Bir Mendil Niye Kanar Sefo?

Sefo & Capo - "Isabelle" 


Kendime çok gülüyorum. Daha birkaç yıl öncesine kadar albümleri / şarkıları didiklediğim yazılarımda tek bir prozodi hatası için paragraflarca cümle kurmuşluğum vardı. Aman Allah’ım o ne bilmişlik! Yok orada o “aaaa” uzatılmazmış da, öbür taraftaki o “rrr” vurgulanmazmış da… Vıdı vıdı vıdı… Hele “auto-tune” denen meret tam bir felaketmiş. Duyduğum an “Geldi yine tipini…” diyormuş, kapatıveriyormuşum çat diye.

Müzik eleştirisi de ancak bu kadar işe yarar işte. Ne oldu? En prozodi hatalı, en artikülasyonu, diksiyonu bozuk şarkıcılar, en “auto-tune”lu şarkılar kazandı. Yavuz Bey hadi itiraf et, utanma; bazılarını sen de dinliyor, hatta seviyorsun şimdi.


Eh, popüler müzik de böyle bir şey. Gelen her yeni kuşak bir önceki kuşağın yaptıklarını alaşağı eder, tepki çeker, eleştirilir, öfke doğurur hatta yasaklanır, sonra paşa paşa kendini kabul ettirir. “Rock’n roll” dan başlayarak okuyun popüler müziğin hikâyesini. Hepsini anlatıyor tarih.

Şimdilerin popüler şarkılarını dinlerken çoğunlukla üç cümle ya anlıyorum ya anlamıyorum. YouTube videolarını 1.25 hatta 1.50 hızla izleyen, 15 saniyelik bir “story”nin ya da Tik Tok videosunun sonunda ne olacağını anlayıp beş saniyede bir sonrakine geçen, türlü çeşitli oyunlarda saniyelerle yarışmayı çocuk oyuncağı eden, anlık refleksleri palazlanmış bir kuşak var sonuçta. O kuşağın yaptığı ve dinlediği şarkılar bunlar. Bu şarkıların sözlerini de bir dinleyişte anlıyor haliyle.


Ben o arada sözleri aratıp buluyorum, ekrandan okuyorum ama yine anlamıyorum. Başka bir dil, başka bir ifade biçimi, bambaşka bir duyarlılık ve ruh hali. Galiba bize anlamaya çalışmak düşüyor. Müziğin, şarkının, şarkı sözünün, şarkı söylemenin, armoninin, melodinin bin yıllık kurallarına, kaidelerine, konservatuarlarına, hocalarına, akademik bıdı bıdılarına rağmen böyle bu. Hayat yeniliyor kendini. Bunun ne kadarını tekâmül, onu zaman gösterecek. Kim içinden geçtiği zamanı, içinden geçerken doğru anlatabilmiş ki?


Bir ülkenin popüler müziğinde eğilimleri her zaman orta-alt ekonomik düzey ve kültür belirler. Bir üst kültürün kendine tehdit gördüğü eğilimleri kendince temize çekme, sterilize ederek benimseme çabaları ise her zaman boşa çıkar. TRT’nin “acısız arabesk” komedyası, şahit olanların hiç unutamadığı bir ibret vesikasıdır misal: “Henüz üç yaşında bir gardaşım var, seni ondan bile kıskanıyorum.”


Daha yakın zamana kadar “creme de la creme” gece kulüplerinin, sonradan görme “beach”lerin, Bebek sahilinde turlayan üstü açık son model arabaların gözdesi popçular tahtlarını sokak çocuklarına bırakmanın inanılması ve hazmedilmesi güç hezimetiyle onların yakınına dükkân açmanın yollarını arıyor şimdi. Kolay değil. Kırmızı ışıkta durduğunda arabasının camlarını silmeye yeltenen çocuğu ya kovar ya eline üç beş sıkıştırıp savarlardı oysa. Şimdi o çocukla düet yapmanın yollarını arıyorlar. Garip bir paradoks. Onu ya da ötekini yüceltmek için yazmıyorum bunları. Durum tespiti yapıyorum sadece. Aslında söylemeye gerek yok ama bu zamanda altını çize çize söylemek gerekiyor artık: Durum tespiti yapmak, tespit ettiğin durumu onayladığın anlamına gelmez. 


Varsın Zeynep Bastık, sponsorlu koltuğunda akustiğe yatırıp çitilesin o şarkıları. Varsın Mustafa Ceceli Kanlıca sırtlarındaki stüdyosunda bir yanına Kurtuluş Kuş’u, bir yanına Burak Bulut’u alıp Esenyurt’a selam göndersin. Semicenk günün birinde Bodrum’a yerleşip köy muhtarı olmaya karar veren Funda Arar’ın Göktürk’teki villasını satın alabilir. Ziynet Sali, Demet Akalın, Hande Yener, Gülşen ve Murat Boz’la birlikte verdiği nostaljik “Şimdi 2010’lar” konserinden çıkıp Bilal Sonses’in Altın Tıklama Ödülü alacağı törene seyirci olarak katılabilir. Belki aynı gece Sefo da Açık Hava’daki sekizinci konserine çıkar; önceki yedi gece gibi o gece de “sold-out” olmuştur. Bilemeyiz.


Şimdilerde herkes Sefo’dan konuşuyor ama kimse Sefo’yla konuşmuyor, onu anladım. Sağdan saysanız iki, soldan saysanız üç röportajı var internette. Ana akım medya çok temkinlidir bu konularda. Her yeniyi hemen bağrına basmaz, genellikle geriden takip eder popüler olanı. “Bakın böyle biri var, ilginizi çekebilir,” demez de o birinde ancak toplum tarafından ilgi gördükten sonra haber değeri bulur. Buna alışkınız. Ama şu da bir gerçek ki yeni neslin müziğini yapanların da kendilerini anlatmak, tanıtmak gibi bir dertleri pek yok. Sadece şarkı çıkarıyor, yeri geldikçe de konser yapıyorlar o kadar. Kim bilir belki de anlatacak hikâyeleri yoktur. Öyle ya eskilerden kime sorsan şu orkestrada başladım, şu müzisyenlerle çalıştım, buralarda sahne yaptım filan diye anlatır da anlatır. Şimdikilerin ortak hikayesiyse şöyle: “Lisedeyken müzik dinliyordum, sonra bilgisayar aldım ve müzik yapmaya başladım. Şarkılarımı internete saldım ve bir gün bir tanesi viral oldu.”


Haksızlık etmeyeyim ama pek çoğunun anlatacağı bundan ibaret. Sefo’nun da aynen öyle olmuş. 1998 yılında Samsun’da doğan ve gerçek ismi Seyfullah Sağır olan Sefo’nun, küçük yaşlarında Ceza’yla başlayan “rap” sevdası, 50 Cent’le ve sonrasında daha “underground” isimlerle devam etmiş. Dinleye dinleye geldiği yer de bizzat bu işi yapmak olmuş. 14-15 yaşlarında yazmaya, şarkılar üretmeye başlamış. Önceleri yaptıklarını duyurabilmek için bir dolu insana “mail” atmış ama kimseden dönüş alamamış. İlk şarkısı “Yalan”ı 2018 yılında yayımlamış. 2019 yılında sosyal medya fenomenleri Ala Tokel ve Ahmet Aksöz’ün destek verdiği “Derdi Ne?” şarkısı viral olunca da onu başından beri takip edenlerin dışında bir kitlenin ilgisini çekmeyi başarmış.


Ardı ardına gelen “rap” işlerden sonra ufak ufak pop “sound”undan beslenmeler, önce “Toz Duman” sonra bir başka sosyal medya fenomeni Reynmen’le birlikte kaydettiği “Bonita” ve derken “Bilmem mi?”yle gelen büyük tanınırlık. İlkokul çocuklarının okul bahçesinde olanca sevimlilikleriyle bir ağızdan “Bilmem mi?” söyleyip eğlendikleri o video, bu karanlık günlerde hangimizin içini açmadı ki? Yılların burnundan kıl aldırmayan Altın Kelebek’i bile gidip Sefo’ya kondu bu şarkı sayesinde. Kral TV Video Müzik Ödülleri çoktan tarihe karışmamış olsaydı, oradan da payını alırdı hiç şüphe yok.


Sefo’nun aslında “Muu?” şarkısıyla başlayan pop, daha doğrusu “reggaeton” açılımı karşılığını çabuk buldu. Sonuçta “reggaeton” dediğimiz şey de “Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” memleketin evvel ezel pek bayıldığı kıvrak ve ateşli Latin tonlarından, ritimlerinden devşirme. Hadi onu da geçtim, düpedüz halay ritmi be kardeşim. Bir yandan müstehzi Mahmut Tuncer şakaları yapıp bir yandan “reggaeton”a ayılıp bayılmalar da Orta Asya’dan geldi geleli Boğaz’ın hangi yakasına daha fazla meylettiğini hiç bilememiş bizlerin yüz bin milyon “bu ne yaman çelişki”sinden sadece biri.


Zaten Sefo da ister “reggaeton” deyin ister düz halay, ritmi bir yana, şarkı söyleme biçimiyle de Anadolu’nun bağrından kopup geliyor. O bağır tam olarak neresi, onu bilmiyorum. Çünkü aşina olduğumuz hiçbir aksana benzemiyor Sefo’nun aksanı. Güneydoğu değil, Kars, Azerbaycan değil, Ege değil, İç Anadolu değil ki Sefo Samsunlu ama Karadeniz hiç değil. Gerçi bu yeni aksan Sefo’nun icadı da değil. Böyle bir Müslüm Gürses edası üstüne gurbetçilerin üçüncü kuşak Almanca-Türkçe kırması sosu, belki bir parça siyahi Amerikan çeşnisi filan derken “rap-trap-hip hop-şu-bu” türevi Türkçe müzik yapanların benimsediği aksan bu oldu. Oysa videolarını izliyorum Sefo’nun; bildiğin İstanbul Türkçe’siyle konuşuyor. Şarkı söylerken niye böyle oluyor onu bilmiyorum. İçten gelen bir şey olsa gerek. Yermek için söylemiyorum; durum tespiti yapıyorum sadece (bak yine!..)


“Bilmem mi?”nin 2021 yılının ikinci yarısında damgasını vurmasından sonra 2022’yi “Affettim” teklisiyle açtı Sefo. Ardından “Bilmem mi?”nin İspanyolca versiyonu “Mirame”yi Meksikalı grup Reik ile kaydederek ilk dünyaya açılma denemesini yaptı. Peki sonuç ne oldu? “Büyük beğeni toplayan şarkı başta Meksika olmak üzere Fransa, İtalya, İspanya, Yunanistan, Norveç, Portekiz gibi birçok ülkenin listelerine ve dünya çapında yüzbinler tarafından takip edilen Global X gibi listelere üst sıralardan girdi ve kapağında yer aldı.” (Daha doğrusu almış; ben basın bülteninin yalancısıyım.)


Peşi sıra genç rapçi Revart ile Aerro prodüktörlüğünde “Yarım Kalır” şarkısını yayımlayan Sefo’nun yakın dönemde servis edilen yeni “hit”i ise “Tuzak” oldu. Şarkının ilk dinleyişte bir defada anladığım ve aklıma yer eden “mükemmel bir film tadında” cümlesi nicedir dilimde dolaşıp duruyor. Gerisini de söyleyeyim istiyorum hatta ama bir türlü oturup çalışacak fırsat bulamadım. Çünkü ezber yapmanın en iyi yolu okuduklarınızı bir mantığa oturtmak, hikâye ederek akla sokmaktır. Ama daha ilk cümleler “Gümüş gerdanında tutsaktı ben ellerinde,” olunca ne mantık kalıyor ne hikâye. “Bir mendil niye kanar?” diye sorardı Edip Cansever bir şiirinde. “Bir yapı çıldırabilir mi?” diye sorardı Tomris Uyar bir öyküsünün ilk cümlesinde. Kafa yorardık. Aynı şey mi? Belki de… Kim bilir? (Emin olun, bu da bir durum tespiti.)


Sefo geçtiğimiz günlerde yayımlanan yeni şarkısı “Isabelle”i ise (basın bülteninde “Isabella”, diğer her yerde “Isabelle” yazıyor) Türkiye kökenli bir aileden gelen Alman rapçi Capo ile birlikte kaydetmiş. Şarkı kulağa çok tanıdık gelen gitar tınıları ile başlayıp ele, ayağa, nerenizle ritim tutuyorsanız oraya çok tanıdık gelen ritimlerle devam ediyor. Bu tür, bu tarz müzikte şarkıların fena halde birbirine benzemesi şimdilik bir sorun değilmiş gibi gözükse de zamanla usandırır mı? Bence usandırır. Hiç 130 BPM pop sevmemişlerin en büyük argümanıydı ya: “Popta bütün şarkılar birbirine benziyor,” denirdi. Çünkü “sample”lar kardeş, “loop”lar akraba, “kick”ler “drum”lar ruh ikiziydi. Müziğe elektroniğin girmesinin bir bedeli vardı, ödenecekti. Şimdi aynı yoldan popa “alternatif” türler yürüyor.


“Isabelle” kıpır kıpır, fıkır fıkır. Kızgın kumlardan serin sulara atlarken fonda çalsa “değiştirin şunu” demez kimse. Kaldı ki hepi topu 2 dakika 25 saniye, “değiştirin” desek bile değiştirene kadar bitiverir. Şarkının Almanca kısımlarını (dili bilenler hariç) zaten anlamıyoruz, Capo yüzümüze küfretse (ki “rap”te kuvvetle muhtemeldir malum), “yaya” deyip geçeriz. Türkçe kısımları deseniz… Yıllar yılı sıkıldığımız, yerden yere vurduğumuz saçma sapan Türkçe pop şarkı sözlerine alternatif mi arıyorsunuz? Misal, “Onu sal, yola gel, bi’ tutam karamel” cümlesinin bizi arkamızdan itip 130 BPM şarkılarda arayıp da bulamadığınız mana derinliğinin içine yuvarlaması pekâlâ mümkün olabilir. Tıpkı “Bu kız bir afet bir afet, bu kız felaket felaket,” ya da “Dedim götür beni aya,” cümleleri gibi.   


Fark ettiyseniz hiç rol yapmadım, bu tür müziği çocukluğumdan beri dinlermiş ve severmiş gibi davranmadım. Benim çocukluğumda bu tür müzik yoktu zaten, yemezdiniz. Kendisinden önce gelen diğer kuşaklarla arayı zart diye açıveren z kuşağını yakalamaya çalışmak çok kere zavallı bir çaba gibi görünebilirken sadece anlamaya çalışmak bile insanı “rahmetli” konumuna düşürebiliyor. Ve fakat x, y ya da z her neyse, bir kuşağın kendisinden önce hiçbir şey yapılmamış, yazılmamış, çizilmemiş, söylenmemiş sanması, sanmasa bile öyle saymasında, aslında tarihin bir yerinden tekrar ettiği şeyleri ilk defa yaptığına inanmasında da acıklı bir cehalet yok mu?  

Acaba bir müşterek mi bulmalı? Birbirimizi tanısak… Sever miyiz?

Yavuz Hakan Tok

1 yorum:

  1. Oğuzhan Beder14 Haziran 2022 13:59

    Yazınızın tamamını büyük bir zevkle okudum. Günümüz müzik piyasasına dönüp bakıldığında belki de çoğu kişinin aklından geçen soruları ele alıp yerinde 'durum tespitleri' yapmışsınız. Elinize sağlık 👏

    YanıtlaSil