,” diyor. Haksız değil. Ortaçgil’i bu gece buraya kadar
getiren, bu sahneye çıkaran hatırın kıymeti büyük. Ben olsam, ben de
ölebilirdim. Mutluluktan da olsa, kimse ölmesin tabii yine de. Hele cehaletin,
yobazlığın yangınında yanarak hiç ölmesin. Bu gece Sivas katliamının yıldönümü.
Sivas’ta yakılarak can verenlerden biri de Edibe Sulari; Ozan Davut Sulari’nin
kızı. Şimdi Sulari’den bir türkü var sırada. “Siyah Perçemini Dökmüş Yüzüne”
diye başlıyor türkü.
Hoooop hoş geldin ‘80’li yıllar, siyah beyaz televizyon ve
oyalı yazmasıyla Belkıs Akkale. Şarkıların bana serbest çağrıştırdıklarıyla geçti
ömrüm. Bari bu konserde kendimi tutayım dedim, bak yine patladım. Bereket bir
sonraki Neşet Ertaş türküsü “Gel Sevelim”e dair bir anı yok kör olası
dağarcığımda. Ritim de pek güzel, Coşkun Karademir de pek güzel çalıyor sazı. Boncuklar
döküleceği kadar dökülmüş, Ceyl’an düşmek bir yana, topuklu ayakkabıyla
üzerlerinde oynuyor şu an. Ne çare konserin ilk yarısı bitti. Reklâma gidiyoruz
sayın seyirciler.
Şaka değil, sahiden ara boyunca yan ekranlarda reklâmlar
dönüyor. Ohoooo Kerki & Solfej ne çok konser yapıyormuş bu sene. Ne Ayvalık
kalmış ne Datça. İnsanın içini açan şeyler bunlar. Ya da benim içim böyle
şeylere açılmaya pek müsait; kendimi ülke müziğinin gelişmesinden sorumlu bakan
filan sanıyorsam demek.
Yok yok sanmıyorum, neresinden baksanız bir 10 yılım daha
var o kadar uçmak için ama şu var tabii: Kahrolsun ki bağğğzı şeyler takılıyor
radarıma, mesleki deformasyon kontenjanından. Boncuklar işin şakası; onlar
değil. Peki neler?..
İlk yarıdan edindiğim izlenim şu: Sahne bir şekilde
çeşitli objelerle doldurulmuş olsa da gözler Ceyl’an’ın üzerinde doğal olarak. Ceyl’an
ise sahnenin sadece dörtte bir kadar bir alanını kullanıyor. Kabul etmeli ki
güzel yurdumuzun konser mekânları futbol sahası büyüklüğünde sahneler vaat
etmiyor sanatkârlarımıza. Dolayısıyla müzisyen de şarkıcı da grup da sahnede
minimal hareket etmeye şartlanıyor. Oysa burada seyirci amfi tiyatro düzeninde
oturuyor, yani sağ ve sol cenahlarda oturanlar, sahneyi yandan görenlere de pas
vermek gerekiyor.
Ceyl’an bu konuda, ya heyecandan ya da alışkanlıktan, bir
tedirginlik yaşıyor. Üstelik sahnenin protokol sandalyelerine dek uzanan bir
çıkması da var ve seyirciye çok daha yakın olma imkânı sağlıyor ama konser boyunca
oraya bile sadece bir iki kez geliyor, güvenli alanını kolay kolay terk
etmiyor.
“Ceyl’an bu kadarla ölmez, füze at,” dediğinizi duyar
gibiyim şu an zira bu ara bu kalıbı kullanmayı dövüyorlar. Füze atmayacağım ama
bir ufak eleştirim daha olacak. Yalnız şimdi reklamlar bitti, konserin ikinci
yarısı başlıyor, vıdı vıdımı sonraya bırakıp tekrar “jungle”a giriyorum.
İkinci yarı “El Adamı” ile başlıyor. Bu şarkıda Ceyl’an
sahnedeki koltuğun üzerine bırakılmış gökkuşağı bayrağını sarıyor üstüne, şarkı
boyunca onu dalgalandırıyor sonra. Yine gündemin tam içindeyiz. Kutlanmasına
izin verilmemiş bir “Pride”ın daha tartışıldığı günlerden geçiyoruz çünkü. Ve
şarkılar tam da böylesi zamanlar için var.
“Burada sayısız konser izledim,” diyor Ceyl’an şarkıdan
sonra. “Hayran olduğum bir sürü insan… Ama en çok gözlerimi dolduran hep Sezen
Aksu konserleri oldu.” Bu girizgâh bizi bir Sezen Aksu sekansına hazırlıyor.
Önce Sezen’in Ceyl’an’a verdiği şarkı: “Zehir”, ardından Sezen külliyatından
iki şarkı: “Hayır” ve “Lunapark”. Bunca yeniden söylenmiş Sezen Aksu şarkısının
yanında nedense pek rağbet görmemiş bu iki şarkı da Ceyl’an’ın sesine, tavrına
ve tarzına çok yakışıyor.
Sırada “Kaçıncı Yarın” var. Ardından “Sevmek Gerekli” geliyor.
Peşi sıra son albümden “Peri” başladığına göre gecenin ikinci konuk sanatçısı kulisteki
odasından çıkmış olmalı. Bu bir Mabel Matiz şarkısı çünkü.
Şarkı başlıyor, bir
yerinden sonra Mabel sahneye geliyor. Ohhh konuklar da mis bu gece. Mabel daha
geçen yaz Açık Hava’da ilk konserine çıkmış. Şimdi konuk sanatçı. Konser
sonrası kuliste hemen yüzüne vuruyorum bunu: “Ah sen büyüdün de konuk sanatçı
mı oldun?” diyorum, sarılıyoruz. İçinden “Münasebetsiz!” diye geçiriyorsa da
ben duymuyorum o an. N’apayım, onların hepsi benim çocuklarım… (Adamdaki yersiz
“baba sendromu” online yine.) Ayrıca Ceyl’an da sahnede Mabel’le eski günlerden
bahsederken “Mabel minicikti o zaman,” diyor. Bu yaşımda ben demişim çok mu?
Neyse… Mabel ve Ceyl’an “Peri”den sonra birlikte “Kör
Heves”i söylüyorlar bir de. Cenk Erdoğan konser boyunca o gitarı alıp bu gitarı
bıraktığı yetmiyormuş gibi (şaka değil, 4 farklı gitar çaldı konser boyunca) bir
de yaylı tambur çalıyor ki ne çalmak. Günümüz müziğinin kıymetlilerinden biri
Cenk Erdoğan. Konser boyunca bir yıldız gibi parlaması boşuna değil.
Mabel alkış kıyamet sahneden ayrıldıktan sonra “Hırpalandı
Mayıs”la devam ediyor Ceyl’an. Yine “Amansız Gücenik” albümünden “Bu Bardak
Dolsun” geliyor peşi sıra. “Uçurtma”yı söylerken ise seyircilerin arasına
iniyor, yakın sıraların arasında dolaşıyor biraz.
Şarkının sonunda tekrar
sahneye çıkan merdivenlere geldiğince küçük bir kız çocuğunu çağırıyor yanına. Mikrofonu
ona uzatıyor ve onunla birlikte tamamlıyor şarkıyı. Hemen önümüzde oturan, küçücük
yaşına rağmen konseri müthiş bir keyifle izleyen, hareketli şarkılarda yerinden
kalkıp dans eden kız bu. Cenk Erdoğan’ın kızı değil miymiş meğerse? Al işte,
Atalar hep haklı, armut yine dibine düşmüş! (Bu arada kızın adı Zeyno, ileride
meşhur olursa bu yazdığımı hatırlarsınız.)
Şimdi sırada üçüncü ve son konuk sanatçı var. Bittabi Kenan
Doğulu. Ve şarkı gayet tabii “Aşk Oyunu”. Arkasından da “Aklım Karıştı”
gelecek.
Kenan bu, başında bir eğlence hâlesiyle dolaşıyor ve nereden bir sahneye
girse oradan nasıl bir rüzgâr esiyorsa artık, seyirci her an bir Meksika dalgası
ya da timsah yürüyüşü yapacak kıvama geliveriyor; iki dakika sürmüyor yâni.
(Şaka değil, adamı konserde değil, ödül töreninde de gördüm, orada da aynı şey
oldu.) Yine sürmüyor. İki şarkıda hoooop eğlenceye kesiyoruz.
Mesela bu ara Ceyl’an’ın o yukarıda bahsettiğim güvenli alan
sendromu çok gösteriyor kendini. Kenan ön tarafa gelmek istedikçe, Ceyl’an’ın onunla
gelmediğini görüp geri çekilmek zorunda kalıyor. Böylece ayakta Ortaçgil’den
sonra yerinde duran Kenan’a da şahit yazılmış oluyoruz bu gece. (E Ceyl’an’ın ilk Harbiye
konseri olduğu da düşünülürse, bir gecede üç ilk, hiç fena değil, kısa günün
kârı.)
Kenan sahneden ayrıldıktan sonra Ceyl’an “Çok eğlendik,
biraz ağlayalım,” dedi. Bence bu ağlama meselesine fazla takılmıştı. Sonuçta bu
gece gördüğüm Ceyl’an “Cihangir’de ansızın beliren, acı çeken kız,” değildi. Müziği
de öyle bir yerden ses vermiyordu. Onu öyle sevenler (alternatif müzik
dinleyicisinin anlaşılması güç statüko sevdasıyla yâni) biraz hayal kırıklığına
uğrasa mıydı artık acaba? Ama şimdi değildi; çünkü şimdi sırada Cenk Erdoğan’ın
bestesi “Kara Gider” vardı. Mezhep ayrılığına dairdi bu şarkı ve haliyle bin
yıldır acıyan yerlerimize dokunuyordu.
Burası müziği türkülere bağlamak için doğru yerdi. “Bir
sonraki albümüm türkü albümü olacak ama ben de Jehan gibi ürkerek
söyleyeceğim,” dedi (bilmeyenler için Jehan Barbur’un türkü söylediği albümün
adı “Ürkerek Söylerim”; yoksa Ceyl’an, Jehan’a “dis” atıyor değil yani, “rap”
konseri mi bu?) ve sözünü “Mahzuni’nin “Yuh Yuh”una bağladı. Oradan da
Mahzuni’ye saygı albümünde seslendirdiği “Zalım”la finale yürüdü. (Bu kimi
protest türkülerin pek bir oynak olması meselesi ise ayrı mevzuu ya da biz her
coşkun çalınan saza oynamaya kuruluyuz bilemedim şimdi.)
Fakat o da ne? Konser bitti, Ceyl’an gitti, seyirci “Bir
daha bir daha,” diye çınlatıyor Açık Hava’yı. Aferin seyirci! “Bis” oyununu
bilen seyirci candır, “bis”i dibine kadar hak eder. O zaman hadi yandan! Ceyl’an
tekrar sahnede ama “Biz ‘bis’ yapmayız diye şarkı hazırlamamıştık,” demez mi? Neyse
ki cepte “Namus” varmış. Çok da iyi gitti “bis”e, en azından seyirci ikna oldu
da şarkıdan sonra saldı Ceyl’an’ı.
Konser böylece bitti. Şimdi gıybet zamanı!
Daha konserin başında Ceyl’an, her şarkıdan sonra ışığın
“blackout”a düşmesinden, yâni tamamen kararmasından rahatsız olmuş ve ışık
masasına “Tamamen kapatmayın ışığı,” demişti. Nedenini bir müddet sonra
anladım. Muhtemelen yine küçük mekân pratiğinin bir öğretisiydi bu. Öyle ya,
seyirci öyle mum gibi durup seni dinlemez diğer konser mekânlarında. Sürekli
(tabiri caizse ki caiz) kıpraşır, gider gelir, sirkülasyonunu hiç durdurmaz, bu
arada konuşur, şakalaşır, fotoğraf çeker, çektirir, etrafta garsonlar dolaşır,
şişeler tokuşturulur filan… O aksiyon gece boyu bitmez. Yanlış anlaşılmasın,
yermiyorum o eğlence biçimini ama pek sevemiyorum, o ayrı. Haliyle sana
kitlenip seni dinlemeyen seyirci bazen şarkının bittiğini bile fark
etmeyebilir, bundandır ki şarkı aralarında boşluk bırakmak sahnedekileri boşa
düşürebilir. (Bu kadar teknik ve bilimsel açıklamayı da kimse yapmaz, kıymetimi
bilin.)
Oysa Açık Hava konseri alkış alma yeridir. Misal Erol Evgin
her şarkısından sonra kollarını iki yana açıp uzun uzun alkışların tadını
çıkarır. O an yüzüne baksanız, salonda milyonlar var sanırsınız, öyle bir gurur
ifadesi, öyle bir haz alma. Ceyl’an’sa ışık bahane, alkış beklemeyecekti
neredeyse. Vallahi bunları birebir yüzüne söyledik konser sonunda kuliste. İçinden
“Ne yargı dağıttılar be!” demiş olabilir ama biz de senelerce Muppet Show’daki
bir şey beğenmeyen zevzek ihtiyarları boşuna izlememiştik herhalde. Allahtan
aramızda Elhan da vardı. (O daha hep ballandırarak söyler ne söyleyecekse öyle
tatlı tatlı.)
Hooop geldik mi yazının ta en başına? Kulisteyiz. Gecenin
ilerleyen saatleri olmuş. Misafir gitmeden ev sahibi gidemiyor haliyle. Daha
Kenan bile oralarda üstelik, o bile gitmemiş. Biraz da onunla, birkaç gece önce
yapamadığımızı yapıp, onun konseri hakkında kaynatıyoruz. Bir de grup halinde
bir fotoğraf çektirip bu ilklerin gecesini tarihe not düştük mü tamamdır.
Artık
huzur içinde taksi aramaya çıkabiliriz. On dakikalık mesafedeki evimize gidecek
taksi bulabilmenin tek yolu en iyi ihtimalle Avcılar’a filan gideceğimizi
söyleyip taksiye binmek, sonra sahiden de Avcılar’a gidip oradan dönmek. Taksi
şoförleri başka türlü ikna olmuyor, memnuniyet duymuyor çünkü. Her Açık Hava konseri
sonunda yaşadıklarımızla sabit.
Bakın şu Ceyl’an’ın yaptığına. Ne ara, hangi şarkıda bu kadar
gündemin içine düştüm, bu kadar etrafında olup biteni gören, gördüğüne ses eden,
(af edersiniz) muhalif biri oldum ben? Niye oldum? En iyisi Avcılar’a gidip gelirken buna
bir kafa yorayım. O şarkılarda ne vardı? O konserde ne vardı? Bir şey oldu! Ne
oldu?
(Fotoğraflar: Pelinsu Duman)
(Fotoğraflar: Pelinsu Duman)
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil