Emir Ersoy - "1977"
Kadın o kadar zeki, o kadar akıllı, o kadar komik ve
kalemini o kadar iyi kullanıyor ki insan bir yerden vurmaya kalksa nereden
vuracağını bilemiyor…du. “Fazla mükemmel can sıkar,” derler; arada bir defo
göstermek, kusurlu hareket yapmak, yerden yere vurulmayı hak etmek lazım. Evire
çevire döver, döverken daha çok severiz; öyleyiz biz.
Lafa orta yerinden girdim yine. Gülse Birsel şarkı söylemiş
ya ondan bahsediyorum. Öyle dizi için, film için ya da Instagram hikâyesinde,
doğal ortamında filan değil, düpedüz stüdyoya girmiş, bir albüm için şarkı söylemiş.
Çok da iyi etmiş. O her bakımdan hayran olduğumuz kadın meğer o kadar da matah
bir şey değilmiş. Çok kötü şarkı söylüyormuş. Büyük rezalet!
10 şarkılık albümün en fena kaydı olmuş gerçekten, kimin umurunda!
Gülse Birsel üzerinden lanse edildi mi albüm? Edildi. Haber değeri taşıdı mı?
Taşıdı. Bakın ben bile yazıya oradan başladım. Buna ‘oltanın ucundaki yem’
diyorlar. Hooop, avlandınız!
Emir Ersoy, memleketin ilk ve tek “kalipso kralı” Metin Ersoy’un
oğlu. Bilen bilir, Metin Ersoy zamanının popüler kültüründe bir devrimcidir. Çoğu
orkestra solistliğinden gelme erkek şarkıcılar en fazla birkaç Elvis figürü
yapardı sahnede, o da hepsi değil. Belki Erol Büyükburç’u ayrı tutabiliriz
hepsinden. Onun dışındakiler Berkant olsun, Selçuk Ural olsun, Tanju Okan,
Ertan Anapa olsun hep beyefendi, ağır abiydi. Metin Ersoy’sa fırfırlı gömlekleri,
dar pantolonları, hasır şapkalarıyla çıkar, fıkır fıkır Latin dansı yapar, öyle
şarkı söylerdi. Trinidad adalarının rüzgârlarını sahnede olsun, televizyonda
olsun, plaklarda olsun estirdi de estirdi yıllar boyu. Eğlenceli adamdı.
Emir Ersoy da babasının yolundan gitti. Tek başına
kalipsodan değil ama Latin müziğinin dünden bugünlere gelmiş, hep popüler
kalmış damarından ilerledi. Çok da iyi işler yaptı, yapıyor yıllardır. Çok
eğlenceli, şenlikli konserleri bir yana, bugüne dek yaptığı her albümü oyuncaklı
ve çok renkli birer proje olarak sundu dinleyiciye.
2009 yılında yayımlanan ilk albüm “Cuban Portrait”, enstrümantal,
Latin-caz sularında bir albümdü. Memleket diskoteğinde bu türde ve tarzda yapılmış
sayılı albümden biri olarak geçti müzik tarihine.
2010 yılında yayımlanan ikinci albüm “10 Şarkı 10 Şarkıcı”da
Ajda Pekkan mı istersiniz, Kenan Doğulu mu, Funda Arar mı, Yaşar mı, birinci
ligden devşirilmiş bir kadro yer alıyordu. Kimi kendi şarkısını söylemişti,
kimi “cover” ama hepsi Emir Ersoy’un Latin kafası düzenlemeleriyle.
2012’de yayımlanan “Karnaval”da ünlü konuk şarkıcıların yanı
sıra Ersoy’un grubu Projecto Cubano’nun solistleri de şarkı söylüyordu. “Hele
Bi’ Gel,” “Cumhuriyet” ve “Sil Baştan” gibi popüler şarkıların Latin
düzenlemeleri başka başka tatlar taşıyordu.
2017’de yayımlanan “Rockuba” albümünde bu defa Kenan Doğulu
dışında şarkı söyleyenlerin hepsi oyuncuydu. Yine çeşitli dönemlerden seçilmiş
şarkıların Latin versiyonları Gonca Vuslateri’nden Farah Zeynep Abdullah’a, Erkan
Kolçak Köstendil’den Sarp Apak’a, genç bir oyuncu tayfası tarafından
seslendiriliyordu.
Şunu söylemem lazım: Uzun seneler çeşitli mekanlarda “dj”
olarak çalmış bulundum ya ben… Başımın en çok dertte oldukları hep Latin dans,
salsa, bachata, merengue filan kursuna gitmiş tipler oldu. Çünkü onlar her
yerde, her ortamda ve her şarkıda dans kursunda öğrendikleri figürleri sergilemek
isterler. Engel olamazsınız. Oyun havasıyla bile Latin dans yapan gördü bu
gözler. Gelirler, giderler, taciz ederler. “Latin çalın Latin çalın, ay n’olur
bi’ daha çalın…” Ki ben ağırlıklı olarak ‘70’ler ‘80’ler çalıyorum, o dönemde
nerede o Latin bolluğu Türkçe aranjmanlarda? İşte o vakitler Emir Ersoy’un
albümleri hep çok işime yaramıştır. Salarsın oradan bir şarkıyı, dans edenler
bilir zaten o şarkının hangi ritimde olduğunu, hangi dans stilini
gerektirdiğini, hemen başlarlar popoları sallamaya… Ben bilmem. Ben rumba ve
swing dersi aldım. Bak o ritimlerde şarkı çok ama onların da salsa malsa kadar gideri
yok ortamlarda.
Neyse… Geldik mi Emir Ersoy’un yeni albümüne… Hani şu Gülse
Birsel’in de içinde şarkı söylediği albüm… Adı: “1977”. Geçtiğimiz günlerde
Sony Müzik etiketiyle yayımlandı.
Bir kere “1977”nin Emir Ersoy’un doğum tarihi olması dışında
albümle pek bir ilgisi yok çünkü seçilen şarkılardan sadece biri ‘70’lerden. O
da 1976 tarihli Sezen Aksu şarkısı “Olmaz Olsun”. Onun dışındakiler hep ‘90’lar,
2000’ler dolayları. Dokuz şarkı ve dokuz şarkıyı seslendiren dokuz kadın oyuncu
var albümde. Oya Başar hariç diğer oyuncuların hepsi yakın dönemden, genç
isimler. (Gülse Birsel de hariç aslında ama Gülse Birsel’e o kadar da vurmak
istemeyiz değil mi?)
Sezen Aksu şarkılarını kaç kişi kaç şekilde “cover”ladı onun
hesabını tutmaktan çoktan vazgeçtim ama bir de bir albüm dolusu Sezen “cover”ı
furyası var ki oradaki istiap haddi de doldu dolacak. Bu projeye müzikal
anlamda benzer iki tane örnek var misal: Aykut Gürel’in Bergüzar Korel’e yaptığı
ilk albüm ve Ercüment Vural’ın “Ercüment Vural Sunar” albümü. Her ikisinde de
Latin ve caz motifleriyle düzenlenmiş Sezen Aksu şarkıları vardı. Ve hatta “Şarkı
Söylemek Lazım”la “Aldatıldık”, o iki albümde de vardı.
Olabilir. İşin ekonomik bir tarafı olduğu kesin. Sonuçta bir
Sezen Aksu şarkısını yeniden seslendirmek için büyük paralar vermiyorsunuz, bu
biliniyor sektörde. Ayrıca bir zorlukla, engelle de karşılaşmıyorsunuz ki başka
besteciler ya da söz yazarlarında karşılaşılan zorluklar anlatmakla bitmez,
bunu da sektör iyi biliyor. Fakat ekonomik boyut bir yana, bir de bildik Sezen
Aksu şarkılarının kısa yoldan kulağı yakalama avantajı var. Daha ilk cümlede
eşlik etmeye başlıyorsunuz, çünkü hepsini ezbere biliyorsunuz. Bir nevi Türk
pop müziğinin standartları olmuş o şarkılar. Nasıl ki caz standartlarını bin
yıldır milyon caz şarkıcısı milyon farklı şekilde söylemişse, söylüyorsa, Aksu
şarkıları da bizim için öyle oldu, olacak, buna istesek de engel olamayız.
Bu anlamda belki yaratıcı, ilginç bir fikir değil ama ticari
gideri var, hep de olacak. E bir de artık şarkıcılardan daha popüler oldukları
kesin oyuncular söylerse bu şarkıları, ticari getiriyi katla ikiye, koy cebine.
Görseli de renkli, daha ne olsun?
Bu ticari yaklaşım bir yana, Emir Ersoy’un becerisi sadece işin müzikal tarafında kendini daha çok gösteriyor. Zira elindeki oyuncular elbette birer Maria Callas değil (misal Gülse Birsel hiç değil.) O bakımdan Ersoy’da kimisi gayet geniş ses aralıklarındaki şarkıları ikinci ya da üçüncü seslerden yola çıkarak ortalama tonlar yakalamış. Dinlerken yadırgayabilirsiniz yer yer, bildiğiniz ana melodilerin değiştirilmiş olduğunu sanabilirsiniz. Açıkçası ben de hiç sevmem bu yapısal değişiklikleri. Ne sözden bir kelime ne melodiden bir nota yerinden oynatılmamalı. Şarkıya dair bin yıllık ezberim bozulsun hiç istemem. Ne var ki bu albümde biraz solisti rahatlatsın diye biraz da Latin havasına uyum sağlasın diye böyle şeyler yapılmış.
Bunu ilginç ve farklı da bulmak mümkün. Misal, Gökçe Bahadır’ın seslendirdiği “Hepsi Senin mi?” (ki ‘Tarkan’dan başka birisinin asla söylememesi gereken bir şarkıdır’ şeklinde bir önyargı paketiyle birlikte hafızalara yer etmiş bir şarkı sonuçta) basbayağı farklı bir şarkı olmuş. Hani hâlâ “dj”lik yapıyor olsam koyarım pikaba bu şarkıyı “Al evladım sana rueda, bak evladım danzon (artık hangisi hangisiyse sahiden anlamıyorum) kıvır kıvırabildiğin kadar,” der, çalarım.
Albümün bütünündeki sorun şu ki oyuncu şarkıcılarımızın sınırları
daraltılmış tonlarda şarkı söyleme deneyimleri bir parça sönüklüğü de beraberinde
getirmiş. Bilmiyorum, biraz da düzgün söyleme gayretlerinin neticesi olabilir
ama ne şarkıların bizzat kendi içindeki ne de Latin müziğinin tabiatındaki o harlı
ateş kendini göstermiyor. Çoğunlukla bir “cool” (yok burada kelimenin Türkçesi
daha doğru ifade edecek durumu) “serin” bir hava var şarkıcılarda. Ne Leyla
Lydia Tuğutlu aldatıldığına sahiden inanıyor, ne Aslı Bekiroğlu’nun hart diye
yiyesi var, ne Hande Subaşı’nın avaz avaz şarkı söyleyesi. Enteresan ama bir
tek Oya Başar söylediği şarkının içine girmiş, oradan teatral bir karakter
çıkarmış. Şarkıyı dinlerken gözümün önüne anında Başar’ın “Olacak O Kadar”da karşısındaki
adamı bir lokmada yutacakmış gibi şehvetle “Gel gel gel!” diyen o kadın tiplemesi
geldi. Ne pis bir bilinçaltı kaldı bize ‘80’lerden Yarabbi!
Gökçe Bahadır’ın Aykut Gürel’le yaptığı albümde şarkı söylerken sevmiştim
ama burada aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Buna karşın şunu söyleyebilirim ki, benim albümde en beğendiğim solist Hande Subaşı oldu.
Hepsi bir yana, şayet derseniz ki bu albüm bana bir yaz
akşamı fonda eşlik etsin, canım isterse de kalkar iki salsa yaparım, daha iyisi
Şam’da kayısı bir albüm bu. Su gibi akıyor, yormuyor, boğmuyor. Efil efil, ferah
ferah… Tabii ilk şarkıyı atlarsanız daha da güzel olabilir. Ya da Gülse Birsel
değil de Aslı Sütçüoğlu ya da Gizem Özpamuk söylüyormuş gibi dinleyin, en
azından eğlenirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder