Corona virüs tüm dünyayı altüst etti, çok acayip günler
yaşıyoruz. İnsanoğlu eninde sonunda bu musibetin de üstesinden gelecek muhakkak ama nasıl ve ne zaman onu henüz bilmiyoruz. Şu kadarcık karantinada bile tepetakla
olduk, bildiğimiz tüm dengeler bozuldu. Daha da bozulacağa benzer.
Türkiye’de müzik sektörünün sorunları Corona’dan çok önce baş göstermeye başlamıştı aslında ama Corona ile ayyuka çıktı. Sorundan fazlası var artık. Sektör neredeyse durma noktasına geldi.
Deniyor ki en ufak bir vakada önce konserler iptal oluyor.
Doğru ama tek başına bir sebep değil bu. Mesele çok daha derin.
Mesele her şeyden önce sektörün üç beş, on konser iptaliyle sekteye
uğrayabilecek kadar kırılgan olması.
Mesele sektörü ayakta tutacak çarkın nicedir dönmez hale
gelmesi.
Peki bunda sadece dış etkenler mi pay sahibi? Yoksa sektör
en çok kendi kendine mi zarar verdi / veriyor?
Evet mesele derin… Yazmakla, irdelemekle bitmez. Dilimin
döndüğünce ucundan tutmaya çalışacağım. Üstünü tamamlayacak çok kişi çıkacaktır
muhakkak.
Şarkıların dinlenme ve sevilme kriterlerini sadece dijital
platformların kerameti kendinden menkul sayısal verilerine indirgemiş
durumdayız uzun zamandır. Bizim büyük yanılgımız tam da burada başlıyor. Çünkü
o sayılar sektör için parasal girdiden çok gider demek büyük oranda; bunu hepimiz
biliyoruz.
Nitekim o büyük büyük izlenmiş, dinlenmiş, tıklanmış
şarkıların biri bile zamanında “hit” olmuş şarkıların yarattığı maddi ve manevi
ve de uzun yıllara yayılmış efektin yanından yöresinden geçemiyor.
Sözgelimi Melih
Kibar’ın “Her Şey Seninle Güzel”, “Sevdan Olmasa” ya da “Hababam Sınıfı”
bestelerinden her birinin kaç reklam filminde, kampanyada, etkinlikte
kullanıldığını saymak zor. Melih Kibar öleli 15 yıl oldu ama besteleri hâlâ
ailesine, şarkı sözü yazarına, yerine göre şarkıyı söyleyenine ve ilgili meslek
birliklerine (dolayısıyla sektöre) para kazandırıyor. Aynı şeyi yine sözgelimi,
bir Reynmen şarkısının yapabileceğini düşünüyor musunuz uzun vadede?
Bir müzisyen ya da müzikten para kazanma derdindeki her
kimse, “Başlarım sektörün çarkına!” deyip de sadece kendi çarkını (onu da
taşıma suyla) döndürmeye çalıştıkça, o çark eninde sonunda durur; kanun budur.
Üstelik müziğin müzisyenler ve sektör çalışanları için bir
geçim kaynağı olduğu gerçeğini bilmeyen bir kuşak var tam karşımızda.
Kullandığımız internetin, sosyal medyanın öbür ucunda duruyorlar ve her şeye
bedelsiz ulaşmak istiyorlar. Buna onları biraz da biz alıştırdık.
Mesela bana “Bergen kitabınızı ‘blog’unuzda yayımlarsanız
daha çok okuyucuya ulaşır,” diye mesaj gelmişliği vardır. Peki ben ne yaptım?
Yıllar önce yazıp bir köşeye koyduğum Eurovision kitabımı geçenlerde ‘blog’umda
yayımlamaya başladım. Niye? “Amaaan kim uğraşacak şimdi yayıneviyle bilmem
neyle?” deyiverdim günün birinde. Kısa sürede ve sıcak etkileşim almak cazip
geldi.
Aynı şeyi müzisyenler de yaptı, yapıyor. Canlı yayınlar,
bitmemiş ya da bitmiş şarkıları bilâbedel paylaşmalar, ücretsiz erişebildiğimiz
YouTube kanalları filan müzisyenlerin üretme coşkusu, adrenali ile kısa yoldan
alkış duyma dürtülerinin sonucu değil mi? Güzel şeyler bunlar ama uzun vadede
getirisi ne?
YouTube’dan izlemek varken bilet alıp, kalkıp gidip konser
izlemeyi tercih edecek dinleyici / izleyici sayısını arttırır mı azaltır mı bu
işler? Belki kanalınıza sponsor bulup çarkınızı döndürürsünüz ama o sadece
sizin çarkınız olur yine. Konser mekânından, garsonundan, gazozcusundan,
organizasyon firmasından ve dahası müzisyeninden tasarruf (ya da zarar) edense
içinde bulunduğunuz sektör olur.
Benzer bir şekilde genellikle belediyelerin, zaman zaman alışveriş merkezlerinin filan da organize ettiği
bedava halk konserleri de iyi hoş gibi görünen ama uzun dönemde sektöre büyük
zarar veren bir furya oldu ve halen olmaya devam ediyor.
Temiz kaşe, trink para, bilet sattın satmadın derdi yok,
şahane. Ama zaten konsere gitmek hiçbir zaman bir ihtiyaç kabul edilmemiş bir
ülkede bir kere bedava izlediğini ikincide para vererek izleyecek kaç kişi
bulabilirsiniz?
Bu konserler doğal olarak hıncahınç olunca marifetmiş gibi
gururla paylaşanlar kendi ayaklarına sıktıkları gerçeğini görmezden geldiler
hep. Herkes kendi gemisini yürütmeye, birkaç belediye konserini kapatmaya
çalıştı. O noktada siyasi tercihler, yanaşmalar, yanlamalar çıktı ortaya.
Sektör bir kez de bu yüzden cephelere bölündü. Oysa gerçekte kimsenin kendine
ait bir gemisi yoktu. Herkes aynı gemideydi. Nitekim gemi su almaya başlayınca herkes
birlikte batışa geçti.
Yıllarca söyledim, yazdım, çizdim… Müzikte ana akım olmazsa
alternatif de olmaz, hayatta kalamaz. Ana akım olacak, ticari müzik olacak ki
çarkı döndürsün; büyük çark dönerse küçükler de döner çünkü, bu kadar basittir.
“Kahrolsun ana akım, ölsün, bitsin!” diye bir şey yok.
Biterse alternatif de biter. Kendi kendinize yaptığınız, küçük ya da orta
ölçekli kitlelerle paylaştığınız bir hobiye dönüşür. Hayatınızı geçindirmez.
Bugünün dünyasında, bu kapitalist düzende bu romantizmin bir karşılığı yok.
Olmadığını hep birlikte görüyoruz şimdi. Ana akımın, popülerin, dile düşenin
küçümsendiği, yok sayıldığı, liste dışı bırakıldığı her hal ve şart sektörün
küçülmesini hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır (buna şu veya bu
şekilde hizmet edenlerin entelektüel tatmini dışında.)
En basitinden, beğenmediğiniz Demet Akalın ya da Deniz Seki
gibi isimler tek başlarına İstanbul’da birer eğlence mekanının ayakta kalmasını
sağlıyorsa bu, sektöre bir girdidir. Ya da kongre, bayi toplantısı gibi
etkinliklerde sıklıkla sahneye çıkan belirli isimler ilk bakışta fark edilmese
de sadece kendilerini değil, sektörün ışıkçısından sesçisine, enstrümanistinden
organizatörüne dek birçok ayağını güçlendiriyordur aslında.
Ben dâhil hepimizin zaman zaman şikâyet ettiği, eleştirdiği,
Harbiye ve benzeri büyük konser organizasyonlarında ya da festivallerde hep
aynı isimlerin karşımıza çıkıyor olmasının da böyle bir yan etkisi vardır
belki. Teoman’ın, Şebnem Ferah’ın, Duman’ın başı çekmediği bir “line-up”ın
bilet satışını kaç kişi garantileyebilir ki? Ya da Tarkan gibi Sıla gibi kaç
isim vardır yedi - sekiz konser ardı ardına verebilecek getirisi olan?
Sekiz gece Tarkan çıkacak ki bir gece Mabel Matiz çıksın.
Yedi gece Sıla çıkacak ki bir gece Ceyl’an Ertem çıksın, çark dönsün. Hadi
şu ara popüler bir "rap"çiye yedi gece versinler, beraber görelim
sonucunu.
Bu ana akım şeysi azalarak bitsin çünkü hiç “cool” değil,
tu kaka… Biz sadece bira içilen, ayakta durulan küçük küçük barlarda bir
ağızdan alternatif alternatif şarkılar söyleyelim, tek bir gitar olsun “Akustik
gibisi var mı yaeee?” dedikçe, küçük küçük paralarla döndürmeye çalıştığınız
çark bir yerde durur, duracaktır.
Mesela bir şarkıcı tanıyorum ki ismini vermeyeceğim, on
kişilik orkestrası olmadan hiçbir konsere hatta televizyon programına çıkmıyor
kesinlikle. Ona göre kaşesini belirliyor ve kaşe düşsün diye müzisyenlerini
feda etmiyor. Öyle ön saflarda, tuzu kuru isimlerden biri de değil üstelik. Çok
net ve ahlaklı bir tavır ama bu tavrı kaç kişi gösterebiliyor ki başka?
İşin bu kısmına fazladan takılıyorum çünkü bizzat yaşayıp
deneyimlediğim çok şey var. Bu kadar zengin ve çok renkli bir müzik skalasının
olduğu bir ülkede yapımcıların, medyanın, şimdilerde dijital platformların o
dönem hangi müzik türü ön plana çıkmışsa elinde tuzlukla hurra ona doğru üşüşmelerinin müzik
sektörüne verdiği zarar çok büyük çünkü. Bu ülkede halk müziği bitmez, insanlar
türküleri sevmekten hiç vazgeçmez. Arabesk ve alaturka ona keza.
Tangoyla,
çiganla başlayan en elit düğün bile Ankara havasıyla biter. Bütün gece yabancı
müzik çalan kulüpte sabaha karşı son bir saatte çalınan Türkçe pop şarkıları
her zaman en çok eğlendiren olur. Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum.
Sayısız defa hem de.
Koca bir ülkenin farklı farklı bölgelerinde, farklı kültürel
altyapıda yetişen ve yaşayan insanlarına neden tek tip müziği dayatmaya çalışır
ki müzik sektörü? Bu şuna benziyor: Bu kış pırasa moda, hep beraber pırasa üretip
satalım. Lahana mı? Ona rağbet yok. Üretmeyelim, satmayalım, satsak bile rafa
koymayalım. Arayan bulsun sadece. Pırasa sevmeyenler de bir müddet lahana
yemeyiversin!
Böyle aptalca bir yaklaşım olabilir mi? Vallahi oluyor. Spotify’a
bakın, şu sıralar gazetelerde çıkan müzik yazılarına bakın, müzik
yapımcılarının sosyal medyada paylaştıklarına bakın. Eskiden sadece lahana
satanların hepsi şimdi sadece pırasa satıyor. Yarın sadece kabak
satmayacaklarının da bir garantisi yok.
Meslek birliklerinin bile bir çatı altında birleşemediği,
birleşmek ne kelime, kendi içlerinde kendilerine karşı savaşlar çıkardığı bir
sektörde üzerine koyun bir de kendisinden başka kimsenin yaptığı işi
beğenmeyenleri, birbirine köstek olanları, ayak kaydıranları filan…
Büyük lokmanın kavgası da büyük oluyor. Ya küçük lokmaya
razı olanlar? Onlar da ceplerinden para verip kaydettikleri işlerini bir
şekilde duyurmak, servis etmek, tanınırlık sağlamak, böylece en azından bir
miktar kaşe arttırmak çabasıyla üç beş yapımcıya ya da mekân sahibine
karşılıksız teslim olmuyorlar mı yıllardır? Çark orada da kırılıyor.
Artık hiçbir yapımcının, menajerin, organizatörün, mekân
sahibinin uzun vadede kâr elde etmek için yatırım yapmak, strateji geliştirmek
gibi bir gayesi, niyeti yok. Kısa günün kârını cebine koyuyor, sonra birlikte
yola çıktığını ilk durakta bırakıyor, onu indirirken yerine bir yenisini
alıyor. Geride öyle bir çöplük kalıyor ki ne kötüsü işe yarıyor ne iyisi.
Diyeceksiniz ki artık kimse plak şirketlerine mahkûm değil,
doğrudan kendi hesabına işlerini servis edebiliyor. İyi hoş da oradaki
enflasyon da ayrı bir sorun.
Neredeyse her gün bir şarkı yayımlayan (çoğunluğu bağımsız) nice
müzisyen hem kendi yaptıkları işe hem de toplamda sektöre zarar veriyor çünkü.
Bir şarkı değiştirmenin telefonun ekranına bir kez dokunmak kadar kolay olduğu
bu zamanda, telefondan müzik dinleyen yaş aralığının sadakatsizliği, “yenisi
gelsin”ciliği de bu kadar ortadayken bu bitmek bilmez iştahı doyurmaya
çalışmanın sonu yok.
Bugün şarkı çıkaralım, yarın akustiğini yapalım, öbür gün
“remix”ini salalım, aman o sırada YouTube’a da iki “cover” daha koyalım derken
yarattığınız kuru kalabalığın içinde siz de kayboluyorsunuz sonra. Görünür
olayım derken büsbütün görünmez oluyorsunuz.
Kimse kimsenin yeni albümünü / şarkısını heyecanla
beklemiyor artık. Şarkıların /albümlerin yarattığı rüzgâr cumadan cumaya yön
değiştiriyor. Bu yüzden de neredeyse hiçbiri ikinci haftayı göremiyor. Bu kadar
fazla üretmenin doğal sonucu dinleyici bıkkınlığı olmuyor sadece; üreten için
de yaratıcılık yoksunluğu ve kendini tekrarı kaçınılmaz bir biçimde beraberinde
getiriyor.
Bunlar buz dağının görünen yüzü belki de sadece. Çok daha fazla
detay var aslında. Mesela benim en çok kafamı kurcalayan meselelerden birisi: Canlı
müzik yapan müzisyenlerin kaşesinde bir alt limit yok.
Bir mekân sahibi mekânında
çalan bir müzisyene gecede 500 lira vermek istemezse, aynı enstrümanı 250 liraya,
hatta 50 liraya çalan da bulabiliyor rahatlıkla. Sadece boğaz tokluğuna çalanı
bulmak da mümkün. Bir alt limit yok çünkü müzisyenlerin haklarını koruyacak bir
sendika, bir örgütlenme yok. Bu işler genellikle pazarlık usulüyle yürüyor.
Küçük mekanlar haftada bir gece kaşesi yüksek birini sahneye
çıkardıysa, diğer geceler gelen müşteri sayısı aynı olsa bile düşük kaşeli
müzisyen çalıştırarak diğerinden kaybettiği kârı ondan çıkarıyor. Yani bir nevi
yüksek kaşeli müzisyenin kaşesini düşük kaşeli müzisyen ödüyor. Kimse de buna
itiraz edemiyor. Çünkü bir tarife, bir kural ya da en azından ahlaki bir teamül
yok.
Konu açılınca aklıma gelenleri biraz dağınık da olsa bir
çırpıda yazıvermek istedim. Başta da dedim; mevzu derin. Her elemi, kederi bir
yazıya sıkıştırmak biraz kafa karıştırıcı oldu, onun da farkındayım.
Her bir satır
başı ayrı bir tartışma konusu aslında ama geçimini müzikten sağlayan zevatın
bir kısmı ne vakit sadece kendisini değil, bütün bir sektörü dert eder, müzik
meslek birlikleri iktidar savaşlarını ne vakit bitirir de bunlara kafa yormaya
başlar orası meçhul. O vakte dek siz sağ ben selamet.
Son söyleyeceğimi hemen söyleyeyim: İyi ki varsınız, nedereyse tek başınıza genel akım işlerin üzerine kafa yoruyor ve yapıcı eleştiriler yapıyorsunuz. Yazılarınızı kişisel beğenileriniz ve duygularınızı da katarak gerçekçi saptamalarla ve mantık çerçevesi içinde hazırlıyorsunuz. Hazırlık kelimesini özellikle yazıyorum. Eminim ki yazılarınız uzun bir hazırlık ve olgunlaşma dönemi sonrası kaleme alınıyor. Bu konudan nereye mi geleceğim?
YanıtlaSilGazeteler ve özellikle radyo ve TV'lerdeki sanat eleştirmeni sunucuları dinleyince kan beynime çıkıyor. Programcı Nükhet Duru'ya hiç albümleriniz müzik listelerinde 1 numara oldu mu diye sorabiliyor ve bunu samimi sohbet ortamı içinde normal görebiliyor. Basit sorular, derinliksiz konular, ucuz işi sohbetlerle programların kotarıldığı medya organları izleyici/dinleyiciden de takdir görüyor. Peki nesini beğendiklerini hiçbir zaman anlayamayacağım yeni yetme şarkıcıların ve eserlerinin (!) medya organlarınca parlatılması ve patlatılmasına ne demeli? Medyanın bu tutumunun da müzik sektörüne zarar verdiğini söylersem bilmem yanılır mıyım? Bir de çok sevdiğimiz ve belirli bir müzikalitesi olan sanatçılarımızın gündem oluşturmak için değil de gündemde kalmak ve gündemi yakalamak için gelir geçer akımların peşinden koşmaları durumu var ki, kanımca bu durum da müzik sektörüne yarardan çok zarar veriyorlar.
Müzik sektörünü çok iyi tahlil eden ve anlayana kıymetli saptamalar da sunan makalenizi yine bir solukta okudum, iyi ki varsınız.
Müziğe bu kadar kolay ulaşmak sektörü gerçekten bitirdi. Mesela arabada sürekli radyo kanali degistiren bi arkadasim var. Diyorum birisi kalsin. Orada bile doyumsuzluk var. Hayatinda kaset veya cd ye para vermemis insanlar var. Bir sey bol olursa kiymeti kalmaz. "BU NE ÇOK BESTE,BU NE ÇOK ŞARKI" Bu sefer arada iyi eserler de kaybolup gidiyor. Youtube deryasinda onu bile bulmak mucize. Zaten cd devri bitti. Plak dönemi de cok uzun surmeyecek sanirim. Cunku her sevdigimiz albumu plak olarak almaya kalksak evde koyacak yer kalmaz. Bütçe de yetmez. Plaklari tekrar canlandirmak sektorun ölmeden önceki son cirpinislaridir. Bir plaga yaklasik 100 kusur lirayi verebilecek kac kisi var ulkede? Sektörün olmesi normal vatandaslar icin hicbir sey ifade etmiyor bunu da soylemek zorundayim. Gecim derdinde olan insanlara sektor bitti derseniz alacaginiz cevap kisaca "bana ne" olacaktir. Aklima gelen bir husus daha var. Iyi besteler yapan eski efsanevi muzisyenlere bakalim. Onno tunc, attila özdemiroglu, melih kibar, baris manco, cem karaca, özdemir erdogan vs.vs. hepsi hem bati muzigini hem alaturka muzigi makamlari ve teknikleri ile bilen insanlardi. Mesela osman işmen hem diskomatik katibim gibi bir saheser yaratti hem de ahmet kaya'nın sarkilarinin bu kadar cok sevilmesine katkida bulunan duzenlemeler yapti. Cok yonlulerdi. Simdiki muzisyenler tek yonlu. Ve rap-hip hop-trap ve akustik batakligina dusmus durumdalar. Ben 37 yasindayim. Bu gune kadar yapilmis olan sarkilar bana yeter de artar. Daha dogru durust dinlemedigim yuzlerce album var. Yani yeni muzikler yapilmasa da idare edebilirim 😁
YanıtlaSilHakan bey bu işi amatör yapan bir müzisyn olarak yazdıklarınızın çoğuna katılmakla beraber aynı düşüncede olmadığım bölümlerde var.
YanıtlaSilÖncelikle avm konserlerinin - belediye konserlerinin bilet satışlı konserleri çok etkilediği yadsınamaz bir gerçek. piyasada geçimini sadece bu işlerle sağlayan ismi büyük sanatçılar var ama youtube - instagram canlı yayınlarının konser endüstrisinini nasıl olumsuz etkilediğini açıkcası anlayamadım. düşüncem zaten konsere gidip para verecek insan ''yok ya ben youtube live konserini izledim gerçek konsere para vermem artık '' demeyecektir. Tam tersi bu tarz yayaınlar bence sanatçı ve kitlesi arasındaki etkileşimi daha da artırıyor. ayrıca youtube gibi bedava kanallardan şarkı yayınlıyorlar demişiniz ama ben bile bu amatör halimle 20.000 izlenen videom için bir para alıyorsam youtube dan milyon izlenen sanatçılar da gayet iyi para kazanıyorlardır youtube den
Son olarak büyük açık hava konserlerinde bazı sanatçıların çok konser vediği için diğer isimlerin engellendiği düşüncesinin mantığını da tam olarak anlayamadım. eğer bir sanatçı iyi içerik üretiyorsa isterse tarkan. 20 konner versin çıkıp 2 günde 3 günde kapalı gişe konser verebilir. verdiğiniz örnekten yola çıkarak ( tarkan az versin ki mabel de konser versin ) Mabel Matiz geçen sene 3 harbiye konseri verdi diye biliyorum. demek ki üretim olunca insanlar da sanatçının biletine par veriyorlarmış.
Düşüncelerim bu kadar, teşekkürler :)