SALMAN TİN - "SADE"
‘80’ler sonu ‘90’lar başlarında üniversite gençliği için
gitar çok mühimdi. Bir kere içinde en ufak bir müzik hevesi taşıyanların şaşmaz
ilk enstrümanıydı gitar. Bir kafede, kantinde, arkadaş ortamında iki gitar
tıngırdatmak, hatta tek başına sırtında kılıfında bir gitarla sokaklarda
dolaşmak bile filan insana fazladan karizma kazandırır, havalı dururdu. Hâlâ
öyle mi bilmem.
Yanı sıra gitar eğlenmeye de yarardı. Sadece tek bir gitarla
müzik yapılan küçük barlar vardı. Gelsin Yeni Türküler, gitsin Livaneliler… Bulutsuzluk Özlemi'nden "Evinde Gitarın Var mı?" gitarlı eğlencelerin bir çeşit milli marşıydı zaten. “Fabrika Kızı”, “El Porompompero”, “Karlar Düşer”… Yeri gelir bir ağızdan
söylenir, yeri gelir kalkıp oynanırdı bile o bir tek gitarla. Hâlâ var mıdır
bilmem.
Öyle midir böyle midir bilmem ama gitarın modası hiç
geçmedi, o kesin. Malum, son yıllarda “akustik” müzik furyası aldı yürüdü. Öyle
ki iyi kötü düzenleme yapılmış, klavyedir, kanundur, “loop”tur, kemandır
çalınmış, öyle kaydedilmiş şarkılara bile yayımlanmasının üzerinden iki gün
geçmeden mutlaka bir akustik versiyon konduruluyor. Bu konuda bir kanun
hükmünde kararname bile yayımlanmış olabilir. “Evet, yayımlandı,” deseniz,
inanırım; o derece mecburiyetten yapılıyormuş gibi görünüyor çünkü.
Bu gitar muhabbetini niye yaptığıma gelince…
Salman Tin’in ilk solo albümü “Sade (Akustik)”, geçtiğimiz günlerde
yayımlandı ve adından da anlaşılacağı üzere, albümün tamamı daha önce
yayımlanmış Salman Tin şarkılarının tek bir gitarla yeniden kaydedilmiş
versiyonlarından oluşuyor.
Salman Tin benim başından beri takip ettiğim ve şarkı
yazarlığını çok beğendiğim bir müzisyen. Çok sayıda teklisi hakkında da
yazmışlığım var daha evvel. Salman’in müzikte iki ayrı yolu var: Birinde tek
başına, diğerinde ise KÖFN’ün iki elemanından biri. İki farklı hatta yer yer
birbirine zıt müzikal arayışı birbirine karıştırmadan sürdürmek kolay değil. Sadece
bunu gözlemlediğinizde bile Salman Tin’in olgun bir müzisyen olduğu fikrini
edinmeniz mümkün. Yılların getirdiği bir olgunluk değil tabii kastettiğim; bazen
çok yaşta da edinilebilen bir içsel deneyim, bir kazanç.
Bununla beraber “Eh o zaman ben bir dinleyeyim bakayım şu
Salman Tin şarkılarını,” deseniz, genç müzisyenlerin hemen hemen tamamında
olduğu gibi Salman’ın diskografisini de bir çalma listesinde toplamanız
gerekiyor. Çünkü 2018’den bu yana toplamda 14 şarkısı yayımlanmış ama bunun
sadece dördü bir mini-albümde (2019’da yayımlanan “Ben Garsonken”de), geriye
kalan 10 şarkının hepsi birer tekli. Yanı sıra bu 10 şarkının üçünün de akustik
versiyonları yine tekli olarak yayımlanmış. Yeni yayımlanan albümde ise yine bu
14 şarkıdan 12’sinin akustik versiyonu var. Bunlardan ikisi zaten akustik versiyon
olarak tekli olmuş ama bu albümde yeniden, yine akustik olarak kaydedilmişler.
Kafanız karıştı değil mi? Benim de karıştı. O yüzden bu
yazıya oturmadan evvel Excel’de bir tablo yapıp bir akış diyagramı çıkardım.
İşin içinden ancak böyle çıktım.
Dedim ya, Salman Tin şarkılarını ben çok seviyorum. Hele ki
bu albümde en sevdiklerim de en başa konulmuş: “Aptal Yaprak”, “Aşk Köpeği”,
“Bayım”, arka arkaya geliyor. Ha Salman gelmiş gitarıyla oturmuş salonunuzun
bir köşesinde şarkılarını söylüyor, ha açmışsınız bu albümü dinliyorsunuz. Öyle
bir doğal ortam. Arada sırada detone bile oluyor, gitarı yeterince parlak
tınlamıyor, ne gam! Akustiğin tabiatı da bu değil mi? En azından şarkıları
şöyle derli toplu, bir arada dinlemek için iyi bir fırsat.
Dağınık diskografi sorunu maalesef Spotfiy ve türevlerinin
müzisyenlere dayattığı kriterler nedeniyle kendiliğinden gelişiyor. Kimse bir
müzisyenin başından sonuna ne yaptığını, nasıl geliştiğini, nereden gelip
nereye gittiğini merak etmiyor. Müzisyenler de haliyle bunu artık dert etmiyor.
Her hafta olmasa bile, her ay listelere girebilmek için de akustik, elektronik,
“remix”, düet, Allah ne verdiyse salıyorlar dijitale. O hafta, o ay listelerde görünen
bir şarkı sonrasında sanatçı sayfasında bir öğe olarak yerini alıyor. Birisi
merak edecek de onları listesine atacak da dinleyecek…
Belki bu bir sorun bile değildir de dijital çağın bir
gerçeğidir ve her gerçek gibi buna da alışmak, uyum sağlamak gereklidir. Yine
de ne bileyim, müzik bu sonuçta; biraz daha değerli olması, değer verilmesi
gerekir diye düşünüyor insan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder