Müzik yapan da dinleyen de çok ama müzik okuyan pek kalmadı
malum. Ona mukabil yazan da kalmadı gibi. Sosyal medya duyuruları, basın
bültenleri cümleleri, Spotify kategorizasyonları ve Zorlu PSM ilanları arasında
sıkıştık kaldık. Onlarla tanımlanıyor kimin nasıl müzik yaptığı, ne yaptığı.
Haliyle onlar da tarafsız, analitik, eleştirel, geniş açılı, diyalektik bakış
açıları sunmuyor okuyana.
“Üçüncü Yeniler” deniyor mesela. ‘70’lerden bu yana Türkiye’de
üretilen müziğe şahit olmuş, öncesini de araştırıp öğrenerek hatmetmiş biriyim
ya, ister istemez “E bunun ikincisi, birincisi neydi ki?” diye düşünüyorum.
Şiirdeki “İkinci Yeni”nin bir uzantısı olarak kullanıldığını biliyorum
bilmesine ama Edip Cansever’i, Turgut Uyar’ı, Cemal Süreya’yı, Muzaffer İlhan
Erdost’u filan sarı sayfalı popüler “edebiyat” dergilerinin posterine,
çıkartmasına, hatta çantasına dönüştürmüş zamanın ruhuna alışamamışım ki daha, ona
alışayım.
Her dönem yaldızlı cümleler, havalı tabirlerle yeni yeni
müzik türleri icat ediliyor. Her dönemin genç kuşağı böylece kendinden önceki
kuşakların dinlediklerini dinlemiyor olmanın gönül rahatlığıyla süregelene kafa
tutmanın, düzeni değiştirmenin ve kendi dilini icat etmenin o sadece ama sadece
genç yaşlarda yaşanabilecek hazzına eriyor. Bütün tekamülün altında saklı
tekerrürün farkına vardığındaysa zaten artık genç olmuyor. İstisnalar asla
kaideyi bozmuyor. Eşyanın tabiatı hükmünü sürüyor.
Evet, özellikle Yüzyüzeyken Konuşuruz, Adamlar, Büyük Ev
Ablukada gibi (bir dönem tuhaf isimli gruplar şeklinde kategorize edilen)
grupların başı çektiği bir tayfanın şarkılarındaki alegori, ironi ve metafor
sağanağının İkinci Yeni’yle benzeşen bir tarafı yok değil. Ama bir Üçüncü Yeni
icat edeceksek şayet, Murathan Munganları, Küçük İskenderleri ve ardıllarını nereye
koyacağız? Şarkı sözü şiiri nereye kadar, ne kadar ikame edebilir ki? Niye
etsin ki? Devrini doldurmuş düşünceler, modası geçmiş endişeler mi yoksa
bunlar? Kafam karışık.
Şöyle ya da böyle müziğin, özellikle de şarkı sözlerinin
uzunca bir süre içinde boğuştuğu
“aşk-ihanet-gözyaşı-drama-kin-intikam-nefret-atar-gider” sarmalından
kurtulmamıza ve şöyle bir rahat nefes almamıza vesile oldukları için yukarıda
saydıklarım ve benzeri genç gruplara, şarkı yazarlarına minnet borçluyuz. Gerçi
aynı dönemde yükselen “rap” o sarmalın daha keskin ve küfür kıyametlisini
musallat etti başımıza (incelikli ve zeki olanı, yani az birazı hariç) o ayrı
mesele ama söz konusu grupların müziğini o yapay ve sevimsiz kategorizasyonların
arasından çekip çıkarıp da dinlerseniz, içiniz epeyce ferahlıyor.
İşte Evdeki Saat de böylesi nefes aldıranlardan biri. Yakın
dönemin yükselen değeri Evdeki Saat. Ta 2014’ten bugünlere dek gelen bir zaman
aralığında, adını yavaş yavaş duyuran, yerini yavaş yavaş sağlamlaştırıp
müziğini yavaş yavaş benimseten Evdeki Saat, şimdi geldiği yerde ziyadesiyle tanınır
olmanın, ne yapsa dinlenir olmanın tadını çıkarıyor muhtemelen.
Kimi zaman grubun belkemiği kimi zamansa tek başına bizzat
Evdeki Saat’in ta kendisi olmuş Eren Alıcı, daha öncesinde birtakım kayıtlar
yapmış, bunları çeşitli mecralardan yayımlamış da ama Evdeki Saat ismiyle
yayımlanan ilk kayıtlar 2014 yılına denk geliyor. 2014’ten 2017 Nisan’ında
yayımlanan “Bizi Orada Arama” adlı ilk resmi albüme kadar gelen süreçte yapılmış
kayıtlardan sadece “Eski ve Tozlar İçinde” adlı şarkı var Spotify’da. Geriye
kalan 17 şarkıysa Evdeki Saat YouTube hesabından dinlenebiliyor.
Yani Evdeki Saat’in resmi macerası “Bizi Orada Arama”
albümüyle başlıyor denebilir. Aslında müziğindeki evrim de tam olarak bu
albümden sonra başlamış. O zamana dek “soft-rock” ya da “pop-rock”
diyebileceğimiz türde, akustik kaydedilmiş şarkılar var Evdeki Saat
diskografisinde. 2018 Ocak ayında yayımlanan ilk tekli “Yanlış Var”dan
başlayarak Evdeki Saat’in müziği elektronik altyapılı “synth pop”a dönüşmüş.
“Rock” furyasının egemen olduğu dönemde müzisyen olmaya
heves eden gençlerin büyük yüzdesi “rock”çı olmak üzere çıktı yola. Onlardan
öncekiler popçu olmaya yeltenmişti, daha eskileri tavernacı, arabeskçi, türkücü
vs… İnternet teknolojisi dünyayla birebir entegre etti ya bizi, artık özenilen
kişiler doğrudan sınırların dışından. “Rock”çı olmak isteyenin örneği Teoman,
Şebnem Ferah, Duman filan değil artık (sahi bir ara bütün genç “rock”çılar
onlar gibi söylüyordu.) Türlü çeşitli ülkelerden türlü çeşitli alternatif
gruplar ya da şarkıcılar, kimi zaman büyük kimi zamansa çok küçük isimlerin
farklı müzik türleri ilham veriyor Türkiye’deki genç müzisyenlere.
Gelin görün ki yolumuz yine dönüp dolaşıp popla kesişiyor. “Pop
bitmez. Kendisine alternatif üretilen türleri içine alır, yutar ve yoluna devam
eder,” dediğimde “Olur mu öyle şey?” diyenler olmuştu. Bu benim kişisel öngörüm,
kehanetim değildi oysa; hayatın doğal akışıydı. Nitekim yine şaşmadı. Alternatif
sahnelerde müzik yapanların çoğu o yaldızlı cümlelerin, havalı tabirlerin bilet
sattıran, link tıklatan cazibesinin gölgesinde bir dönemin pop müziğine göz
kırpar oldular nicedir. Türkiye’de alternatif müzik denilen şey ‘80’lerde Depeche
Mode, a-ha, Alpahaville ve hatta Modern Talking gibi bayıldığımız, kimisini
hafife aldığımız grupların ve dahi ‘90’lar Türk popunun kaotik atmosferinin bir
retrospektifine dönüştü.
Kötü bir şey mi bu? Bence değil. Bilakis ben kulağıma aşina
geldiği için pek seviyorum “synth pop” tınılarını. Hele bir de birebir yurt
dışındaki örnekleri “copy paste” edilmiyor, içinden ince ince yurttan sesler
geçiriliyorsa bayılıyorum. Tıpkı Evdeki Saat’in yaptığı gibi.
Yerlileşememiş hiçbir müzik türü uzun vadede kalıcı olmaz,
olmadı bu memlekette. Anadolu-“rock” boşuna türemedi. Seattle “sound”, Kadıköy
“sound”a boşuna evrilmedi. Alaturka makamlar popa durduk yere girmedi. Rap
boşuna arabeske bulanmadı. Say say bitmez.
Evdeki Saat 2018’de beş tekli, 2019’da dört tekliyle yoluna
devam etmişti. Ancak onca kalabalık arasından öne çıkması, pandemi döneminde
Bartu Küçükçağlayan ve Melikşah Altuntaş’ın “Mücbir Sebepler” adını verdikleri
Instagram canlı yayın serisi sayesinde oldu. Her gece on binlerin izlediği o
yayınlarda o günlerde yeni yayımlanmış “Uzunlar” şarkısının çalınması, Evdeki
Saat’i daha önce hiç dinlememişlerin gözünü, daha doğrusu kulağını açtı. O
şarkı değil de başka bir şarkı çalınsaydı ne olurdu onu bilmiyorum. Bir gün
doğru iş, doğru yer ve doğru zamanla kesişir ve başarı hikayeleri genellikle
böyle başlar. Burada da öyle bir şey oldu. Hesapsız, kitapsız, plansız ama
doğru bir kesişme “Uzunlar”ı dillere düşürdü.
Arzu etsin, amaç etsin, hedef kabul etsin ya da hiçbirini
etmesin; “şan-şöhret-para” üçgeni üretenin hem başarı göstergesi hem de laneti oluyor
eninde sonunda. Bin yıldır böyle bu. Tanınırlık, bilinirlik ve dinlenirlik, yapmak
istediklerinizin daha fazlasını, daha cesurunu yapabilmek için bir konfor alanı
yaratıyor üretene. Ve sizi her an içine çekmeye hazır tuzak da o konfor
alanının tam orta yerinde duruyor:
“Ya bundan sonra yapacaklarım bunun kadar ilgi görmezse? Ya
yakaladığım ivmeyi sürdüremezsem? Ya 'Uzunlar' sönerse?”
O saatten sonra bu ve benzeri kaygıları hissetmeden yola
devam edebilmek kolay değil. Çoğu zaman üreteni tökezleten de bu oluyor. Neyse
ki Evdeki Saat “Uzunlar” eşiğini kazasız belasız atlayıp geçti. Daha “funky”
tınılar içeren “Kötü Zamanlar” ve “Dibi Ne Kadar”la 2020’yi verimli kapattı, müziğinin
çizgisi daha belirgin hale getirdi.
2021’de yayımlanan “Hiç Uyanmasam” ve “Zaman Mekân”, melodik
açıdan zengin, ritmik açıdan kulağı kolay yakalayan şarkılardı. Tabii ki tüm bu
şarkıların hiçbiri bir “Uzunlar” sayısal başarısı getirmedi ama Evdeki Saat’i
geriye de düşürmedi.
2022’yi ise gelecek yeni bir albümden teklilerle karşıladı
Evdeki Saat. Önce “Sarmaşık”, sonra “Rüyadasın”, ardından “Sustum” teklileri ve
nihayet “Huzursuzluğun Meyvesi” adı verilmiş albüm geçtiğimiz günlerde
yayımlandı. Aslında “Selahattin Sarıkaya Şarkıları” projesinden bir parça olan
“Adana Köprü Başı” ise aynı gün hem albümün bir parçası olarak hem de bağımsız
bir tekli olarak listelere girdi. Yedi şarkılık albümün üç şarkısını önceden dinlemiş,
bir “cover”ını da albümle eşzamanlı olarak karşılamış olduk böylece.
“Adana Köprü Başı” çok kişinin anonim türkü bildiği bir
Selahattin Sarıkaya bestesi. Evdeki Saat’in bugüne dek yayımladığı işler
arasında hiç “cover” yok; en azından resmi kayıtlarında yok. Bu anlamda zaten
ters köşe bir iş. Şayet bir saygı albümü işi olmasaydı da akla gelir miydi bu
şarkıyı “cover”lamak, ona emin değilim. Ve fakat acayip bir şey olmuş.
İtiraf
edeyim, bir zamanların Anadolu-popunu üzerine bugüne dair hiçbir şey koymadan karbon
kopya taklit eden grupları hiç sevemedim. Misal herkesin ayılıp bayıldığı Altın
Gün bana pek bir şey ifade etmiyor. Barış Mançoların, Moğolların, Cem
Karacaların, Seldaların ve dönemdaşlarının o zamanın imkânsızlıkları içinde
kanla başla yaptıkları kayıtlar taş gibi duruyor hâlâ. Zamanında zaten
dinlemişim, şimdi de dinlerim. Barış Manço, Cem Karaca hayatta değil diye bu
tür müziğin en büyük pazarı haline gelen yurt dışı festivallerinde onların
müziğini çalacak gruplar icat etmenin bende bir karşılığı yok.
Fakat Evdeki Saat’in “Adana Köprü Başı”nı çok sevdiğimi
söyleyebilirim. Evdeki Saat, türkü formundaki bu besteyi Anadolu-popun etinden
sütünden bir şekilde istifade eden pek çok genç gruptan, müzisyenden daha
zekice, daha yaratıcı, daha parlak bir biçimde kendine uyarlamış. Yeni bir şey.
Heyecan verici.
Buradan mı yola çıkıldı bilmiyorum ama albümde bu türküden
hemen önce dinlediğimiz “İyi Nöbetler” de ılgıt ılgıt Anadolu kokuyor. Hem de
halk edebiyatı cümlelerinden şarkı sözü devşirmeden, günün ifade biçimiyle
cümleler kurarak. Bence önemli bir ayrım bu. Bu arada daha ilk dinleyişte
şarkının nakarat kısımlarında “Hadi hadi yandan,” diyesiniz geliyorsa da işin
aslı o da otantik bir melodik kalıp, “Namus”un bestecisi Arto Tunçboyacıyan’ın
özgün bestesi içinde Anadolu’ya gönderdiği bir selam. Sorun yok yani.
Şarkı sözlerinde kare kare fotoğraflar çeken “Böyle İyiyim”,
sakin ve kırgın bir aşk şarkısı. Şarkıya klip çekilmesine hiç gerek yok. Klibi
kendi içinde saklı çünkü. Bu arada bu şarkı da aslında 2018’de akustik bir
kayıtla Evdeki Saat’in YouTube kanalında yayımlanmış.
Evrensel bir “sound”a yerel motiflerin iğne oyası gibi işlendiği
“Sarmaşık”, buzuki ve bağlamanın ahbap renkleri, ‘70’ler stili vokalleri ve “funky”
yürüyüşüyle dinleyeni çabuk kavrayan bir başka şarkı. Tekli olarak
yayımlandığında da çok sevdiğim “Rüyadasın” ise albümdeki favorim. Hani Nükhet
Duru “Uzunlar” çok popüler olunca aldı söyledi, “Uzunlar” ve Duru’yu aynı cümle
içinde kullanmayı aklına bile getiremeyecekleri şaşırttı ya… Keşke Ajda da alsa
“Rüyadasın”ı söylese diye geçirdim içimden ilk dinlediğimde. Öyle de buram
buram Ajda “vibe”ı tüten bir şarkı.
‘80’leri bizzat yaşayıp görmüşlerin o yılları üç saniye anımsadığında
kendiliğinden çalmaya başlayan şarkılar, döndü dolaştı bugünün müziğine ilham
oldu dedim ya yukarılarda bir yerde. Tam olarak böyle demedim gerçi ama demeye
getirdim. Hah işte mesela al Evdeki Saat’in “Eksildi İçimizden”ini ver Pet Shop
Boys’a söylesin. Oralardan bir yerlerden çıkıp gelmiş bir “sound”, elektronik
dans müziğinin o günlerden bugünlere eskimemiş, her dönem kendini yenileyerek
tekrar etmiş ritimleri ve pekâlâ bir gitarla da çalınıp söylenebilecek, “basic”
bir melodik yapıyı sürükleyen anlamlı şarkı sözleri.
Bir Ekşi Sözlük yazarı albümün açılışında yer alan “Sustum”u
Empire of The Sun’ın “We Are The People”ına benzetmiş. Benzemiyor dersem yalan
olur. O benzerliği bir kenara koyar da şarkının sözlerine bir göz atarsak, albümün
adının en çok bu şarkıda saklı olduğunu söyleyebiliriz.
‘70’lerin toplumcu söylemleri ‘80’lerde bireysel bunalımlara,
‘90’larda eğlenceye vurmuştu kendini. Yakın geçmişte hem gelişen teknolojilerin
hem de üstüne tuz biber pandeminin bizi getirdiği ruh hali, yalnız olma, yalnız
kalma halini korkulacak ve hüzünlü bir şey olmaktan çıkarıp bir tercihe
dönüştürdü. Bir zamanların bireyciliğiyle bunun arasında kocaman bir fark var. Çünkü
artık sosyal medya sayesinde yalnızken de kalabalıklara karışmak mümkün. Kimseyle
yüz yüze gelmeden kavga edebilir, dövüşebilir, âşık olabilir, flört edebilir, uzun
uzun fikir alışverişinde bulunabilir, birileriyle dost ya da düşman olabilir ve
günün sonunda üstünüzü başınızı hiç kirletmemiş olarak yatağa gidebilirsiniz.
Bu durum şimdilik bir lüks gibi dursa da aslında yaşadığımız
zamanda ülkenin içinden geçtiği koyu karanlıkla hem çok ilgili hem de çok
ilgisiz olarak üzerimize çöken huzursuzluğun da asıl sebebi. Nitekim son dönemin
genç şarkılarında sıklıkla bu huzursuzluğun izlerini sürebiliyorsunuz. “Sustum”
böyle bir şarkı. Aslına bakarsanız “Huzursuzluğun Meyvesi” bütün dans
ritimlerine, yüksek enerjisine rağmen böyle bir albüm.
Bu arada “Huzursuzluğun Meyvesi”, Twitter’da Cihat Akbel
isimli kullanıcı tarafından atılan bir “tweet”e ithafen konulmuş bir isimmiş ve
söz konusu “tweet” şöyleymiş: “Hiçbir zaman huzuru bulacağımı düşünmüyorum
fakat artık bu huzursuzluk meyvesini vermeli.”
Albümdeki düzenlemelerde Eren Alıcı, Yüce Akın, Bahadır
Kartal, Kaan Ceylani ve Kerem Demirayak’ın imzalarını görüyoruz. Kapak tasarımı
ise Afterworks tarafından yapılmış.
Günün müzik pazarlama stratejistleri albüm yapmayı hiç ama
hiç önermiyor. Dijital platformlar zaten albüm yapılmasın da sirkülasyon
hızlansın diye müzisyenleri sıkboğaz ediyor. Türkiye’de müzik zaten hiçbir
zaman gerçek anlamda bir sektöre dönüşmediği için bu yeni düzen en çok bizim
müzisyenleri vuruyor. Yoksa müziğin bacasız sanayi olduğu ülkelerde hâlâ çatır
çatır albüm yapılıyor. Sözün kısası albüm yapmadığı ya da albüm niyetine üçer
beşer şarkılık işler yaptıkları için müzisyenlere kızmak haksızlık olur. Yine
de bunca birikimin ardından yapılmış bu albümün en azından on şarkı olmasını isterdim
kendi adıma. Bir “boomer”lık etmeden yazıyı bitirecek değildim herhalde.
Yavuz Hakan Tok
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hakkımda
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder