Seninle Üç Dakika
“Bir Garip Yolcu”
İzmir’de yaşayan İtalyan kökenli bir ailenin kızı olan Maria Rita Epik, o günlerde henüz 21 yaşındaydı. Müziğe küçük yaşlardan beri ilgi duymuş, ilk bestesini ilkokul yıllarında yapmıştı. Ege Üniversitesi İşletme Fakültesi son sınıf öğrencisi olan Epik, aynı üniversitenin Tıp Fakültesinde okuyan dört gençle birlikte yarışmaya katılmaya karar verdiğinde, kuşkusuz Türkiye’yi temsil etme hakkını kazanmayı hayal etmiş ama hayallerinin bir anda gerçeğe dönüşebileceğine ihtimal vermemişti.
Andreas Vildermann, Haluk Öztekin, Gökhan Akçay ve Erden
Erdem’den kurulu 21.Peron topluluğunun elemanları İzmir Koleji’nde okurken
Milliyet gazetesinin düzenlediği Liselerarası Müzik Yarışması’na katılmışlardı.
Andreas ve Haluk 1973 yılında beste dalında birinci, icra dalında ikinci ve
düzenleme dalında üçüncü olmuşlar, 1975 yılında ise bu defa Gökhan ve Erden’in
de yer aldığı bir ekiple ikinci kez katıldıkları yarışmada beste dalında
üçüncü, icra dalında sekizinci, düzenleme dalında ise üçüncü olmuşlardı.
Andreas
ve Haluk’un okuldan mezun olmasından sonra Gökhan ve Erden’in 1976 yılında katıldığı
aynı yarışmada ise bu kez yabancı icra dalında ikinci olmuşlar ve üniversite
yıllarında dördü birlikte 21. Peron adıyla müzik yapmaya başlamışlardı.
Grup üyelerinden Alman asıllı Andreas Wildermann, 21.
Peron adının nereden geldiğini şöyle açıklıyordu: “Eskiden Münih’ten İstanbul’a
kalkan trenler, Münih Garı’nın 21. peronundan hareket ederlerdi. Ben de bu
peronun bir garip yolcusuydum. Arkadaşlarla birleştiğimizde, topluluğumuza bu
adı vermeyi önerdim, kabul ettiler... Benim için anılarla dolu 21. peron
Türkiye’ye ulaşmamın bir başlangıcı olduğu için çok önemli idi çünkü.”
Okuldan arkadaş oldukları Maria Rita Epik ise yarışmaya
katılma hikayelerini şu cümlelerle anlatacaktı: “Onların da besteleri vardı,
benim de. Bir gün oturduk, onlar kendi şarkılarını çalıp söylediler, ben kendi
şarkılarımı. Düşündük, taşındık ve en uygun şarkının benim bestem olan ‘Seviyorum’
olduğuna karar verdik.”
Finalde kendilerine göre çok daha profesyonel isimleri
geride bırakarak halk oyuyla birinci seçilen ekip elemanları için o gece
kuşkusuz hayatlarının dönüm noktasıydı. Yaşadıkları büyük sevincin, çok değil,
birkaç gün sonra büyük bir hayal kırıklığına dönüşeceğini ise elbette tahmin bile
etmiyorlardı.
O gece birinci olan ekip kadar eğlenen bir başkası varsa o
da birinciliği bir puan farkla kaybeden Kuzenler topluluğuydu. Çünkü TRT
yetkililerinin daha önce aldığı karar gereği yarışmada ikinci olan şarkı, bir
yıl önce Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü’nün gittiği Seul Şarkı Yarışması’na gönderilecekti.
Bu yarışma her ne kadar Eurovision kadar popüler olmasa da yine de ülkeyi
temsil edecek olmak Kuzenler’i mutlu etmeye yetmişti. Finalden hemen sonra Gala
Kulüp’teki programlarına yetişip sahne alan üçlü, daha sonra Ali Kocatepe’nin
evinde sabahın ilk ışıklarına dek eğlenerek ikinciliğini kutladı.
Büyük finali takip eden hafta boyunca gazete ve dergi
sayfaları geceye dair haberlerle doluydu. En çok da o gece yaşanan ses sistemi
rezaleti konuşuluyordu. Özellikle ilk sırada sahneye çıkan Saadet Sun ve Çetin
Alp, ekrandan seslerinin hiç duyulmadığını söyleyerek halk jürilerinden yeterli
puan alamamalarını bu teknik aksaklığa bağlıyorlardı.
“Şarkıcıların söyleyeceği mikrofonlar yarışma öncesinde
bizlere gösterilmişti,” diyordu Saadet Sun. “Çetin Alp de ben de o mikrofonla
söyledik. Ancak duyduğumuza göre Cantekin, Bülent Özveren’in mikrofonunu
kullanmış. Eğer doğru ise bir ayrıcalık yapılmış oluyor... Halk jürileri, benim
ve vokalistlerimin sesini duymadılarsa doğal olarak 2 puan vermiş olabilirler.
Ama sesimiz duyulsaydı, 4 puan almayacağımız kim söyleyebilirdi?”
Gecenin ses mağduru diğer ismi olan Çetin Alp de çok dertliydi:
“Bugün sürekli olarak Adana, Gaziantep, Ankara ve Urfa’daki tanıyan, tanımayan
pek çok kişiden telefon geldi. Hepsi de sesimin nerede olduğunu soruyorlardı.
Ses duyulmadan iyi bir oylama nasıl yapılır?” Çetin Alp, söyledikleriyle Saadet
Sun’un iddialarını da doğrular gibiydi: “Cantekin’in başka bir mikrofonla
söylediği yolundaki söylenti benim de kulağıma çalındı. Gerçek böyleyse çok
ayıp etmiş doğrusu...”
Final gecesi salonda bulunan gazetecilerin gözünden
kaçmayan önemli bir ayrıntı da kafalarda soru işareti oluşturmuştu. Yarışmanın
organizasyonunu yapan İstanbul Televizyonu’ndan bir çok görevli o gece salonda
yerini alsa da, Ankara Televizyonu’ndan ve daha önemlisi TRT Genel Müdürlüğü’nden
hiç kimsenin olmaması fark edilmeyecek gibi değildi. TRT Yönetim Kurulu’ndan sadece
bir tek üye, Rıza Şit o gece salonda hazır bulunuyordu. Öyle ki birinci olan
ekibin ödülünü İstanbul Valisi vermişti, salonda davetli olarak bulunan Nilüfer,
önceden haber verilmeksizin ödül vermek üzere sahneye çağırılmıştı. TRT’nin üst
düzey yetkilileri neden yarışmayı izlemeye gelmemişti?
Bu durum, takip eden günlerde başlayacak yeni tartışmalar
sırasında da gündeme gelecek ve finalin aslında sadece âdet yerini bulsun diye
yapıldığı yolunda ortaya sürülen tezlerin dayanak noktası olacaktı.
Finalden tam bir hafta sonra Maria Rita Epik ve 21. Peron
üyeleri, menajerleri Baha Boduroğlu’nun düzenlediği basınla tanışma kokteylinde
birlikte kadeh kaldırarak poz veriyorlardı objektiflere. 1 Mart günü ekip,
tanıtım filminin çekimi için televizyon stüdyosundaydı.
Bu defa önceki
yıllardan farklı bir yöntem izlenmiş ve tanıtım filmi “blue-box” tekniğiyle
renkli olarak çekilmişti. Böylece hem daha kısa sürede hem de daha düşük
maliyetli bir çekim yapılmıştı. Grup elemanları şarkılarını stüdyoda mavi bir
fon perdesinin önünde seslendirirken görüntülenmişti. Daha sonra fona mavi
perde görüntüsü yerine Fransız yönetmen Claude Leiouch’un hazırladığı “Türkiye”
filminden görüntüler yerleştirilecek, böylece tanıtım filmi amacına uygun hale
getirilecekti.
O günlerde şarkının İngilizce versiyonu da kaydedilmişti.
Maria Rita Epik bu şarkıyı aslında 1977 yılında İngilizce sözlerle yazmış,
ancak yarışmaya katılması söz konusu olunca sözleri Türkçeleştirmişti.
Dolayısıyla İngilizce sözler zaten hazırdı. Yarı finalden hemen sonra anlaşma
imzaladıkları Arı Yapım tarafından yayınlanacak 45’liğin B yüzünde şarkının “I
Love You” adını taşıyan İngilizce versiyonu yer alacak ve bu plak, yurt dışı
için hazırlanacak tanıtım dosyalarının içinde de yer alacaktı. Her şey, önceki
yıllara nispeten çok daha kısa sürede ve sorunsuz hallolmaktaydı. Bu iyiye, kim
bilir belki de kötüye işaretti.
2
Mart 1979 günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kars Sarıkamış
Orduevi'nde yaptığı konuşmada Silahlı Kuvvetler’in vatanın bölünmesini isteyen
iç ve dış düşmanları bulunduğunu söyleyerek, “Biz el ele, gönül gönüle
olduğumuz sürece bu vatan bölünmez, isteyen tecrübe etsin. Ben dâhil, bizim
cesetlerimizin üzerinden geçmeden bu vatanı kimse bölemez.” diyecekti.
Dünyada
yaşanmakta olan petrol krizinden ziyadesiyle etkilenen Türkiye’de akaryakıt
karneye bağlanırken, o günlerde neredeyse tüm temel tüketim maddelerini satın
alabilmek için dükkanların önünde saatler, hatta günler boyu süren uzun
kuyruklarda beklemeyi göze almak gerekiyordu. Tüp gaz, yağ, şeker kuyruklarını
artık kanıksayan sokaktaki insan için en kuşkusuz ağır olanı da baş göstermeye
başlayan ilaç sıkıntısıydı.
Türkiye
İşveren Sendikaları Konfederasyonu 3 Mart günü yayınladığı raporda, Türkiye'nin
ne ekonomik ne de siyasi rejim bakımından Avrupa Ekonomik Topluluğu dışında düşünülemeyeceğini
belirterek, topluluğa üye olmak için bir an önce harekete
geçilmesini isteyecek, aynı gün Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün, AET ülkeleri
Ankara büyükelçileriyle yaptığı toplantıda, Türkiye'nin bu ülkelere ihracatı
üzerindeki tüm kısıtlama ve kotaların kaldırılmasını talep ederek, “Aksi halde,
beş yıl sonra Türkiye'nin ticaret çok değişik bir biçim alacak,
alışverişlerimizde ağırlık, AET dışındaki ülke ve bölgelere kayacaktır,”
diyecekti. Kendimize bu kadar güveniyor, Avrupa ülkelerini neredeyse tehdit
edebiliyorken, bir yandan da kendimizi beğendirmeye çalışmakta idik. Eurovision
Şarkı Yarışması, kendimizi beğendirebilmenin en kolay yolu olabilirdi.
Türkiye Yarışmadan Çekiliyor
Takvimler 5 Mart Pazartesi
gününü gösteriyordu. Herkesi şaşkına çeviren haber, 17:00 haber bülteninde ilk
kez radyodan yayınlandı. Türkiye, Eurovision Şarkı Yarışması’ndan çekilmişti.
TRT Genel Müdürlüğünün
imzasını taşıyan açıklamada “Türkiye’nin dış politikası gereği ve Arap
dünyasındaki yeni gelişmelerin ışığında, Kudüs’ün statüsünün değiştirilmesine
yönelik girişimler yüzünden” yarışmadan çekildiğimiz söyleniyor, gerekçe olarak
da “Filistinlilerin devlet kurma hakkını Türkiye’nin tanıdığı, İsrail’in
1967’de işgal ettiği topraklardan çekilmediği, bu yarışmayla da Kudüs’ün
statüsünün değiştirilmek istendiği” gösteriliyordu.
İsrail, 1978 yılında yapılan
yarışmayı kazanınca 1979 yılında yarışmanın başkent Tel-Aviv’de yapılacağını
ilan etmiş, ancak çok geçmeden bu kararını değiştirerek organizasyonun Kudüs’e
alındığını duyurmuştu. Söylentilere göre İsrail, o gece milyonlarca televizyon
izleyicisinin gözü önünde, canlı yayın esnasında Kudüs’ü başkent ilan
edebilirdi. O gece yarışmada Türk ekibinin yer alması demek, Kudüs’ün İsrail’in
başkenti olmasını veya olacağını Türkiye’nin kabul etmesi anlamını taşıyacaktı
ve Türkiye bu riski göze almak istememişti.
Gündeme bomba gibi düşen
haber, radyonun 19:00 ana haber bülteninde tekrar edildi, televizyondan ise ilk
kez 20:30 haber bülteninde duyuruldu. İlk şok
atlatıldıktan sonra detaylar yavaş yavaş ortaya çıkacaktı.
Dışişleri Bakanlığı yarışmanın Türkiye finalinden neredeyse bir ay önce, resmi bir yazıyla TRT’yi uyarmıştı. Irak ve Libya’nın Türkiye’nin yarışmaya katılmaması yolundaki istekleri Dışişleri Bakanlığı’na yazıyla bildirilmiş, diğer Arap ülkeleri de Türkiye’deki büyükelçilikleri vasıtasıyla aynı doğrultudaki isteklerini ifade etmişlerdi. Arap ülkelerinin bu isteği, aslında üstü kapalı bir tehdit de içeriyordu. Arapları böyle bir nedenle küstürmek demek, tamamen petrolsüz kalmayı göze almak demekti. Petrol krizinin had safhada yaşandığı o günlerde, kimse bu sorumluluğu üzerine almaya cesaret edemeyecek ve aslında gizliden gizliye çoktan verilmiş karar, beklenmedik bir anda açıklanıverecekti. 1979 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye yoktu. Üstelik ülkeyi temsil edecek şarkı seçildiği halde.
Dışişleri Bakanlığı yarışmanın Türkiye finalinden neredeyse bir ay önce, resmi bir yazıyla TRT’yi uyarmıştı. Irak ve Libya’nın Türkiye’nin yarışmaya katılmaması yolundaki istekleri Dışişleri Bakanlığı’na yazıyla bildirilmiş, diğer Arap ülkeleri de Türkiye’deki büyükelçilikleri vasıtasıyla aynı doğrultudaki isteklerini ifade etmişlerdi. Arap ülkelerinin bu isteği, aslında üstü kapalı bir tehdit de içeriyordu. Arapları böyle bir nedenle küstürmek demek, tamamen petrolsüz kalmayı göze almak demekti. Petrol krizinin had safhada yaşandığı o günlerde, kimse bu sorumluluğu üzerine almaya cesaret edemeyecek ve aslında gizliden gizliye çoktan verilmiş karar, beklenmedik bir anda açıklanıverecekti. 1979 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye yoktu. Üstelik ülkeyi temsil edecek şarkı seçildiği halde.
Yarışmadan çekilmemizde Arap ülkelerinin birinci derecede rol sahibi olduğu tartışma götürmezdi. Kulislerde söz konusu ülkeler içerisinde en çok söz sahibi olanın Libya olduğu konuşuluyordu. Başbakan Ecevit, bir süre önce Libya’ya resmi bir ziyarette bulunmuş, birtakım anlaşmalara imza atmış, o günlerde Libya lideri Kaddafi ile Ecevit’in çok iyi anlaştığı haberleri basına yansımıştı. Söylenenlere göre Türkiye’nin yarışmadan çekilmesi için Kaddafi, Ecevit’e özel mesaj göndermiş ve bu mesajın ardından Başbakan, son sözünü söylemişti.
Elbette tüm bunlar birer
söylenti olarak kalacak ve resmi kaynaklar tarafından hiçbir zaman
doğrulanmayacaktı. Ancak görünen köy de kılavuz istemiyordu. Böyle bir kararın
alınacağı neredeyse kesin olduğu halde, TRT başladığı işi yarım bırakmamış, Türkiye
finalini gerçekleştirmişti. Kim bilir, belki de final gecesi Ankara’dan sadece
bir tek TRT görevlisinin gelmiş olması bu yüzdendi.
Gazeteci Erdoğan Sevgin, 12
Mart 1979 tarihli TV’de 7 Gün dergisinin baş yazısında bu iddiayı satırlarına
şöyle taşıyacaktı: “...Ve TRT, finallerin yapıldığı gece bal gibi biliyordu bu
yıl Türkiye’nin Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmayacağını, şampiyonun
İsrail’e gönderilmeyeceğini, son anda tepeden inme bir emrin geleceğini...
Biliyordu ki, finallerin yapıldığı gece TRT’yi yönetenler klasik bir bürokrat
esnekliği içinde, Atatürk Kültür Merkezi’nde ispat-ı vücut etmekten
kaçınmışlardı...”
Yarışmadan çekilmemiz, ülke
genelinde büyük yankı uyandırırken, gelen tepkiler karşısında TRT’yi savunmak,
Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren’e düşecekti. Dağdeviren, Avrupa
Yayın Birliği’nin bu tip politik kararları saygıyla karşıladığını söylüyor ve
yarışmadan çekilmemizin önümüzdeki yıl katılma şansımızı engellemeyeceğini
savunuyordu. O yıllardaki yarışma şartnamesi gereği bir önceki yıl katılmış
ülkeler, bir sonraki yıl katılma hakkına doğrudan sahip oluyorlardı.
Kontenjanın tamamlanması için geriye kalan ülkeler arasından seçme yapılıyor ve
bu seçim esnasında üye ülkelerin “iyi hali” göz önüne alınıyordu. Peki biz
yarışmadan çekilerek Avrupa Yayın Birliği nezdinde sabıkalı ülke konumuna
düşmüş olabilir miydik? 1980 yarışmasına katılma şansımızı da şimdiden
kaybetmiş miydik? Dağdeviren’in açıklaması kimseyi tatmin etmezken, bu ve
benzeri sorular zihinleri kurcalamaya devam edecekti.
Yarışmaya ilk kez katıldığımız 1975 yılında bizi temsil eden Semiha Yankı, kendisine fikri sorulduğunda, çekilme kararımızı haklı bulduğunu söyleyecekti: “21.Peron’un şarkısı başarılı bir yapıttı. Bu bakımdan İsrail’de iyi bir derece alacağına inanıyordum. Kararı saygıyla karşılıyorum. Önce ülkenin menfaatleri, sonra sanat gelmelidir... Ve buna da bizler değil, büyüklerimiz karar verir...”
1978 yılında ülkeyi temsil
eden grupta yer alan Nilüfer de Semiha Yankı’yla aynı görüşteydi: “Dış
politika, memleketin çıkarları her şeyin üzerindedir. Eğer büyüklerimiz böyle
uygun görüyorlarsa, bildikleri önemli şeyler vardır. Öte yandan Maria Rita
Epik’in bir Türk vatandaşı olarak, bu önemli karar karşısında önce hayal
kırıklığına uğramasını makul karşılarım. Ama sonra, Türkiye’nin çıkarları söz
konusu olduğunda, teselli bulabilir.”
Nilüfer’in cümle arasında
Epik’in Türk vatandaşı olduğunun altını özellikle çizmesi boşuna değildi. Büyük
final heyecanının yaşandığı günlerde, Maria Rita Epik’in ismi etrafında yersiz
spekülasyonlar yapılmıştı. Hafta Sonu gazetesinde köşe yazarı Ferdi Yücedağ,
Maria Rita Epik’in Yahudi olduğunu iddia etmiş ve bu durumun İsrail’de yapılacak
yarışmada işimize yarayacağı ihtimalini kendi fikri gibi değil ama kulağına
gelen bir dedikoduymuş gibi kaleme almıştı.
Türkiye’nin yarışmadan
çekildiğinin belli olduğu hafta aynı gazetede yayımlanan bir haber ise düpedüz
provokasyon yapar gibiydi. Habere göre finalden hemen sonra İzmir’de yaşayan
modacı Zuhal Yorgancıoğlu’na giden Maria Rita Epik, ona İsrail’deki final için
elbise diktirmek istemiş ancak aralarındaki sohbet esnasında “Ben Türklüğü
hissedemiyorum,” gibi bir cümle kurunca, Yorgancıoğlu tarafından dükkanından
kovulmuştu. Gazete, Epik’in yarışmaya gönderilmemeyi hak ettiğini iddia
ediyordu.
Maria Ağlıyor
Herkes bir şeyler söyler,
her kafadan bir ses çıkarken, Maria Rita Epik ve 21. Peron ne durumdaydı peki?
Çok değil, dokuz gün önce yaşadıkları o büyük sevinç bir anda koca bir hayal
kırıklığına dönüşmüştü. TRT’nin çekilme kararında onları teselli edecek birkaç
cümle dikkatlerden kaçmayacaktı: “TRT jürisinin ve halkın takdirlerini
kanıtlayan oylarıyla, ülkemizi bu yarışmada başarı ile temsil edeceği saptanan
Maria Rita Epik ve arkadaşları, ülkemizi ve kurumumuzu yurt dışında bu yıl
yapılacak başka bir yarışmada temsil edeceklerdir.”
Maria Rita Epik, çekilme
kararını İzmir’de öğrenmişti. Kararın radyodan halka duyurulmasından birkaç
saat önce Bülent Özveren İzmir’e telefon açmış ve durumu anlatmış, Maria
duydukları karşısında kelimenin tam anlamıyla şoke olmuştu.
Tam da o saatlerde,
onunla röportaj yapmak üzere evine gelmiş TV’de 7 Gün dergisi muhabirlerinin
karşısında göz yaşlarını tutamayan Epik, konuşmakta güçlük çekmişti: “Bu
yarışmanın Kudüs’te yapılacağı Dışişleri Bakanlığı’nca da biliniyordu... Neden
bu kadar beklediler ?.. Neden finalleri yapıp, ardından müziği siyasetle
karıştırıp, yarışmadan çekildiler,” diye sormakta haksız değildi. Ne var ki
yapacak bir şey yoktu. Verilmiş karardan geri dönülmeyeceğini o da çok iyi biliyordu:
“Ne yapalım... Ülkemin çıkarları bunu gerektiriyorsa, karara saygı duyarım...
Ne kadar acı olsa da keder, zaman kuşunun kanatlarına binip gider !.. Bu sözü
lisedeki öğretmenim söylemişti bana... Yavaş yavaş unuturum acısını...”
Ancak, Maria Rita Epik’in
acısını unutması pek de kolay değildi. Hafta Sonu gazetesinde yapılan habere
verdiği cevap ise çok sert olacaktı. Milliyet gazetesinden Burhan Felek’e gönderdiği
ve gazetenin 26 Mart 1979 tarihli sayısında yayımlanan mektubunda şöyle
yazıyordu Maria Rita Epik:
“Pazartesi duyurulan haber,
öyle sanıyorum ki, olayın bestecisi olarak en çok beni sarstı. Ancak kendimi
olgun bir insan gibi davranmaya zorlayarak Perşembe günü toparlanıp başka
bestelerimi notaya çekmeye başladım. Bu sırada bir gazeteci arkadaşım, haftalık
bir gazetede benimle ilgili çok yanlış ve üzücü bir yazının yayımlandığını
telefonla haber verdi. İnanın bu olay beni, Eurovision’a katılamamaktan daha
çok sarstı.
Olay şu: TRT elemelerinde
diğer beş sanatçıyla beraber final kaldığımı öğrendikten bir süre sonra babam,
eski komşumuz Zuhal Yorgancıoğlu’na telefon ederek arkadaşlarımla birlikte
final gecesi ne giymemiz konusunda beni aydınlatmasını eski komşuluk ve
İzmirlilik namına rica etti. Ablamla beraber gidip kendisini bulduk.
Aramızda
geçen konuşma şöyle: “Buraya kadar olan başarını kutlarım ama şarkında neden
bir Türk havası, Türk ritmi yok,” diye sordu. Ben de büyüdüğüm çevre,
dinlediğim ve sevdiğim müzik nedeniyle eserlerimin büyük çoğunluğunda Türk hava
ve ritmini veremediğimi söyledim. Zuhal Hanım, şarkımda Türk motifleri olmadığı
için bize Türk motifli giysiler öneremeyeceğini, daha Avrupai şeyler düşünmemiz
gerektiğini söyledi. Daha sonra kendi Avrupai kreasyonlarının fotoğraflarını
göstererek, maddi sorunlarım nedeniyle eğer beğenirsem, bunlardan birini bana
bir gecelik ödünç verebileceğimi söyledi. Biraz daha sohbet ettikten sonra
kendisine teşekkür edip mağazadan ayrıldık. Bir hanımefendi olan Sayın
Yorgancıoğlu beni asla kovmadı.
Ben kimim? Nereden
geliyorum?
Babamın dedesi ve annemin
dedesi gençken İtalya’dan ayrılıp İzmir’e yerleştiler. Babamın babası 1925-1926
yıllarında Türk vatandaşı oldu. Annemin babası hâlâ İtalyan’dır. Ablam, halamın
kızı ve dayım bir Türk – İslam ile evlidirler. Bense gazetenin yazdığı gibi bir
Musevi değil, Latin Katolik dininden bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.
Şeyh-ül-muharrir olmanız
sebebiyle sizi dinlerler. Sizden isteğim kasıtlı basında beni rahat
bırakmalarını rica etmenizdir. Sınavlarım var. Ege Üniversitesi İşletme
Fakültesi Turizm Bölümü son sınıf öğrencisiyim. Mezuniyet tezim var. Ders
çalışamıyorum…
Bir ülke çıkarı için bazen
beş gencin yalnızca gelecekleri değil, hayatları bile feda edilir. Fakat bir
gazeteci satışını artırmak için zaten yıkılmış bir gence iftira etmemelidir.
Benim olan, en çok sevdiklerimden olan bir bestemi ülkemin yüksek çıkarları
için feda ettim. Ülkem için bundan çok daha fazlasını yapabilirim. Ancak
gururumu ayaklar altına aldırtmam… Asla…”
Gencecik bir kızı kendisini
böyle savunmak zorunda bırakacak mektubu yazdıran zihniyet ülkenin acı
gerçeklerinden biri olarak o günlerden bugünlere ne yazık ki pek de
değişmeyecekti.
TRT’nin basın açıklamasında bahsi
geçen “başka bir” yarışmanın hangisi olabileceği basında bütün
alternatifleriyle günler boyu yazılıp çizildi. TRT Eurovision Şarkı Yarışması
şartnamesi gereği Seul Şarkı Yarışması’na ikinci olan ekip, yani Kuzenler
gidecekti. Bunu değiştirebilmek artık mümkün değildi. Prag’da düzenlenecek olan
“Intertalent ’79” için son başvuru tarihi 31 Ocak’tı ve başvuru yapılmış,
yarışmaya Sibel Egemen’in gideceği belli olmuştu. Bulgaristan’da düzenlenen ve
o yıllarda Türkiye’de çok önemsenen yarışmalardan biri olan Altın Orfe’ye Yeliz
gidiyordu. Polonya’da düzenlenen Sopot Müzik Festivali’ne ise Neco’nun gideceği
kesinleşmişti.
Bazı yayın organlarında,
Maria Rita Epik’in Eurovision Şarkı Yarışması finaline gitme hakkının saklı
kalmasını istediği yazılacaktı. 1980 yılında yapılacak yarışmaya şartname
gereği aynı şarkıyla katılmak mümkün olmasa da aynı ekip başka bir şarkıyla
katılabilirdi. Ne var ki bu alternatif, TRT tarafından kabul görmemişti.
O günlerde Maria Rita Epik,
Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı’nın davetiyle İzmir’den Ankara’ya gitti.
Belli ki kırgın ve üzgün bu genç kızın gönlü alınmaya çalışılıyordu. Epik, bu
daveti yıllar sonra şöyle anlatacaktı: “Tabiri caizse ‘dile bizden ne dilersen’
dediler bana. Ben de Londra’da bir müzik okulunda eğitim alabilmek için burs
istedim. O anda orada en az elli kişi vardı ve Kışlalı bana herkesin önünde söz
verdi.”
Maria, gencecik yaşına
rağmen, o saatten sonra gideceği herhangi bir yarışmanın ona pek fazla bir şey
kazandırmayacağının farkındaydı. Şöhretin, popülerliğin, manşetlerde olmanın
değil, müzik eğitimi alabilmenin derdindeydi.
Nitekim Kültür Bakanlığı onu
nisan ayında İngiltere’ye gönderecek, orada 15 gün kalan Epik, orada
incelemelerde bulunacak, ne var ki kendisine verilen burs sözünün arkası gelmeyince, müzik eğitimi almak için İngiltere’ye değil,
Amerika’ya, ancak 1981 yılında, devlet katkısı olmaksızın gidebilecekti.
Bahara Doğru
Uzun süren tartışmalardan
sonra Maria Rita Epik’in yurt dışında gönderileceği en uygun yarışmanın
Tokyo’da yapılacak Yamaha Müzik Festivali olduğuna karar verilecek, o
yarışmanın şartnamesine göre, katılacak eserlerin daha önce yayınlanmamış
olması gerektiği için, Epik’in “Seni Özledim” adını taşıyan bir başka bestesi
Japonya’ya gönderilecekti.
Ne var ki Maria Rita Epik’in şansı burada da yaver
gitmeyecek ve şarkı ilk elemeyi geçemediği için yarışma dışı kalacaktı. Böylece
Epik’in burs hayali gibi yarışma hayali de suya düşmüş, verilen vaatler,
verildiğiyle kalmıştı.
Kudüs’te yapılacak finale az
bir süre kala, kamuoyunun gündemi bu defa büyük finalin televizyondan
yayınlanıp yayınlanmayacağı üzerine yoğunlaşmıştı.
TRT’nin yarışmayı
yayınlamama konusunda aldığı kararı Avrupa Yayın Birliği’ne teleksle bildirdiği
haberi ortalığı yine karıştıracaktı. Bir kesim, bu kararı ağır biçimde
eleştirirken, bir kesim de TRT’ye hak veriyordu. TRT’nin finali yayınlamayarak,
yarışmanın İsrail’de yapılıyor olmasına gösterdiği tepkiyi devam ettirdiğini
düşünenler, Avrupa Yayın Birliği’ni küstüreceğimizden korkuyordu.
Oysa daha iyi
niyetli bir düşünceye göre TRT, Türk halkını üzmemek için finali ekrana
getirmiyordu. “Ya yarışmadaki şarkılar ‘Seviyorum’dan daha kötü çıkarsa?.. Ya
çekildiğimiz yarışma, aslında iyi bir derece alabileceğimiz bir yarışmaysa?..
Ya kaçan balık büyük olursa?..” düşünceleriydi TRT’yi yarışmayı yayınlamaktan
alıkoyan. Bazılarına göre ise karar çok yerindeydi. İçinde Türkiye’nin adı
geçmeyen bir yarışma bizi niye ilgilendirecekti ki?
Nitekim her zaman olduğu
gibi tüm tepkilere ve karşıt görüşlere rağmen TRT yönetimi kararından dönmedi
ve 31 Mart 1979 gecesi tüm Avrupa televizyonlarında Eurovision Şarkı Yarışması
Kudüs’ten naklen yayınlanıyorken, TRT’nin siyah beyaz ekranında önce yerli dizi
“Zeytinler Altında”nın sekizinci ve son bölümü, ardından da “Bahara Doğru” adı
verilmiş özel eğlence programı yayına girdi.
TRT, biraz da tepkileri
bertaraf etmek için olsa gerek, işi sıkı tutmuş ve epeyce kalabalık kadrolu bir
özel programı hazırlamıştı o gece için. Sezen Aksu, Barış Manço, Zülfü Livaneli,
Kerem Yılmazer, Salim Dündar, Ayşe Mine, Melike Demirağ, Gülistan Okan, İbrahim
Tatlıses ve Emel Sayın’ın şarkılarıyla yer aldığı programın sürprizi ise Maria
Rita Epik ve 21. Peron olacaktı. Yarışma için hazırlanmış tanıtım filmi, ilk ve
son kez o gece ekrana gelecek, TRT böylece üstü kapalı bir özür dileyecekti
halktan.
NOT: Şimdilerde internette dolaşan Maria Rita Epik ve 21. Peron’un bir
bahçe içerisinde “Seviyorum”u seslendirdikleri siyah beyaz görüntüler, İzzet
Öz’ün yapımcılığı ve yönetmenliğini yaptığı Sihirli Lamba programı için çekilmiş
olup yukarıda bahsi geçen tanıtım filmi değildir. Tanıtım filmi muhtemelen
halen TRT arşivinin bir yerlerinden duruyor ve gün ışığına çıkmayı bekliyor.
Türkiye’de yarışmadan çekilmemizle sonuçlanan gelişmeler olup biterken, İsrail’de de finalin yapılmasını tehlikeye düşürecek olaylar yaşanmakta idi. 30 yıldan beri savaşla iç içe yaşayan ülkede o günlerde posta işçilerinin başlattığı büyük çaplı grev devam etmekteydi. Ülkenin dünyayla bütün iletişimini sekteye uğratan bu grev, yarışma organizasyonunu ve final gecesinin naklen yayınını da etkileyecek gibi gözüküyordu. Nitekim yarışma için Avrupa’nın her ülkesinden Kudüs’e giden basın mensupları, final gecesinden üç gün öncesine dek ülkelerine haber geçemediler. Nihayet İsrail hükümetinin grevi durdurup işçileri işbaşı yapmaya çağırmasıyla 29 Mart günü basın merkezine teleks ve telefon bağlanacak, final gecesi yarışmanın naklen yayını esnasında da bir sorun yaşanmayacaktı.
Kudüs’teki yarışma haftası
boyunca İsrail işi çok sıkı tutmuş ve önceki yılların kat be kat üzerinde
güvenlik önlemleri alınmıştı. Nitekim savaşın ortasındaki bir ülkede, yarışma
başından sonuna dek sorun yaşanmaksızın gerçekleştirilecekti.
Türkiye’den yarışmayı
izlemek üzere Kudüs’e giden gazetecileri ise orada bir sürpriz bekliyordu. Her
yıl yarışmayı düzenleyen ülke tarafından hazırlanan logo, o yıl bir sol
anahtarı şeklinde yapılmış ve sol anahtarının bir kısmı, yarışan ülkelerin
adlarından oluşturulmuştu. Ve Türkiye’nin son anda çekilmesi nedeniyle değiştirilmeyen
logoda Turkey ismi de yer alıyordu.
Yarışmanın final gecesi ise
yeni bir sürprize gebeydi. 1976 yılında yarışmada İsrail’i temsil etmiş Yardena
Arazi’nin Daniel Peer’le birlikte sunduğu final gecesinde puanlama bir hayli
heyecanlı geçecek ve skor tablosundaki son ülkeden alınacak puanlara dek
yarışmanın birincisi belli olmayacaktı.
Gecenin sonuna gelindiğinde puan
tablosunun üçüncü sırasında Fransa yer alıyordu. Yarışmanın 1973 birincisi Anne-Marie
David’in seslendirdiği “Je Suis L’enfant Soleil” adlı şarkıyla üçüncülüğü
kazanan Fransa’yı İspanya izliyor, İspanya’nın Betty Missiego tarafından
seslendirilen şarkısı “Su Cancion” adını taşıyordu. Final gecesi son sırada
yarışan İspanya, puanlarını da son sırada vermiş ve kendi verdiği puanlarla
birinciliği İsrail’e kaptırmıştı. Gali Atari ve Milk & Honey topluluğu
tarafından seslendirilen “Hallelujah”, İsrail’e bir kez daha birincilik
kazandırmıştı.
İşte bu birincilik, özellikle Türkiye için tam bir sürprizdi. Yarışmaya İsrail’de yapıldığı için gitmemiştik ve İsrail yarışmayı bir kez daha kazanmıştı. Bu, finalin seneye de İsrail’de yapılması anlamına geliyordu. Dolayısıyla da Türkiye’nin yine katılmaması... Peki şimdi ne olacaktı?
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder