Şarkıların
bu ilk kayıtlarında, başından da kararlaştırıldığı gibi, Ajda Pekkan yoktu. Bu
yüzden, bestesini piyano eşliğinde enstrümantal olarak kaydedip, sözleri yazılı
olarak veren Şerif Yüzbaşıoğlu haricindeki diğer besteciler, stüdyoda “dublör”
şarkıcılarla çalışarak, eserlerini kaydetmişlerdi.
Melih
Kibar, şarkısını ‘70’li yıllarda Güzin ile Baha ikilisi olarak eşi Baha Boduroğlu’yla birlikte ün
yapan Güzin Boduroğlu’nun seslendirmesini uygun görmüştü.
Turhan
Yükseler’in bestesi, yarışmanın 1979 finalinde Çetin Alp’in vokalistlerinden
biri olan Meltem Yılmaz tarafından seslendirilerek kaydedilmişti.
Attila
Özdemiroğlu’nun şarkısı, “bir amatör aile dostu” olarak nitelendirdiği Sevingül
Bahadır’ın sesiyle banda alınmıştı.
Cenk
Taşkan ise bestesini seslendirmek üzere, o günlerde Mehmet Teoman’la evlenen
Ayşegül Aldinç’i seçmişti.
Ne
enteresandır ki, çok değil, bundan tam bir yıl sonra Ayşegül Aldinç, altı yıl
sonra ise bu kez Sevingül Bahadır, Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi
temsil eden ekiplerde yer alacaklardı ama şimdilik sadece “dublör” şarkıcıydılar.
Şarkıların
TRT’ye teslim edilmesinin hemen ertesinde, 19 Ocak Cumartesi günü Beste
Ismarlama ve Eleme Jürisi ve Ajda Pekkan, başından beri yarışmanın adeta karargâhı
haline gelen İstanbul Radyosu’nda bir kez daha toplandı. Beş şarkıdan ikisi
elenecekti. Jüri üyelerinden Gürer Aykal, rahatsız olduğu gerekçesiyle İstanbul’a
gelemediğinden, Ankara’ya gönderilen bantlardan şarkıları dinleyerek, kararını
telefonla bildirecekti. Şarkılar dinlendi, görüşler bildirildi ve çok geçmeden
yapılan basın toplantısıyla finale kalan eserler kamuoyuna açıklandı.
“Olsam”,
“Pet’r Oil” ve “Bir Dünya Ver Bana”, 1980 Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye
finalinde Ajda Pekkan tarafından seslendirilerek jüri önüne çıkarılacak
şarkılar olarak belirlenmiş “Cennet” ve “Sevgi Nedir Nasıl Sevilir?” elenmişti.
Bu
arada yarışmanın Avrupa kanadından da haberler gelmeye başlamıştı. Lahey’de
yapılacak organizasyonda daha önce hiç denenmemiş yeni bir uygulamaya
gidilecekti. Yarışma gecesi her ülke, kendisini temsil edecek şarkıyı, kendi
sunucusuyla ve kendi lisanında anons edecekti. Haber duyulur duyulmaz, kulislerde
bu görevi yapsa yapsa Bülent Özveren’in yapabileceği konuşulmaya başlanmıştı
bile.
Finalde
yarışacak besteciler için geri sayım başlamıştı artık. O günlerde Şerif Yüzbaşıoğlu
ve Cenk Taşkan’ın şarkılarının aranjmanı için Onno Tunç’la anlaştıkları haberi
gazetelere yansıdı. Attila Özdemiroğlu ise şarkısının düzenlemesini kendisi
yapacaktı. Besteciliğinden ziyade orkestra şefi ve aranjör olarak ün yapmış
olan Şerif Yüzbaşıoğlu’nun şarkısını bir başkasına aranje ettiriyor olması ilgi
ve merak uyandırmıştı ama başından beri son derece ketum davranan Yüzbaşıoğlu’nun bu tercihinin ardındaki neden de hiçbir zaman öğrenilemeyecekti.
Finalin
17 Şubat günü yapılacağı daha önceden duyurulmuş olmasına rağmen, hazırlıkların
yeterli safhaya gelebilmesi için bu tarih bir hafta ileri alındı. Buna göre, ülkeyi
temsil edecek şarkı 24 Şubat Pazar gecesi belli olacaktı. Çalışmalar bütün hızıyla
devam ediyor, besteciler şarkılarına son hallerini veriyorlarken, Ajda Pekkan
bir yandan şarkıların çalışmalarında bulunuyor, bir yandan da hem Avrupa’da
yapılacak tanıtım faaliyetleri için görüşmeler yapıyor, hem de final gecesi
giyeceği kostümden saç modeline dek işin “artistik” yönü üzerine kafa
yoruyordu.
Ajda,
o günlerde boyadan yandığı için kısacık kestirdiği ve doğal rengine döndüğü saçlarıyla
ülke genelinde yayılacak bir modanın öncüsü olmuş, bütün kadınlar saçlarını
onun gibi kestirme derdine düşmüştü. Ancak Ajda’nın final gecesi ekrana perukla
çıkacağını biz yine gazetelerden öğrenecektik. Adeta iple çektiğimiz, gün sayarak
beklediğimiz final gecesi hakkında öğreneceğimiz ilk bilgi bu olacaktı.
Şarkıların
stüdyo kayıtları için o günlerde çok revaçta olan Stüdyo Hayri’de karar
kılınmıştı. Herkes her üç şarkının da aynı teknik imkanlar ve şartlarla
kaydedilmesi konusunda hemfikirdi. Stüdyo Hayri’nin tüm günlerinin dolu olduğu
öğrenilince TRT adına Bülent Özveren devreye girdi ve stüdyoyu daha önceden
kiralamış müzisyenlerden müsaade isteyerek, üç şarkıya üçer günden toplam dokuz
günlük stüdyo günü aldı.
Her
bestecinin 45 kişilik orkestra kullanma hakkı vardı ve her üçü de üç beş
eksikle bu hakkını kullanacaktı. Şerif Yüzbaşıoğlu şarkısında vokal kullanmıyordu.
Cenk Taşkan’ın bestesinde Arto Tunç, Atilla Özdemiroğlu’nun bestesinde ise yine
Arto Tunç ve yanı sıra, aslında Türk Hava Yolları’nda hosteslik yapmakta olan
Aydan ve Nurdan adlı ikiz kardeşler vokal yapıyorlardı.
Kayıtlar
esnasında gazetecilere verdiği demeçte Ajda Pekkan, yorgun ve gergin görüntüsüne
rağmen, yüreklere su serpen sözleri sarf ediyordu: “Hangisi olursa olsun fark
etmez. Üçünü de çok seviyorum. Herhangi birisi ile rahatlıkla katılabilirim
yarışmaya. Çocuklar çok güzel şeyler çıkarttılar ortaya. Nefis şeyler... Çok
sevdim... Moralim düzeldi.”
Ajda,
bir yandan da Terzi Hayri’nin dikmekte olduğu kostüm provalarında görüntüleniyordu
gazeteciler tarafından. Hangi şarkıya hangi kostümü giyeceği, hangi kumaşların
ve hangi renklerin kullanılacağı uzun uzun konuşuluyor, terzi provaları da en
az stüdyo provaları kadar hummalı geçiyordu.
“Finale Birlikte Gideceğiz”
Takvimler
18 Şubat Pazartesi gününü gösterirken, şarkıların stüdyo kayıtları TRT
yönetimine teslim edilecek, 21 Şubat Perşembe günü ise İstanbul Televizyonu
Kuruçeşme Stüdyoları’nda renkli olarak yapılacak çekimlerle görüntü kayıtları
tamamlanacaktı. Ancak biz 24 Şubat gününe kadar ne şarkıları duyma ne de
görüntüleri izleme şansına sahiptik. Tek haber kaynağımız gazete ve dergilerdi.
Şarkıların
stüdyo kayıtlarında bulunan TV’de 7 Gün Dergisi muhabiri, besteler hakkında şu
yorumları yapıyordu:
“Olsam”: “Yarışma hakkını
kazanırsa, üç dakika boyunca en azından Türk müziğini milyonlara tanıtma şansı
doğar bizim için. Üstelik nefis batı adaptasyonu ile, pek de yadırganmaz bu.”
“Pet’r Oil”: “Eser çok fazla Doğu
motifi ile hazırlanmış, bizden, Orta Doğu’dan bir parça. Eurovision’da Doğu
rüzgarları estirebilir.”
“Bir Dünya Ver Bana”: “Türkiye’den Batı’ya doğru
uzanan bir parça. Melodik yapısının sağlamlığı, akılda kalıcı motifler taşıması
bakımından, Avrupa finalinde şans getirebilecek bir parça.”
Görünen
oydu ki şartnamede özellikle istenen “Türk motifleri” unsurunu her üç besteci
de göz ardı etmemişti. Ortaya neler çıkmıştı? Ajda’nın o güne kadarki Batılı
kadın imajıyla bu şarkılar ne derece örtüşecekti? Birkaç gün sonra tüm bu
soruların yanıtlarını hep birlikte, ekran başında alacaktık.
Aynı
günlerde Avrupa finali için kuralar çekilmiş ve ülkelerin sahneye çıkış
sıraları belli olmuştu. Türkiye, ne yazık ki ikinci sırada sahne alacaktı. Bu
tür yarışmalarda ilk sıralarda yer almanın dezavantaj olduğu söylenirdi.
Üstelik o yıllarda aramızdaki politik gerginliğin had safhada olduğu
Yunanistan’ın ekibi de Türkiye’den hemen sonra sahneye çıkacaktı. Yunanistan ve
Türkiye, Eurovision Şarkı Yarışması tarihinde ilk kez bir araya geliyordu.
Şimdilerde önemsiz görünen bu ayrıntı, sonraki günlerde Ajda Pekkan’ın, Yunanistan
adına yarışacak Anna Vissi’yi yarışmadaki en büyük rakibi görmesiyle farklı bir
boyut kazanacaktı.
İzmir’de
ocak ayında başlayan Tariş grevi, işçilerin fabrikayı işgal etmesiyle eyleme
dönüşmüş, 14 Şubat günü, askerlerin müdahalesiyle eyleme son verilmiş, 500’den
fazla direnişçi gözaltına alınmıştı.
Aynı gün İstanbul Valisi Nevzat Ayaz,
kepenk kapatan İstanbul esnafına çağrı yaparak, dükkanlarını açmalarını istedi.
Öğrenci olayları, yurt çapında devam ediyor, okullar adeta ülkedeki siyasi eylem
ve gösterilerin merkezi haline geliyordu. 21 Şubat’ta uluslararası turizm
acentesi TUI, yaşanan anarşi olayları nedeniyle Türkiye’yi kara listeye
aldığını ilan ederek, yapılmış rezervasyonların yarısından fazlasını iptal
ettiğini açıkladı.
24
Şubat Pazar sabahı, soğuk bir kış gününe uyanan ülkenin, televizyon yayınları
ulaşan her yerinde, her evinde heyecanlı bir bekleyiş vardı. Aylardır konuşulan
şarkılar nihayet görücüye çıkacak ve büyük finalde Ajda Pekkan’ın seslendireceği
şarkı, o gece belli olacaktı.
Saat
12.25’i gösterdiğinde, Ajda Pekkan, üç finalist şarkısıyla ilk kez seyirci
önüne çıkıyordu. Fonda “Eurovision 1980” yazan bir dekor önünde sırayla
seslendirilen bestelerin görüntülü kayıtlarında, her şarkıda farklı bir kostümle,
ama hep aynı siyah, uzun peruğuyla karşımızdaydı Ajda.
Ekran
başında şarkıları ilk kez izleyenler, her üçünü de ilk dinleyişte beğendi. Ajda
Pekkan, gerek şarkıcılığı gerekse kostümleriyle farkını ortaya koymuştu. En çok
da “Pet’r Oil”in oryantal ezgileri ve koreografisi ekran başındaki herkesi mest
etmişti. Daha işin başında, “Pet’r Oil” öne geçmiş gibi görünüyordu.
Oysa
Ajda Pekkan, stüdyo kayıtları tamamlanır tamamlanmaz şarkıları, başından beri
irtibatta bulunduğu dünyaca ünlü Türk prodüktör ve aranjör Arif Mardin’e göndermiş,
ondan aldığı fikirlerin de ışığında, “Bir Dünya Ver Bana”nın kazanacağına
neredeyse kesin gözüyle bakmaya başlamıştı.
Bu
durumu, şarkının bestecisi Cenk Taşkan, yıllar sonra şu cümlelerle anlatacaktı:
“Şarkıların televizyon kaydının yapıldığı gün Ajda, stüdyoda Onno ve beni bir
odaya çekti. ‘Çocuklar size çok çok iyi bir haberim var. Ben hepinizden gizli
olarak şarkıları Arif Mardin’e gönderdim. Onun favorisi de sizin şarkınız. Buna
çok sevindim çünkü benim de gönlüm bu şarkıdan yanaydı. Finale birlikte gideceğiz,’
dedi. El sıkıştık ve ben o gün eve büyük bir sevinçle döndüm.”
24
Şubat günü öğleden sonra yayınlanan “Tatil Günü” kuşağı içerisinde şarkılar ikinci
kez ekrana getirildi. Saat 13.30’da jüri, Kuruçeşme Stüdyosu’nda toplanmış ve
şarkıları birkaç kez ardı ardına izlemiş ve aşağı yukarı fikir sahibi olmuştu.
Televizyonda
canlı yayın başladığında, saatler 20.45’i gösteriyordu. Yayının sunucusu yine
Bülent Özveren’di. Ay Tarhan adında bir genç kız ise yayında Özveren’in hostesi
olarak görevlendirilmişti. Aslında İstanbul Sheraton Oteli Genel Müdür
Yardımcısının sekreteri olan Ay Tarhan’ın bu ilk ve son ekran deneyimi
olacaktı.
22 kişiden
kurulu büyük jüri stüdyoda yerini almıştı. Şarkılarda ismi olan tüm söz yazarı,
besteci, aranjör ve vokalistler ve tabii ki Ajda Pekkan da oradaydı. Önce tek
tek jüri üyeleri halka tanıtıldı, sonra şarkılar üçüncü ve son kez tekrar
ekrana getirildi.
Her
jüri üyesi sadece bir şarkıyı birinciliğe seçme hakkına sahipti. Üçte iki
çoğunluğu sağlayan, yani toplamda en az 15 oy alan şarkı birinci kabul edilecekti.
Yapılan
ilk oylamanın sonucu ekran karşısındaki çoğu kimse için sürpriz olmadı. Oylamada
11 jüri üyesi, oyunu “Pet’r Oil” den yana kullanmıştı. Kalan oyların dokuzu
“Olsam”, ikisi de “Bir Dünya Ver Bana”ya gitmişti.
Bu
durumda çoğunluk sağlanamıyordu. Yarışmanın sunucusu Bülent Özveren, jüri
üyelerinden ikinci bir oylama yapmalarını istedi. Ekranda Ajda Pekkan’ın
arşivden çıkarılan “Bambaşka Biri” adlı şarkısı yayınlanırken, stüdyoda ikinci
tur oylama yapıldı. Bu turda da “Olsam”ın alacağı 10 oya karşılık jüriden 12 oy
almayı başaran “Pet’r Oil”, gecenin galibi oluyordu.
Sonuç kesinleşmişti: 1980
Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye, Ajda Pekkan’ın seslendireceği “Pet’r
Oil” adlı şarkıyla temsil edilecekti.
“Dolmuş Müziğine bir Şaheser
Hediye Edildi”
Sıra ödül dağıtım törenine gelmişti.
Sırasıyla üçüncü, ikinci ve birinci olan şarkıların ekipleri sahneye davet
edildi, ödüller sunuldu.
İşte ne olduysa, tam o sırada oldu. “Pet’r Oil”in
şarkı sözü yazarı olarak ödülünü aldıktan sonra kendisine uzatılan mikrofona şunları
söyledi:
Sunucu Bülent Özveren, herkesin şok
yaşadığı o dakikalarda içine düştüğü sıkıntıyı yıllar sonra şu cümlelerle
anlatacaktı: “O an çok sinirlendim. Bu bir müzik yarışmasıydı ve kişisel
fikirlerin, hesaplaşmaların yeri canlı yayın olmamalıydı. Bir an müdahale
edebilir miyim diye düşündüm ama orada TRT’nin yetkili bir sürü ismi var iken
benim böyle bir müdahalede bulunmam doğru olmayacaktı. Bu konuda hala kendimi
hatalı bulmam. Eğer müdahale etseydim, tepki toplardım.”
Peki neydi Şanar Yurdatapan’ı böylesi
bir tepki vermeye iten sebep? Aslında her şey daha bestelerin şarkı sözleri
TRT’ye ilk teslim edildiği günlerde ortaya çıkmıştı. Gerek Ajda Pekkan gerekse
TRT yönetimi, politik hiciv içeren “Pet’r Oil”in sözlerinden memnun değildi.
Zaten o günlerde yapılan basın toplantısında Ajda Pekkan bu şarkının sözlerinin
değiştirilmesi talebinde bulunabileceğini açıkça söylemişti. Kapalı kapılar
ardında bu konuşulmuş, hatta Ajda vasıtasıyla Attila Özdemiroğlu’na mesaj
gönderilmek istenmişti.
Şanar Yurdatapan’ın iddiasına göre
bütün bunlar TRT tarafından alenen ifade edilemiyor, 1978’de yaşanan “İnsanız
Biz” hadisesine benzer bir sıkıntıyla karşı karşıya kalmamak için, şarkının
yarışma dışı bırakılması fikri de gündeme getirilemiyor ve aba altından sopa
gösteriliyordu.
Bu noktada Atilla Özdemiroğlu’nun hakikaten iki cephede savaş
verdiği doğruydu. Çünkü Ajda vasıtasıyla gelen haber Şanar Yurdatapan’ın
kulağına gittiğinde gösterdiği sert tepki, yine bizzat Atilla Özdemiroğlu tarafından
yumuşatılmış, Özdemiroğlu Yurdatapan’a: “Sen her şeyi bana bırak, ben onları
ikna ederim,” demişti.
Bu taahhüt üzerine suskun kalmayı yeğleyen ve sadece
olup bitecekleri uzaktan izlemekle yetinen Şanar Yurdatapan, her şeye rağmen
başından beri hissettiği baskıyı bir şekilde dile getirmeyi ve bunu final
gecesi canlı yayında yapmayı kafasına koymuştu. Oysa onun istediği olmuş ve şarkı
sözü, ilk halinden bu yana bir hayli değişmişse de TRT’nin rahatsızlık duyduğu
cümleler yerli yerinde kalmıştı. Yapılan sadece, şarkının akışı ve prozodisi
açısından müzikal anlamda gerekli olan değişikliklerdi ki zaten Yurdatapan’ın
kendisi de Atilla Özdemiroğlu’nun besteci olarak bu konuda yetkisi olduğunu
ifade etmişti.
O yıllar TRT denetiminin popüler
müzik üzerinde Demokles’ in kılıcı misali sallandığı yıllardı. Üretilen
şarkıların TRT’nin tekelinde bulunan televizyon ve radyo kanallarında yayınlanabilmesi
için kılı kırk yaran Denetim Kurulu’ndan onay alması gerekiyordu. Müziğin
ülkede yaşananlara koşut bir şekilde politize olduğu o günlerde, sadece müzikal
yetersizlik ya da icra bozuklukları değil, kimi zaman şarkılarda kullanılan
bazı kelimeler bile siyasi mesaj içerdikleri gerekçesiyle denetime takılıyor, Denetim
Kurulu bu konuda gün geçtikçe daha katı ve daha şüpheci davranıyordu.
Başından beri popüler müziğin içinde muhalif
tavrı ve duruşuyla bilinen Şanar Yurdatapan, hem denetim hem de telif hakları
konusunda şarkıcı, söz yazarı ve bestecilerin TRT’ye karşı açtığı savaşın öncülerindendi.
TRT’yle arasında zaten eskiden beri süregelen bir kan davası vardı. Bu dava
1978 Eurovision Türkiye finalinde yarışma dışı bırakılan, daha sonra Danıştay
kararıyla finale katılma hakkı kazanan “İnsanız Biz” adlı şarkıyla iyiden iyiye
ortaya çıkmış, “Pet’r Oil” bir anlamda bardağı taşıran son damla olmuştu.
Şanar Yurdatapan, o gece yaşananları
yıllar sonra şu cümlelerle anlatacaktı: “Ben final gününe kadar sözümü tuttum.
Final günü de bir ikilem karşısındaydım. Şarkı eğer birinci olursa, Attila’ya
verdiğim söz bitecek ve o güne dek yapılan baskıları açıklayacaktım. İkinci ya
da üçüncü olursak ‘Birinci olamadı, ona tepki gösteriyor’ diyecekler diye
tedirgin oluyordum. Ne olursa olsun, o gece oraya gitmek zorundaydım ve gittim.
Birinci olup da ödül için sahneye çağrılınca o malum konuşmayı da yaptım. Önce
anlamadılar. Ödülü reddettiğimi ifade eden son cümleyi söyleyince ortalık
karıştı. Ben aslında hemen kapıdan çıkıp gidecektim ama kapıda bekleyen
görevliye canlı yayın bitene kadar kimseyi dışarı bırakmaması tembihlenmişti.
Kapıcı beni söylediklerimden dolayı tebrik etti ama gitmem için kapıyı da
açmadı.”
Tartışma uzadıkça uzayacak, o
yıllarda güncel politika dışındaki konulara pek itibar etmeyen köşe yazarları
bile köşelerinde günlerce Şanar Yurtapan olayını konu edeceklerdi. Olayın hemen
ertesinde Attila Özdemiroğlu’nun TRT Genel Müdürlüğüne yazdığı özür içerikli
mektup, 26 Şubat Salı gecesi TRT haberlerinde yayınlanacak, ancak sürmekte olan
gerginliği azaltmak için yazılmış bu mektuba karşılık Şanar Yurdatapan’ın
iddialarında ısrar etmesi, besteci ve söz yazarı arasındaki ilişkileri de kopma
noktasına getirecekti. Dönemin en önemli müzik dergisi Hey’in Genel Yayın
Müdürü ve başyazarı Doğan Şener’le Şanar Yurdatapan arasındaki söz ve tekzip
düellosu haftalarca sürdü.
Ekran başındaki hemen herkes, zaten ilk
dinleyişte çok sevdikleri “Pet’r Oil”in kazanmasından fevkalade memnundu memnun
olmasına ama aynı şey Ajda ve TRT yönetimi için söylenebilir miydi?
Ajda Pekkan, hiç beklemediği bu sonuç
karşısında neye uğradığını şaşırmış, hatta ağlamaklı olmuştu. Kuliste TRT
yetkilileriyle konuşurken “Beni kandırdınız,” demesi boşuna değildi. En az
ihtimal verilen şarkı, Ajda’nın en istemediği şarkı birinci olmuştu. Batılı
imajı nedeniyle Batı’ya karşı silah olarak seçtiğimiz şarkıcıyı, alabildiğine
oryantal bir şarkıyla bizi temsil etmek üzere görevlendirmiştik. İşin bu kısmı
halk cephesinde çok da sorgulanmayacaktı. Herkes şarkıyı o kadar çok sevmişti
ki, televizyondan yapılmış kayıtlar daha ertesi gün plak ve bant stüdyolarında
çoğaltılmış korsan kasetlerle elden ele dolaşmaya başlayacak, “Pet’r Oil”
birkaç gün içerisinde sokaklardaki çocukların dahi diline dolanacaktı.
Ajda Pekkan, o gece sonucu öğrenince
hissettiklerini yıllar sonra şu cümlelerle anlatacaktı: “Jüri içerisinde benim
çok eski arkadaşlarım da vardı; gerek basından, gerekse muhitimden. Bunların
içinden ismi lazım değil, birisine çok güveniyordum. Jüriyi çok rahat
etkileyebilecek birisiydi. ‘Olsam’ ya da ‘Bir Dünya Ver Bana’ yı tercih
ettiğimi ona gayet güzel söyledim. Finalde oylamadan sonra heyecanla ‘İkisinden
hangisi birinci?’ diye sordum. Suratını ekşiterek bana ‘Pet’r Oil’ dedi! ‘İnanmıyorum,
şaka yapıyorsun herhalde,’ dedim. ‘Şaka yapmıyorum,’ dedi ve müthiş bir edayla
çekti gitti yanımdan. Öyle kaldığımı hatırlıyorum. Herhalde birileri benimle alay
ediyor ya da kuyumu kazmaya çalışıyor diye düşündüm içimden. O anda başka
hiçbir şey aklıma gelmedi.”
Yarışmada birinciliği “Pet’r Oil”e
kaptıran diğer iki şarkının yaratıcılarının yarışmadan hemen sonra verdikleri demeçlerse
yenilir yutulur gibi değildi:
Şerif
Yüzbaşıoğlu: “Eğer Hollanda
için yeniden bir düzenleme yapılacaksa ne ala... Yoksa ülkem ve Türk müziği
adına utanırım. Çünkü bu şarkı yalnızca Suudi Arabistan’ı temsil edebilecek bir
görüntüde. Karar verdim, artık Ferdi Tayfur’dan ders alacağım.”
Cenk Taşkan: “Eğer yarışmalarda
kıstas buysa, bundan böyle bu tür yarışmalara katılmayacağım. Çünkü Eurovision
benim ekolüme ters düşüyor.”
Onno Tunç: “Yıllarca boş yere
çalışmış, boş yere uğraşmışım. Meğer derece almak ne kadar da kolaymış, bizim
de haberimiz yokmuş.”
Fikret Şeneş: “Geçerli olan buysa,
biz de bundan sonra arabesk şarkılara söz yazalım madem öyle.”
Bu tepkiler ve Şanar Yurdatapan
hadisesi, finalden sonra Sheraton Oteli’nde verilecek yemeğin de tatsız tuzsuz
geçmesine neden olacak, gece boyunca fısıltılı konuşmalar, asık suratlar
gözlerden kaçmayacaktı.
Ajda Pekkan, daha baştan bir-sıfır
mağlup olduğunun çoktan bilincine varmışsa da profesyonellik neyi
gerektiriyorsa onu yapmaktan kuşkusuz geri kalmayacaktı. Artık dönüşü yoktu.
Finalin hemen ertesinde basına yaptığı açıklama da bunu gösteriyordu: “Benim
için artık şu parça iyiydi, bu parça kötüydü tartışmaları bitti. Ben bu işin
neferiyim. Benim davam artık ‘Pet’r Oil’ davası değil; Türkiye davasıdır.”
Haksız sayılmazdı. TRT yönetimi bile
TRT yayın ilkelerine ve Denetim Kurulu kurallarına hiç ama hiç uymayan bu
şarkının birinci seçilmesinden memnuniyetsizliğini ifade etmekten geri
durmuyor, Ajda ise arkasına aldığı halk desteğine rağmen yalnız kaldığını
hissediyordu. TRT Yönetim Kurulu üyelerinden Mukbil Özyörük’ün o günlerde bir
gazetede yayınlanan köşe yazısında yer alan şu cümleleri aslında her şeyi çok
net bir şekilde özetliyordu:
“Haydi bakalım Ajda Hanım. Yıllardır
Avrupa’da biriktirdiğin sanat mevduatının birazını itibar bankasından çek, Darülaceze’ye
bağış kabilinden harca da bize bir şeyler getir.”
Yazıda geçen bir başka cümle, TRT’nin
şarkıya bakış açısını da anlatır gibiydi: “’Pet’r Oil’le son yılların dolmuş
müziğine bir şaheser hediye edildi!” (O yıllarda gittikçe popüler olmaya
başlayan arabesk müziğe, minibüs, dolmuş ve taksilerde sıklıkla çalınmasından yola
çıkarak bazı çevrecilerce “dolmuş müziği” adı takılmıştı.)
Her şeye rağmen ne yapılacak
edilecek, yarışmaya bu şarkıyla gidilecek ve muhakkak başarı kazanılacaktı.
Ajda'nın kitabında başarısızlığın yeri yoktu. Kaldı ki olası bir başarısızlığı
Ajda’nın kendisi kadar halkın kabul edebilmesi de pek mümkün görünmüyordu bu saatten
sonra.
Betül Mardin, Nino Varon ve Ajda’nın
bağlı bulunduğu Philips Plak şirketinin de dâhil olduğu ekip, çalışmalarına
hızlı bir şekilde başladı. Hem dört koldan Avrupa’da tanıtım çalışmaları
yapılacak, hem de şarkı Batılı kulakların da sevebileceği bir şekle
sokulacaktı. Şarkının Fransızca ve İngilizce versiyonları da derhal
kaydedilecek, basılacak plaklar yayın yasağı sona erer ermez Philips tarafından
Avrupa ve Türkiye’de piyasaya sürülecekti.
En az öncekiler kadar zorlu, yeni
bir süreç başlıyordu şimdi. Artık tek hedef, 19 Nisan 1980 gecesi Hollanda
Lahey’de yapılacak büyük finaldi.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder