Tarkan bir şarkı yayımladı, ortalık karıştı. Niye öyle oldu?
Cevabı basit aslında: Çünkü o Tarkan.
Bir kere çok uzun ara verdi. Pop müzikte bir starın bu kadar
uzun ara vermesi feci riskli bir durumdur. Çünkü popüler müzik hiç yerinde
durmaz, sürekli devinir, değişir. Dengesizdir, tutarsızdır, öngörülemezdir pop
müzik. Siz “Dur bir evleneyim, bir de çocuk yapayım, aman çocuğumu büyüteyim, azıcık
tütü giyeyim,” filan derken bir dönüp bakarsınız en iyi yaptığınız şey hiç
bilmediğiniz bir şeye dönüşmüş. Ne olacak şimdi? Ayak uydursan bir dert,
uydurmasan ayrı dert.
Yani Tarkan bu kadar uzun bir aradan sonra ne yaparsa yapsın
ya “Nerede o eski Tarkan?” diyeceklerdi ya da “Ohooo Tarkan da çok eskide
kalmış!” Zamana ayak uydurayım derken komik duruma düşmekle zamana ayak
uyduramamak aynı efekti yaratır çünkü: İki uçlu otlu değnek. Üçüncü bir
alternatif yok muydu peki? Vardı elbet ama zordu. En çok da bu yüzden, herkes
gibi ben de bütün önyargılarım cebimde, merakla bekliyordum Tarkan’ın yeni
şarkısını.
Her perşembe gecesi saatler 12’yi vurduğunda dijital
platformlara boca edilen yüzlerce yeni şarkı arasından sıyrılsın diye Tarkan’a
özel bir ayrıcalık tanındı. Şarkı saatler 12’yi vurmadan üç saat önce düşürüldü
platformlara. Ben şahsen oturup dakika dakika bekledim bilgisayar başında. Eminim
çok bekleyen oldu benim gibi. Demek ki işe yaradı. Kimileri bunun bir haksızlık
olduğunu yazıp çizdi sonrasında, onları da gördüm. Bence değildi. Çünkü o kimilerinden
bazıları da listelerde görünür olmak için haftada bir şarkı çıkarıyor misal. O
da bir öne çıkma çabası, bir rekabet üçkağıdı (ya da pazarlama taktiği) değil mi sonuçta?
Tabii bilgisayar başındayım ya o an, şarkıyı dinledim, klibi
izledim ve hemen şöyle bir baktım sosyal medyada ne yorumlar yapılıyor diye. On
beş dakika ya geçmişti ya geçmemişti.
“Kötü…”
“Çok kötü…”
“Tarkan bunu senden beklemezdim.”
“Tarkan’ın şarkısı büyük hayal kırıklığı…”
“Tarkan vurdu gol oldu!”
“Tarkan farkı.”
“Geççek ne abi ya?..”
Twitter’ı açınca insanda gece gezmesi sonunda mekândan
çıkarken paparazzi mikrofonları ağzına dayanan ünlü psikolojisi hasıl oluyor
ister istemez. Herkes ama herkes gündemdeki konuyla ilgili senin ne düşündüğünü
merak ediyor o anda. Öyle bir hisse, telaşa kapılıyorsun. Acilen fikir beyan
etmeli, dakika sekmemeli.
“Kötü… Çok kötü!”
“Mükemmel, süper, olağanüstü!”
Fikrini beyan ettin, kamuoyuna demecini verdin, rahatladın.
Tamam. Artık seninle aynı fikirde olanlardan oluşan bir kitlen var. Gelsin beğeniler,
“retweet”ler. İster ilk cümleden yürü ister ikinciden, fark etmez. Mühim olan
bir kutupta durmak, yerini göstermek. Bu, şarkıdan, türküden, Tarkan’dan Markan’dan
bağımsız bir durum aslında. Bu, içinde bulunduğumuz çağın delilik hâli.
“Fikir de mi beyan etmiyek yani napak?” dediğinizi duyar
gibiyim. Edeceksiniz tabii; sosyal medya, en çok da Twitter bunun için var ama şu
beğenme ya da beğenmeme, övme ya da yerme halleri çoktandır şirazesinden kaymış
olabilir. Gerçi konumuz o değil. Elbette herkes istediğini söylesin, parmağının
ucuna geleni yazsın, buna itiraz eden de evvel ahir “boomer” olsun, rahmetli
Demirel’in tabiriyle “demokraaaaasi” böyle bir şey.
Bak Demirel dedim hooop geldik mi siyasete? Gelelim çünkü
asıl kıyamet orada koptu. Eğer bu şarkı ortalama bir aşk şarkısı olsaydı yine aşırı
beğenmeler ve aşırı beğenmemeler arasında gidip gelecektik her zaman yaptığımız
gibi. Bu da üç bilemediniz beş gün sürecekti, o kadar. Ama onu da gölgede
bırakan bir şey oldu bu defa. Şarkının sözleri yeni ve daha önce görülmemiş bir
başka kutuplaşma ihtimalini orta yere bırakıverdi ki biz bizim her çeşit kutuplaşma
ihtimalimizi sevmiştik zaten nicedir. İstisnasız her şey ama her şey kutuplaşmamız
için bir sebep olabilirdi. Fırsatı kaçırmadık, hemen bir kere daha kutuplaşıverdik.
Hemen oracıkta… Yani daha şarkı çıkalı yarım saat, bir saat bile geçmemişken
üstelik.
‘70’leri yaşayanlar bilir, o dönemde sokakta elinizde
gazeteyle gezemezdiniz. Çünkü elinizdeki gazetenin siyasi eğilimine göre ya
sağcılar ya da solcular tarafından potansiyel düşman görülüp oracıkta
vurulmanız işten bile değildi. Abartı değil, oldu böyle şeyler. İşte o zamanlar
elinizde bir gazeteyle sokakta gezmek neyse, şimdilerde sosyal medyada siyasi
bir fikir belirtmek de aynı şey. Tek fark silahla vurulacak kadar hayati bir
tehlikeyle karşılaşmamanız. Yani en azından şimdilik öyle…
Peki “Geççek”in siyasetle ne ilgisi var? “Geççek” siyasi bir
şarkı mı? Aslına bakarsanız değil. Öte yandan yaşadığımız hayatta ne siyasetle
ilgili değil ki? Hele ki sanat siyasetten bağımsız düşünülebilir mi? “Sen
sanatçısın, sanatını yap, siyaseti siyasetçiler yapsın,” kafalarına hiç
girmiyorum bile. Olmaz öyle şey! Kahvede tavla atan kasketli Osman Amca kadar “megastar”
Tarkan’ın ya da şunun ya da bunun da siyaset konuşmaya, fikir belirtmeye hakkı
vardır. Bunu ister doğrudan doğruya yapar, bir safta yer alır, hatta aktivist
olur, isterse de kendinde saklı tutar, tarafsız olur ya da en azından öyle
görünür. Bu yüzden durduğu yere göre kimi kez kızarız, küseriz, eleştiririz ya
da daha çok alkışlarız, bağrımıza basarız o ayrı mesele. İçine top tüfek ya da
en az onlar kadar tehlikeli katıksız önyargı girmediği sürece o da bizim fikir
beyan etme hakkımız.
Ama gelin görün ki “Geççek” siyasi bir şarkı değil. Misal
bir “Yiğidim Aslanım” gibi açık bir siyasi slogan, vurgu taşımıyor. Zaten şarkı
bir anda öyle bir yere konulunca “rock”çılar filan kendi şarkılarını paylaşmaya
başladılar: “Bakın siyasi şarkı böyle yapılır, öyle yapılmaz, biz daha siyasiyiz,
en siyasi biziz,” filan diye. İyi güzel, buna bir itirazımız yok ama şarkılar
kendi kaderlerini kendi tayin eder /etmiştir tarih boyunca, buna da yapacak bir
şey yok. İçinden geçilen zamana, hâle, duruma göre şarkılar bazen anlamlarını
aşar ve beklenmedik misyonlar üstlenebilir. O misyonu üstlensin diye yaptığınız
şarkılar bazen hiçbir işe yaramaz da ummadığınız şarkılar yarar ne çare. Örnek
mi? Basit bir hafif Türk müziği şarkısı olan ve yayımlandığı dönemde bile dile düşmemiş, dikkat çekmemiş “Dur Bakalım” adlı şarkının yıllar sonra neye
dönüştüğünü en iyi o siyasi “rock”çı arkadaşlar bilir ama nasıl dönüştüğünü
kimse bilemez. Hiçbir zaman da bilemeyecek.
Ya da zamanında sadece belli bir siyasi görüşün
bayraktarlığını yaptığı herkesin malumu Ahmet Kaya şarkılarının bugün beyaz
Türk’ünden türbanlısına, Kürt’ünden milliyetçisine herkes tarafından dinlenir,
sevilir olmasını nasıl açıklayacağız? Benzer minvaldeki Zülfü Livaneli
şarkılarının yıllar içinde herkesin birlikte söylediği türkülere dönüşmesini? Şenay’ın
“Sev Kardeşim”inin sözlerinde siyasi bir mesaj var mıydı? Ne oldu da bir dönem CHP
mitinglerinin vazgeçilmez şarkısı oldu? Örnekler çoğaltılabilir. Yani bir
şarkının, bir görüşün, bir inanışın, bir kitlenin, bir eylemin şarkısı olması bazen
yazanından, söyleyeninden ve onların maksadından bağımsız gelişir. Ondan sonra
siz istediğiniz kadar “Ben o şarkıyı onun için yazmadım,” deyin, işe yaramaz. Yani
Tarkan bu şarkıyı sahiden de sadece pandemi sürecinde kasılmış insanların ruh
halini düşünerek yazmış da olabilir, her kelimesini çift anlamlı seçerek
subliminal mesajlar vermek istemiş de olabilir. Bilemeyiz. Bunun bir önemi de
yok zaten. Sonuçta bir kesim öyle anlamak istemiş ve öyle anlamak onlara iyi
gelmişse şarkı kendi hikâyesini yazmış demektir. Sanat zaten tam da böyle bir
şeydir.
Bunca laf ettim de hâlâ şarkı hakkında benim ne düşündüğümü
yazmadım. Onu da yazayım, tam olsun:
Mahallenin bıçkın delikanlısı, kıvrak ritimlerin işveli
erkeği, alaturka nağmelerin zarif beyefendisi… Tarkan bu üçgenden çıkmak için
geç bile kalmıştı. Daha önce denedi ama olmadı. Bu sefer olur mu? Onu kısa
vadede tahmin etmek mümkün değil. “Geççek” siyasiler tarafından bile paylaşılıp,
haber programlarında tartışma konusu olmuşken Tarkan bu saatten sonra şarkının
arkasında ne kadar duracak, onu görmek lazım. Misal, “Cuppa”nın arkasında hiç durmamış,
anında vazgeçmişti şarkıdan.
“Geççek, gitçek” kullanımlarına takılanlar çok ama ben hiç
takılmadım. Sonuçta gündelik hayatta “geçecek, gidecek” diye konuşan kaç kişi
var? Kaldı ki o kelimeler diksiyon kuralları gereği de “geçecek, gidecek” diye
telaffuz edilmez, “geçicek, gidicek” diye telaffuz edilir. Aradan bir “i”
harfini çıkarsanız ne olur? Kısaltma yapmış olursunuz. Sıklıkla kullandığımız “n’aber”
gibi ya da “bir” yerine “bi’” dememiz gibi. Tarzan Türkçesi ve “nigga” şivesi
kullanılan “rap” şeylerine, Seattle aksanlı alternatif solistlerine, arabesk “trap”in
korkunç prozodilerine takılmadınız bunca zamandır da buna mı takıldınız Allah
aşkınıza?
Evet şarkının bir iki yerinde Tarkan da yer yer “rap”çiler gibi
Türkçe’yi eğip bükmüş, bazı yerlerde sözler hiç oturmamış, bunu da belli ki
bilakis yapmış, bir nevi olta atmış “rap”sever gençliğe. Bunu çok gereksiz
buldum, doğruya doğru. Öte yandan bir evvelki paragrafta bahsettiğim üç köşeden
ibaret Tarkan imajının dışına çıkmış, bunu da görmek lazım. Cilve yapmıyor,
nağme yapmıyor, “vibrato” yapmıyor. Mahalledeki kıza laf atmıyor, aile
büyüklerinin elini saygıyla öpmüyor, göbek atıp gerdan kırmıyor. Dördüncü bir
köşe açıyor kariyerinde. Mahallenin sırt sıvazlayan, umut veren, destek olan güzel
abisine oynuyor. Bunu yaparken de bilgeliğe, bilgiçliğe soyunmuyor haliyle
konumu (ya da donanımı) gereği. Bir popstar olduğunun bilincinde çünkü. Birdenbire
Bülent Ortaçgil’e dönüşecek hâli yok.
Şarkının Ozan Çolakoğlu tarafından yapılmış düzenlemesi de gayet yerli yerinde, olması gerektiği gibi. Dünyada popüler müzik her koldan ilerlemeye devam ederken, Adele'inki gibi "old school" bir "sound" bile olaylar yaratır, milyonlar satarken bizim memlekette günün popüler müziği sadece "rap", "trap", "R&B", "hiphop"tan ibaretmiş, ötesi hep demodeymiş gibi algılanıyor, yazılıp çiziliyor. Bizim çabuk sevip çabuk vazgeçen çocuk ruhumuz, ayran gönlümüz ve bir türlü kendisi olamamış, hep nereye çekilirse oraya gitmiş beğeni kriterlerimizde son durum bu. Allah'tan Ozan Çolakoğlu doğru bildiğini yapan müzisyenlerden.
Kuşkusuz “Geççek” Tarkan’ın en iyi şarkısı değil. Genç
yaşlarından itibaren “iyi şarkı” kategorisine rahatlıkla koyabileceğimiz “Kış
Güneşi”, “Biz Nereye?”, “Beni Anlama”, “Sevdanın Son Vuruşu” gibi şarkılar
söylemiş, kimilerini de yazmış, bestelemiş biri Tarkan. Öte yandan Tarkan “Kıl
Oldum Abi”, “Hepsi Senin mi?”, “Şımarık” gibi şarkılarla da Tarkan oldu.
Zamanında her biri çok ama çok eleştirildi, yeni nesil bilmez. Onlar da kötü
bulundu, ucuz bulundu, basit bulundu kimilerince. Tartışma programlarında değil
belki ama köşe yazılarında tartışıldı, “Müzik nereye gidiyor, Türkçe nereye
gidiyor?” soruları, ciddi endişeler, karamsar kaygılar havada uçuştu. Sonuçta
ne oldu? Bugün hâlâ o şarkıları dinliyor, dinlerken eğleniyoruz. “Geççek” de o
kategoriye girer ya da girmez, onu zaman gösterir, o ayrı. Peki biz nicedir moraller
bunca kurşun gibi ağırken, asaplar bu kadar bozuk, sinirler bu kadar laçkayken “Geççek”le
niye azıcık da olsun eğlenemiyor, neşelenemiyor, mutlu olamıyoruz? Beğenmeyenler
beğenenleri ıslak odunla dövsün mü, iyi bulanlar kötü bulanları alnının
çatından vursun mu? Nasıl yapalım?
Yavuz Hakan Tok
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hakkımda
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder