"Müzisyen Eşi Olmak Suç mu?"

Seninle Üç Dakika
1975 - 2. Bölüm

Bir Ekmek Parası


Şenay & Şerif Yüzbaşıoğlu

Evet, ihtisas jürisi kadar halk oyları da eşit oranda etkili olacaktı. Bunun için bulunan yöntem, proje henüz bir öneri halindeyken belirlenmişti. Televizyon yayınlarının seyredilebildiği şehir ve bölgelerde evlere PTT yoluyla posta çekleri dağıtılacaktı. Her eve dörder adet dağıtılacak bu çeklere, herkes televizyonda izlediği finalistler arasından birinciliğe layık gördüğü finalistin adını yazacak ve en yakın postaneden 2,5 TL karşılığında TRT’ye gönderecekti (bu rakam o günlerde bir ekmek parasına denk geliyordu.) Bu yolla toplanan para TRT’ye gelir kaydedilecek, böylece yarışmaya bir resmiyet kazandırılmış olacaktı.





Posta çeki uygulaması, neresinden baksanız şaibeye açıktı, ancak o günlerin haberleşme şartları düşünüldüğünde de akla getirilebilecek en makul yöntemdi kuşkusuz. Henüz her evde telefonun olmadığı, şehir içi telefon haberleşmenin bile santral bağlantısıyla yapılabildiği o günlerde, ne yıllar sonra icat edilecek cep telefonlarını, ne “televoting” sistemini ne de internet, faks ve uydu bağlantısı gibi kavramları hayal etmek mümkündü. Yine de ne olduysa oldu ve posta çeki uygulaması sonraki yıllarda bir daha hiç denenmeyerek, sadece 1975 yarışmasına mahsus bir uygulama olarak kaldı.


Basının kendi arasında paylaşamadığı Eurovision finalistleri, o günlerde yayınlanmış Hey dergisinde şöyle tanıtılıyordu:


Nilüfer: Boş zamanlarını evde oturup kitap okumak ve kedileriyle oynamakla geçiren şarkıcının en büyük özelliklerinden birisi her gittiği yere annesini de götürmesidir.


İskender Doğan: Romantik bir yaradılışı olan ve şiir yazmaktan hoşlanan Doğan, özellikle aşk şiirleri yazmaya bayılıyor.


Esin Afşar: Tiyatro oyunculuğundan şarkıcılığa geçen Esin Afşar’ın en ilginç yanlarından birisi psikiyatrist olmak istemesi.


Semiha Yankı: En büyük hobilerinden birisinin fotoğraf çekmek ve araba kullanmak olduğunu belirten genç şarkıcının bir diğer özel zevki ise anket defteri doldurmak.


Serter Bağcan: Yarışmaya yeğeninin adı olan “Sonad” rumuzunu kullanarak giren Serter Bağcan, bunun kendisine uğur getirdiğini söylüyor.


Füsun Önal: Soğuk bir kış günü dünyaya gelmesine rağmen Füsun Önal göründüğünden de çok sıcakkanlı, arkadaş canlısı ve güler yüzlü.


Gökhan Abur: Çok koyu bir Fenerbahçe taraftarı olan Gökhan, yemeklerden karnıyarık ve kuru fasulyeye bayılıyor.


Zerrin Yaşar: Doktorlukla beraber müzik Zerrin Yaşar’ın en büyük tutkusu. İki kelimelik bir de sloganı var: “Bir elimde mikrofon, bir elimde neşter... O benim işte!”


Cahit Oben: Boş zamanlarını bol bol kitap okuyarak ve arabasıyla dolaşarak değerlendiren Oben’in kendisine göre en büyük kusurlarından birisi haddinden fazla heyecanlı olmasıdır.


Yeşim: Boş zamanlarını resim yaparak ve polisiye kitaplar okuyarak değerlendirmekte olan Yeşim, evinde beslediği kedilerden birisini de uğurlu olarak kabul eder.


Nejat Yavaşoğulları: Müziğe 1959 yılında başlayan ve hiç plak doldurmayan Yavaşoğulları, arkadaşları arasında “Tatlı Ukala” diye adlandırılıyor.


Ali Rıza Binboğa: Boş zamanlarını kitap okuyarak değerlendiren ve toplumcu yazarların eserlerini beğenen şarkıcı, bu arada politika ile de çok yakından ilgileniyor.


Cici Kızlar: Daha yeni yeni şan dersleri almaya başlayan Cici Kızlar’dan Şebnem ve Birnur üç yıllık samimi arkadaşlar.


Şenay: Grup olarak Blood Sweat and Tears ve Chicago’yu favori olarak gösteren şarkıcı, boş zamanlarını resim yaparak ve müzik dinleyerek değerlendiriyor.


Uğur Akdora: Oldukça romantik bir yaradılışı olan Uğur Akdora, bu bakımdan sonbahar mevsimini çok seviyor. Sevdiği, hatta delice tutkun bir olduğu bir diğer şey ise, mavi rengin her tonu.


Yeliz: Çevresinde az sinirli, çabuk samimi olan, iyi huylu kişiliği ile tanınan Yeliz’in müziğin dışında en büyük tutkusu şiir okumak ve tiyatro.


Attila Atasoy: Duygulu bir yaradılışı olan Attila Atasoy, boş zamanlarında bol bol doğayı seyrediyor ve doğanın kendisine her zaman ilham kaynağı olduğunu söylüyor.

İşin şarkıcılar kısmı böyleydi. Besteci ve söz yazarları kısmı ise şüphesiz herkesin daha az ilgisini çekiyordu. Oysa bu bir beste yarışmasıydı ve işin o kısmında da kıyasıya bir rekabet yaşanacaktı.

Attila Özdemiroğlu ve Füsun Önal.

Henüz yerli bestelerin çok revaçta olmadığı o günlerde, “hafif müzik”te hem besteci hem aranjör hem de enstrümanist olarak kendini kabul ettirmiş Attila Özdemiroğlu ve ‘60’lardan bu yana besteciliğinin yanı sıra müzik eleştirmeni olarak da tanınmış müzik adamı Selmi Andak ve Şerif Yüzbaşıoğlu finale kalan besteciler arasında en kıdemlileriydi. Selçuk Başar, Esin Afşar, Tuğrul Dağcı (Oktay Yurdatapan) ve Nino Varon da müzik sektöründe önemli işler yapmış isimlerdi.  

Nino Varon ve Nilüfer.

Yıldızları yeni yeni parlamaya başlamış iki söz yazarı, Mehmet Teoman ve Çiğdem Talu ise söz yazarları arasında en çok dikkat çeken isimlerdi. Teoman 2, Talu 4 şarkıyla yarışıyordu.

Çiğdem Talu

İskender Doğan, Serter Bağcan, Ali Rıza Binboğa, Uğur Akdora, Nejat Yavaşoğulları, Selim Atakan, Zerrin Yaşar ve Attila Atasoy besteci ya da söz yazarı olarak adlarını duyurmuş isimler değildi henüz. Buna karşın Hikmet Münir Ebcioğlu, “Kadehinde Zehir Olsa”, “Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar”, “Kıskanırım Seni Ben” gibi popüler alaturka şarkılarının söz yazarı olarak tanınıyordu.

Hikmet Münir Ebcioğlu

TRT 1975 Eurovision Türk Hafif Müziği Şarkı Yarışması Yapım ve Düzenleme Kurulu hazırlıklara olanca hızıyla devam ediyordu. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın 42 müzisyenine ilave olarak  İstanbul’dan gelen kimi “hafif müzik” müzisyenlerinin de dâhil olduğu büyük orkestraya “Orkestra 75” adı verilmiş ve Timur Selçuk yönetimindeki orkestra Ankara Ulus’ta o günlerde Halk Eğitim Merkezi olarak kullanılan Türk Ocağı binasında provalara başlamıştı. Kasım ayında başlayan orkestra provaları, aralık ayı başına kadar sürecek, aralık ayında ise solistli provalara geçilecekti.

Provalar sırasında Timur Selçuk orkestrayı yönetirken.

Teknik imkânların çok kısıtlı olduğu o günlerde televizyonun böylesi bir organizasyonu kaldıracak kapasitede bir stüdyosu yoktu. Bu yüzden provalar Halk Eğitim Merkezi binasında yapılacak, çekimler içinse Orkut Stüdyosu kullanılacaktı. Orkut Stüdyosu’na orkestranın sığdırılabilmesi için salonda bulunan seyirci koltuklarından bir kısmı sökülecek, dolayısıyla orkestra, şarkıcıların arkasında değil, önünde bulunacaktı. Büyük final için belirlenen tarih 26 Ocak 1975’di. O tarihe kadar eserlerin bant kayıtları tamamlanacak ve şarkılar bir takvim dâhilinde televizyon ve radyodan yayınlanarak halkın önüne çıkarılacaktı.

Yarışmada Timur Selçuk orkestrayı yönetirken

Timur Selçuk, Onno Tunç, Mehmet Duru ve Selim Selçuk gibi isimlerin içinde bulunduğu kendi orkestrasının elemanlarını da İstanbul’dan getirterek orkestraya dâhil etmişti. O günlerde kendisinden yarışma için bir de sinyal müziği bestelemesi istenince, Selçuk bu görevi orkestra elemanlarına vermeyi tercih etti. 1975 yarışmasıyla birlikte klasikleşip, ülkede Eurovision Şarkı Yarışması denince akla gelen ilk şey olacak “Çoban Yıldızı”nın hikâyesini Timur Selçuk yıllar sonra şöyle anlatacaktı:

“Sinyal müziğini kendi orkestramdaki dört arkadaşa sipariş verdim. Her birine ikişer makam ve ikişer ölçü vererek 45 saniyelik örnekler hazırlamalarını istedim. Sonra oturup bunları beraber dinledik ve Melih’in bestesini beğendik. Orkestrasyonunu ben yaptım ve Eurovision sinyal müziği “Çoban Yıldızı” böyle ortaya çıktı.”


Ne var ki o günlerde Boğaziçi Üniversitesi son sınıfında öğrenimine devam eden Melih Kibar sınavları nedeniyle Eurovision orkestrasında yer alamayacak ve yarışmayı İstanbul’daki evinde, televizyondan izlemek zorunda kalacaktı.


“Müzisyen Eşi Olmak Suç mu?”

Büyük orkestra eşliğinde devam eden provalar için şarkıcı, besteci ve söz yazarları birer ikişer Ankara’ya gelip gitmeye başladılar. Ekipler çoğu zaman kendilerine tahsis edilmiş otobüslerle toplu halde Ankara’ya geliyorlar, provaları müteakip İstanbul’a dönüyorlardı. Sanılanın aksine günler, bir yarışma ve rekabet havasından çok, bir festival havasında geçiyor ve zaten bir şekilde tanış olan tüm yarışmacılar, söylentileri haksız çıkarırcasına iyi geçiniyorlardı. En azından final günü yaklaşana kadar bu böyle devam edecekti.

Ali Rıza Binboğa, Attila Atasoy, Yeliz ve Bilgen Bengü provalarda.

Provası tamamlanan şarkıların ilk çekimleri Orkut Stüdyosu’nda yapıldı. Stüdyonun kısıtlı imkânlarında sade ve basit bir dekor hazırlanmış, dekorun üst kısmına üç boyutlu algısı uyandıran kare bloklar yerleştirilmiş, tam ortasına da “1975 Eurovision TRT Türk Hafif Müziği Şarkı Yarışması” yazısı konulmuştu. Zeminde ise birkaç basamaktan oluşan geniş bir platform vardı. Orkestra, daha önce planlandığı şekilde, öndeki birkaç sıra seyirci koltuğunun sökülmesiyle oluşturulan boşluğa yerleştirilmişti. Çekimlerde orkestra canlı çalıyor, solistler şarkıları canlı icra ediyorlardı. 

Sunucu Bülent Özveren Orkut Stüdyosu sahnesinde.

Yapılan kayıtların televizyonda yayınlanma günleri de belli olmuştu. Programa göre her salı akşamı haberlerin hemen ardından saat 20:35 sularında yayına girecek şarkıların sıralaması şöyleydi:


Her salı gecesi ekrana gelen şarkılar, pazar günleri de Geçen Haftadan Seçmeler kuşağı içerisinde yeniden gösterilecek, ayrıca radyodan her sabah birer şarkı, cuma akşamları ise toplu halde olmak üzere çalınacak, son olarak da 9 Ocak gecesi televizyondan 17 şarkının tamamı bir kez daha yayınlanacaktı. Böylece her bir şarkı radyo ve televizyondan toplamda beşer kez dinleyici karşısına çıkmış olacaktı ki bu da halkın oy vermek üzere şarkılar hakkında fikir edinebilmesi için yeterli görülmüştü. Nitekim son televizyon yayını müteakip izleyicilerin posta çekiyle oy kullanma süreci başlayacaktı.


Neresinden baksanız hayli uzun bir süreçti bu. Bir de yoğun kış şartları nedeniyle çekimler aksayınca, 31 Aralık’ta yayınlanması gereken üçüncü grup şarkılar bir sonraki haftaya kalacak, böylece takvim bir hafta ileriye gidecekti. Zaten başından beri gündemde olan yarışmanın bu kadar uzun bir süreye yayılması ister istemez bir dezavantaja dönüşecek ve bu safhada daha da artacak dedikodularla birlikte yaprak dökümü de başlayacaktı.

Yarışmadan çekildiğini ilk açıklayan Şenay oldu. Daha en başından, finale kaldığı bile belli olmamışken başlayan huzursuzluk öyle bir noktaya gelmişti ki hem Şenay hem de eşi Şerif Yüzbaşıoğlu bu işin kendilerine faydadan çok zarar getireceğini fark etmişler ve haklarından feragat etmeye karar vermişlerdi. Şenay “Müzisyen eşi olmak suç mu?” diyerek kendini savunurken duyduğu kırgınlık ve kızgınlığı da gizlemiyordu.

Şenay Yüzbaşıoğlu

Şenay’ın yarışmadan çekildiği haberi gündeme bomba gibi düştü. Tam da yarışma şarkılarının halkın beğenisine sunulacağı safhada Şenay’ın çekilmesi ve şarkısının yayınlanmaması, “Umut”un Türk popunun muamma şarkılarından birine dönüşmesine neden olacak ve çok az kişinin duyup dinleyebildiği bu şarkı, popüler müzik tarihinin tozlu sayfalarına gömülüp bir daha da gün ışığına çıkmayacaktı.

Şenay, 21 Aralık 1974 tarihinde yayımlanan Ses dergisinde, yarışmadan çekilme nedenini şöyle açıklıyordu:


“Eşimin jüride oluşu yanlış suçlamalara yol açtı, baştan beri. Sonra bir, iki mesele daha çıktı ortaya. Ben arkamda İstanbul Gelişim’in çalmasını istiyordum. Televizyon, kendi kurduğu orkestranın dışında orkestra kabul etmedi. Oysa şartnamede böyle bir bölüm yoktu. Son anlaşmazlık da televizyonda 25 Aralık’ta yapacağım program yüzünden çıktı. Tarih, aylar öncesinden saptanmıştı. Yani Eurovision için 24 Aralık’ta çıkacağım açıklanmadan önce. İkisinden birinin değişmesi gerekiyordu. Olmadı. Yeni bir dedikoduya meydan vermemek, yarışmaya gölge düşürmemek için çekilmeyi uygun gördüm.”


Yarışma şarkılarını izlemek için heyecanla televizyon karşısına geçenlerin kimisi şarkıları ilk kez duyduktan sonra daha da heyecanlanmış, kimisi de hayal kırıklığına uğramıştı. Hayal kırıklığına uğrayanlardan biri de Hey dergisi Sorumlu Genel Müdürü Doğan Şener’di. Doğan Şener 8 Ocak 1975 tarihli derginin başyazısında düşüncelerini şu cümlelerle ifade ediyordu:

“Yarışmaya katılan parçalar arasında ön komitenin seçiminden sonra finale kalanlar ümit verici olmaktan uzaktır. Hemen hepsinde ‘festival parçası’ olması endişesiyle hareket edilmiş, böylece ağır ve kalıplı parçalar meydana çıkmıştır. Bu parçaların düzenlemeleri çoğunlukla Timur Selçuk tarafından yapıldığı için eserlere aynı yorum hâkim olmuş, parçaların birbirine benzerliği kaçınılmaz bir hal almıştır. Takdimler eksik, çekimler dengesizdir. Bu bir beste yarışması olduğu halde takdimlerde şarkıcılara büyük ölçüde yer verilmiş, buna karşılık bestecilerin özellikleri birer cümleyle geçiştirilmiştir. Çekimlerde denge unsuru kurulamamış, kameralar bazı şarkıcılar için çok iyi çalışmış, bazı şarkıcıları ise podyumda seyretmek için dürbün gerekmiştir. Tanıtılma olayında ise bir başka gerçek su yüzüne çıkmış, orkestranın sesiyle solist sesinin balansı kurulamadığı için besteleri net dinlemek mümkün olmamıştır. Burada ortaya çıkan gerçek, stüdyo tekniğinin yetersiz oluşu ve yapılan kayıtların bu koşullar altında kimseyi tatmin etmeyeceğidir.”

Doğan Şener

Merakla beklenen, aylarca konuşulan, dergilerde yayımlanan sözlerinden yola çıkarak nasıl bir şey oldukları tahmin edilmeye çalışılan şarkılar nihayet ortaya çıkmıştı. Şimdi sıra seyircideydi. Hakkında bunca haber, yorum ve spekülasyon yapılmış şarkılar için oy kullanacak sokaktaki insanın işi elbette ki kolay değildi. Hele hele şarkıların yayınlanmasından sonra bütün o haber ve yorumlar ayyuka çıkmışken.

“Oylarımız Nilüfer İçin!”

Nitekim Şenay’ın yarışmadan çekilmesiyle sular durulmayacak, hemen ardından yeni bir gündem ortaya çıkacaktı. Bu defa eleştiri oklarının hedefinde Nilüfer ve Nino Varon vardı.


Söylentilerin biri bizzat yarışmanın kendi içinden, diğer yarışmacıların da katıldığı bir akşam yemeğinden çıkacaktı. Televizyon çekimlerini müteakip Ankara’da ekipçe gidilen yemekte Nino Varon’un firma olarak bu yarışmada Nilüfer ve şarkısı için 250 bin lira ayırdıklarını söylemesi aynı masada bulunanlarca yanlış anlaşılacak,  zaten herkes bu konuda hassas iken söylendiği iddia edilen bu söz, oyların satın alındığı şaibesine kadar uzayacak bir dedikodu silsilesine dönüşecekti. O gece orada bulunan Cahit Oben’in gazetecilerin ısrarlı sorularına karşılık konuşmayacağını, ancak sonuçlar açıklandıktan sonra tüm bildiklerini söyleyeceğini beyan etmesi işin tuzu biberi olacak, herkesin aklı daha da karışacaktı.


Bu arada TRT ekibi de dedikodulardan payını alacak ve yönetmen İskender Salgırlı’nın Nilüfer’in çekimlerine daha fazla özendiği iddia edilirken, Salgırlı bu iddiaya şiddetle karşı çıkacaktı.

İskender Salgırlı

O günlerde gazete ve dergilerde seçim kampanyalarını andıran bir üslupla yayınlanacak Nilüfer Fan Club ilanları da dikkatleri üzerine çekti:

“Finalleri izlediniz... “MİMİK” rumuzlu “Boşver” adlı besteyle katılan Nilüfer için hepimiz “EVET” diyoruz değil mi? Öyleyse, oylarımız Nilüfer için olacak !” 


Çok geçmeden ikinci bir bombayla ortalık iyice karıştı. Bir süredir Türkiye’de çalışan Eurovision 1973 birincisi Anne-Marie David’in menajeri Pascal de Lestang tarafından ortaya atılan iddiaya göre “Boşver” Nino Varon’un bestesi değil, kendi bestesiydi. Üstelik Fransa radyolarında halen sıklıkla çalınmakta olan bir şarkıydı.


Günlük bir gazetede yayımlanarak patlak veren bu iddia, bardağı taşıran son damla oldu. Bu konuda her türlü kanuni girişimi yapacaklarını açıklamalarına ve iddianın aksini ispat için belgelerle birlikte basının karşısına çıkmalarına rağmen, Nilüfer ve Nino Varon’un yarışmadan çekildiği haberi 18 Ocak 1975 günü, müzik gündemine bomba gibi düştü. 

19 Ocak 1975 tarihli Milliyet gazetesi haberi.

Nilüfer’in çekilme kararını bildirmek için TRT yönetimine çektiği ve sonrasında basına servis edilen telgraf şöyleydi:

“Tamamen haklı olduğumuz bir davada çıkarılan söylentilerin yarışmaya ve TRT’ye gölge düşürmesini ve Türk sanatçılarının gelecekte benzer iftiralara uğramalarını önlemek amacıyla 1975 Eurovision Şarkı Yarışmasından çekildiğimi arz eder, gerekli hukuki işlemlerle şarkımızın ve müzik sanatçılarımızın haklarını sonuna kadar savunacağımı saygılarımla bildiririm.”


O günlerde plak yapımcısı Dani Grunberg başta olmak üzere Nilüfer cephesi, şarkının bestesinin çok önce yapıldığını, Eurovision 1973’den beri irtibatta olunan Pascal de Lestang’a da çok önceden dinletildiğini, hatta kendisine değerlendirmesi için verildiğini, ancak daha sonra kendisinden hiçbir ses çıkmadığını iddia ediyor, bu iddiasını noter tasdikli belgelerle kanıtlıyordu. Ne var ki karşı cepheden hiç ses çıkmayacak, Nilüfer yarışmadan çekildiğiyle kalacaktı.


Şarkının bestecisi Nino Varon, yıllar sonra olayın o günlerde hiç konuşulmamış, bambaşka bir boyutunu açıklayacaktı. Anne-Marie David’in Eurovision birincisi şarkısı “Tu Te Reconnaitras” adlı şarkının Nilüfer tarafından plak yapılmış Türkçe versiyonu orijinal versiyonundan iki kat fazla satmıştı. Türkiye’ye çok defalar gelip giden, gazino ve sahne programları yapan, Türkçe plak dolduran Anne-Marie David bu durumdan epeyce rahatsızdı. Hatta bu yüzden gazino çalışmalarında Nilüfer’in orkestrasıyla çalışmak istememiş, gazetelerde “Anne-Marie’nin Nilüfer kompleksi” diye manşetler atılmasına neden olmuştu. 

Anne-Marie David

Nino Varon’un iddiasına göre, Anne-Marie David’in kendince Nilüfer’le giriştiği bu rekabet, zaman içerisinde böylesi bir intikam oyununa dönüşmüş, kabak Varon’un başına patlamıştı.


Çok geçmeden benzer bir iddia da “Caniko” şarkısı için ortaya atılacak, daha önce Nejat Yavaşoğulları’yla beraber çalıştığını öne süren Cemil Özyazıcı, şarkının aslında Kevork Gümüşdere’ye ait olduğunu ve bu şarkıyla yıllar önce Milliyet Liselerarası Müzik Yarışması’na katıldıklarını iddia edecekti. 


Ancak bu iddia çok uzun ömürlü olmadı ve Kevork Gümüşdere, şarkının asıl sahibinin Nejat Yavaşoğulları olduğunu açıklayarak, ortalığı sakinleştirdi.


Bir başka iddia ise aynı günlerde Ali Eraslan tarafından ortaya atıldı ve Serter Bağcan’ın şarkısı da dedikodulardan nasibini almış oldu. İddiaya göre söz konusu şarkı, Türkiye’de de çok bilinen ve sevilen İtalyan yıldız Rafaelle Carra’ nın “Vi Diro’la Verita” adlı şarkısının birebir kopyasıydı. Ne var ki bu iddia da çok fazla dayanak bulamadan unutuldu gitti. Zaten pek de fazla şans tanınmayan “Mümkün Değil” hakkında finale çok az bir zaman kala ortaya atılan bu iddia kimsenin ilgisini çekmemişti.



17 Aralık ve 24 Aralık tarihlerinde finalist şarkıların sekizi ekrana getirilmiş, ancak hava şartları nedeniyle çekimler aksayınca, 31 Aralık gecesi ekrana gelmesi gereken dört şarkının yayını 7 Ocak'a ertelenmişti. 


7 Ocak 1975 tarihli Milliyet gazetesi haberi.

14 Ocak'ta ise son kısım ekrana geldi ve böylece tüm şarkılar halka sunulmuş oldu. 21 Ocak gecesi 15 şarkının tamamı bir kez daha ekrana getirilecek ve hemen sonrasında oylama başlayacaktı. Şimdi heyecan doruktaydı.  

DEVAM EDECEK

GELECEK BÖLÜM: BİRİNCİ: ZEKİ MÜREN! (okumak için tıklayın)

YAZI DİZİSİNİ İLK BÖLÜMÜNDEN İTİBAREN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

Yavuz Hakan Tok

2 yorum: