“Rakçıydı popçu oldu,” dediler, döve döve bitiremediler. Zaman
geçti, bütün rakçılar “synth” mynth ayağına popçu oldu, fark etmediler.
Onurr çıtayı yükseltmiş, meydan okumuş, “buyurun buradan
yakın,” demiş. Yeni bir albüm yapmış, adını “Ağlak Disko” koymuş. Kelimenin tam
manasıyla albüm yani; birbiriyle hem akraba ve benzer hem bağımsız ve özgür,
benzersiz birer birey olabilmiş 10 şarkı var içinde. Bütünlüklü, bağlantılı,
hikâyeli, melodili şarkılar. Bazen elektro gitar cayırdatmadan da “rock’n roll”
olunabilir, ne haber?
İsterdim ki alayım elime CD kartonetini, her şarkının sözünü
kelime kelime takip edeyim dinlerken. Şarkıların trafiğine karışayım, yön
levhalarını takip edeyim, yeni caddeleri, sokakları sindire sindire öğreneyim.
Maalesef ki artık navigasyon çağındayız. “Yok, oradan gitme buradan git, bak en
popüler olacak şarkı bu, önce onu dinle, sen o güzel kafanı yorma, bu şarkının,
bu albümün kategorisi bu, onu şu benzerlerinin arasında bulabilirsin,” filan
diyor sürekli robotik bir ses. Belki ben kaybolmak istiyorum, sana ne!
O yüzden navigasyonu kapatmak, şarkıları Onurr’un bize
sunduğu sırayla dinlemek lazım. Çünkü bir albümde şarkıların sıralamasının bile
anlattığı bir şey vardır bazen. Bir dünyanın kapıları açılır, bir süre orada
kalınır ve çıkılır. Üç dakikada beş dakikada, çalma listelerinin arasından boy
göstermeye çalışarak olmaz o işler.
“Ağlak Disko”, tamamı Onurr tarafından yazılmış, söylenmiş,
düzenlenmiş ve kaydedilmiş şarkılardan oluşuyor. Pandeminin kısıtlayan, hapseden,
asosyalleştiren bununla beraber bir miktar da insanın kendi kendisine soru sorup
cevap aramasına neden olan o tuhaf ruh halinde üretmiş bu şarkıları Onurr.
Kendi ifadesine göre “kendisi için” yazmış bu şarkıları. İnsan en yalın, en
sahi, en katışıksız, en saf cümleleri kendine kurar zaten. Sonra dur şu kelime
şunu üzmesin, bu kelime öbürünü kızdırmasın, aman o kelimeyi küçümsemesinler
derken ele güne karşı çıkardığı cümleler hep temkinli, ondandır ki eksik kalır.
Ben de müzik eleştirisi yazıyorum ya, oradan biliyorum.
Ben bu melodi işini çok önemsiyorum. Hâlâ “beat”e değil,
besteye inanıyorum. Şarkı sözünün bir yerinden şiirin ruhu hortlasın, öbür
yerinden gündelik dilin zekice kullanımı pırtlasın ama öyle ya da böyle söz etrafı
kirletmesin, üstümüze kusmasın istiyorum. Bin yıllık heykel çok kıymetli, bin
yıllık şiir, resim, roman, sinema filmi çok kıymetlidir de bin yıllık şarkı neden
“demode” olur hiç anlamam. Bin yıl öncesi gibi şarkı yazın demiyorum kimseye
elbette ama binanın temeli harçla, şarkı formunun temeli melodiyle, sözle
atılır. Bunun dışında yapılanlar bence şarkı değildir ki o kadarını Veli Göçer
de yapar.
Niye bu biçim söylev ve demeçlerde bulunuyorum? Çünkü Onurr’un
şarkıları tam da bu düşüncelerimin elinden tutuyor, beni haklı çıkarıyor, burnumu
büyütüyor. Demek ki mevcut zamana ve zemine rağmen hâlâ “şarkı” yazılabiliyor.
İş ki yazacak birikiminiz ve cesaretiniz olsun. Yoksa adım gibi eminim ki Onurr
mevcut “Top 50”lerin en tepesine oturacak sinsilikte “şey”ler de yazabilecek
kadar matematik ve kimya bilen bir insan. Havayı koklamak için burnunu sadece
evinin penceresinden dışarı çıkarmıyor, bir küçücük fıçıcık yerküremizin uluslararası
hava sahasına da sokuyor. Bunu sadece internetle, uydu alıcısıyla filan mı
yoksa bizzat gidip gelerek mi yapıyor, orasını bilmem.
Nitekim “Ağlak Disko” en çok bu sınır ötesi müzikal altyapısıyla
kulak yakalıyor. Küçük bir melodi cümlesiyle kırk saatlik elektronik müzik
üretebilirsiniz, bu genellikle kolay ve hesaplı olur; üreteni de tüketeni de
yormaz. Ancak büyük büyük melodi cümleleriniz ve içinde de dolu dolu kelimeleriniz
varsa elektronik müziği işlemek o kadar da kolay değildir. “Nedir ki, bilgisayarla
yapılıyor alt tarafı,” deyip geçmeyin. Onurr’un hemen her şarkısı başından
sonuna beklenmedik müzikal sürprizler barındırıyor, şarkıların bir yarısı diğer
yarısını kopyalamıyor, dinleyiciye yol üzerinde oyunlar oynuyor, tuzaklar
kuruyor, hinlikler yapıyor.
Misal, kendi sesini de bir enstrüman ya da daha doğrusu bir elektronik
ses, bir “sample” gibi kullanmış yer yer Onurr. “Auto-tune”dan içi çıkmış bir dinleyici
olmama rağmen bunu sevmediğimi söyleyemem. Maria Callas pürüzsüzlüğünde bir
vokal (hani bin yıllık şarkıları seviyorum ya ben) bu dokunun içinde kelebek
gibi kalabilirdi. Olmazdı yani.
Albümdeki sekiz şarkıyı ilk defa duyuyoruz, iki şarkı ise
tanıdık. Daha önce İrem Derici’nin seslendirdiği “Güz Dönümü” ve Gülşah Kömür’ün
tekli olarak yayımladığı “Çok mu Zor?” tanıdık şarkılar. Okuduğum yorumlara bakılırsa
albümü dinleyenler en çok “Deniz Tuzu”na yükselmiş. Ona da okey ama ben galiba
en çok “Acemi Gönlü”yü sevdim. Bir de bayağı rakı masalık “Schade”yi ki rakı
masalık şarkılara zaafım bir sır değil (içinde darbuka ve ud olmasa bile.)
Albümün adı “Ağlak Disko” ya, orada diyalektik bir yaklaşım
var aslında, orası belli. Ancak bu vesileyle son zamanlarda “disko” kelimesinin
albüm adı içinde kullanımındaki hata üzerine yeri gelmişken ahkam kesmek
isterim. “Funk” başka bir şey “disko” başka bir şey. Biraz Donna Summer,
Ottowan, Boney M. filan dinleyin; ben şahsen bizzat kendim oralardan yetiştim,
New York’taki değil ama Etiler’deki “Studio 54”te filan dans ettim, bir şey
diyorsam vardır bir bildiğim.
Misal albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Muamma”, temizinden
bir disko şarkısı. Albümün bütününde de 2020’ler ritim anlayışının zaten içine
bir şekilde sızmış olan ’70 sonu ’80 başı disko ritmi yâd ediliyor edebince,
adabınca. “Funk” başka bir şey, tamam mı Zeynep?
“Muamma” demişken, şarkının içinde geçen “Gönderdiğin çorap
bana hiç olmadı aslında,” cümlesini öpüp başıma koymak istedim dinlerken.
Düşünün oradan Haluk Levent bar bar bağırıyor “Gönderdiğim çoraplar ayağına
oldu mu?” diye, Onurr gayet sakin ve fakat kendinden emin, “Olmadı”, diyor. İşte
gelenekselle modernin çatışması, işte romantizm ve gerçekçilik, işte dün ve
bugün. Bazen saçma sapan tınlayan bir cümlenin içinden beş kitap dolusu felsefe
çıkar ki sanat diye buna diyorlar zaten. (Bunu yapmak için de elektro gitar
cayırdatmanız şart değil ayrıca.)
Laf karıştı, ne diyordum? Albümün açılışında yer alan “Alemde
Seyr-i” ve “Yorgun Sevda”yı da favorilerim arasında sayabilirim. E zaten geriye
de ne kaldı? Baştan sona iyi albüm işte, daha da ince detay yazsam
okumuyorsunuz biliyorum. Klavyemin tuşları silindi, kısa yazacağım artık.
Şaka maka tebrikler Onurr. Epeydir bir müzisyenle el ele
tutuşup onunla onun dünyasında bir seyre çıkmayı özlemiştik. En çok da bunun
için teşekkürler.
Yavuz Hakan Tok
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hakkımda
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder