Tarkan Kurtlar Sofrasında

 TARKAN - "KUANTUM 51"


Tarkan'ı öncelikle günün avam tarz ve türlerinden uzak durduğu, "rap"çilerle filan iş birliği yapmadığı, "sound"unu güncellerken kendi tarzının dışına çıkmadığı için alkışlamamız gerekiyor. Gerisini sonra konuşuruz.

Böyle bir şey yazdım X’e. Yeni Tarkan albümünü ilk dinlediğimde, edindiğim ilk izlenimlerden biriydi bu. Başka izlenimler de vardı kuşkusuz ama onlardan emin olmak için albümü uzun uzun dinlemem gerekiyordu. Zaten sosyal medyada albüm/şarkı eleştirisi yapmaktan mümkün olduğunca kaçınmıştım yıllardır. Zamanın ruhu her şeyi alabildiğine çabuk ve kısa yoldan söylemeye mecbur ederken bizi, okuduğunu anlama yetisini almıştı elimizden ve kısa olsun diye önü arkası kurulmamış fikir cümleleri çoğunlukla yanlış anlaşılıyordu.


Nitekim Tarkan’ın yeni albümü hakkındaki bu bir cümlelik ilk izlenimim de aldı yürüdü. Doğru anlayan kaç kişiydi bilmiyorum. Beğenenler, paylaşanlar sahiden kurduğum cümleyi mi beğenmişti yoksa Tarkan’ın yeni albümünü övdüğüme mi kanaat getirmişti ona emin değilim ama verip veriştiren, laf sokanlar kesinlikle öyle düşünüyordu, o belliydi. Çünkü herkes fikirleri kalın cümlelerle duymak ve fikrin sahibini kendi tarafında görmek istiyordu. Neredeyse yirmi beş yıldır sayısı bini aşkın müzik eleştirisi (fikir yazısı) yazmış (ve hep uzun uzun, ince ince yazmaktan hiç vazgeçmemiş) benden bile beklenen buydu.


Ben Tarkan’ın albümünü övmedim. Öve de bilirim, o ayrı. Ben Tarkan’ın albümünü yaparken tuttuğu yolu övdüm. Çünkü evet, 50 yaşını devirmiş, devirirken de ülkede son 30 yılın popüler müziğine damga vurmuş ve hayatı boyunca “hip hop” sularına hiç yakın olmamış birinin Z kuşağına yaranmak adına “rap”çilerle iş birliği yapması sadece acizlik ve çaresizlik göstergesi olurdu bence. “Rap”in bu kadar popüler ve dejenere olmadığı dönemde Burcu Güneş, Candan Erçetin ve Sezen Aksu’nun Ceza’yla yaptığı harikulade şarkılar hiç öyle olmamıştı mesela. Orada yenilikçi bir tavır ve çemberin dışına çıkma cesareti vardı çünkü. O gün çemberin dışına çıkmak sayılabilecek şey bugün içine girmeye çalışmak anlamı taşıyor ne çare.


“Rap”in gerçekten bir alt kültür olduğu, yaşadığımız kentlerin arka sokaklarını, o sokakların çoğunlukla bilmediğimiz, haberdar olmadığımız dünyasıyla, diliyle bizi tanıştırdığı, bir tepki, bir çığlık, hatta bir direniş ve karşı duruşu simgelediği zamanlardan bugüne çok şey değişti. Sürekli lüks arabalardan, nasıl kazanıldığı belirsiz paralardan, ne maksatla yapıldığı aşikar gece gezmelerinden bahseden, alabildiğine cinsiyetçi bir dille kadını aşağılayan, kadına kalçalarınca değer veren, sevmeyi “manita”cılığa ve fütursuz sekse indirgeyen, madde kullanımını üstü örtülü ya da apaçık bir biçimde öven ve öfkeyi, şiddeti, kavgayı telkin eden, üstelik tüm bunları asla Türkçe’ye ait olmayan bir dilbilgisi, telaffuz ve diksiyonla, bolca küfür ve edepsiz kelimeyle dillendiren “rap” şarkıları (yani bugünün listelerden düşmeyen “rap işleri) ayan beyan ortadayken bizim bildiğimiz “rap kültürü”nden bahsetmek imkânsız. Çünkü o kültür bu kültür değil. En azından bu ülkede değil.  

Her şeye rağmen, hâlâ gerçek “rap” yapanları tenzih ederek söylüyorum tüm bunları. Her genellemenin içinde mutlaka istisna payı saklıdır.


Yazının başında alıntıladığım cümle nedeniyle Tarkan’a “şakşakçılık” yaptığımı söyleyenler de oldu. Bilen bilir ama bilmeyenler için hatırlatmak gerekiyor demek ki. Bunca yıldır yazılarım nedeniyle sektörde kazandığım tanınırlığın özel hayatımda hiçbir karşılığı olmadı. Olmasını bizzat ben istemedim çünkü. Müzik ortak paydası dışında ahbaplığım olan ve sayısı beşi bile bulmayan kişi dışında hiçbir ünlü şarkıcıyla, aynı masada oturup yemiş içmişliğim, onu bırakın, bir kahve içmişliğim, aynı fotoğraf karesinde samimiyet pozları vermişliğim yok. Kimseyle enseye tokat olmadım, olmaya da heves etmedim. Hem müziğini hem de kendisini çok sevdiklerimi, yakın hissettiklerimi bile hep belli bir mesafeden takip ettim.


Yıllardır davet edilen lansman, basın toplantısı, konser gibi etkinliklere hep seçerek, hakkında yazmak niyetimi göz önünde tutarak gitmişimdir. Gittiklerim davet edildiklerimin beşte biri bile değildir.

Hâlâ bir müzisyenle röportaj yapmak istediğimde kendisini değil basın danışmanını arıyorum. Bir tek kişi de çıkıp “Yavuz Hakan Tok beni iş için, röportaj için ya da bir program için değil, sadece muhabbet etmek için aradı,” diyemez ki zaten yakın çevrem bilir, telefonla konuşmaktan çok sıkılırım.  

Son bir buçuk yıldır yaptığım radyo programına konuk ettiğim isimler sayesinde müzik çevrelerinde kredimin benim zannettiğimin çok daha üstünde olduğunu fark ettim. O krediyi hiç kullanmadığım için bunca yıldır farkında değilmişim. Hâlâ kullanmıyorum. Hiçbir zaman “ünlülerin yakın arkadaşı” o kişi olmadım, bu saatten sonra olmak niyetinde de değilim.            


Dolayısıyla birini ya da birinin yaptığı işi överek, gereğinden fazla yücelterek varacağım bir yer yok. Ha şunu da söyleyeyim. Yıllar içerisinde yaptığım bunca iş arasında bana en az maddi getirisi olan müzik eleştirmenliği oldu. Yazılarımın büyük kısmını zaten kendi hesabımdan (“blog”umda) yayımladım. Gazete ve dergilerin telif ücretlerinin sembolikliğini zaten bilen bilir. Bir fenomen eskisinin zamanında yaptığı gibi üç ünlüyle tanışıp, şöyle veya böyle çevrelerinde dolanıp, sonra o zavallı hikâyeleri derme çatma bir kitaba dönüştürmeyi ise aklımın ucundan bile geçirmedim.

Tabii ki yazılarımda objektiflik kadar öznellik de vardır. Eleştiri tam da böyle bir şeydir. Tarafsız olmak adına dümdüz, yorumsuz yazılan yazı eleştiri değil, haber olur. “Fikir yazısı” ise, adı üstünde öznellik içerir. Yazanın bilgi, birikim, deneyim, beğeni ve algısının bir tezahürüdür. “Acaba bu konu hakkında ne düşünmüş?” diye merak eder, öyle okursunuz. Yazdıklarına katılırsınız, katılmazsınız, haklı bulur ya da bulmaz, değer verir ya da vermezsiniz, o sizin bileceğiniz iş. Sonuçta kimin fikirleri mutlak doğruyu gösterebilir ki? Mutlak doğru var mıdır? 

Uzun lafın kısası “şakşakçılık” lafı beni öldürmek için kullanılabilecek en yanlış silah. Sıradakine geçelim.


Yazının en başındaki cümleyi kurmamın üzerinden birkaç gün geçti. Ben bu sırada Tarkan albümü biraz daha dinledim. Kaleme alınacak başka cümleler birikmeye başladı yavaş yavaş. Sonra aklıma Tarkan’ın “Geççek” şarkısı için yazdığım yazının korkunçluğundan bahseden o yorum geldi. İddiaya göre Tarkan’ın son dönemlerinde beklentilerini karşılayamamasının sebebi ben ve benim gibilerin yaptığı böylesi olumlu yorumlarmış. Yanlış mı hatırlıyorum diye açtım yazıyı tekrar okudum. Ve ne oldu biliyor musunuz? “Geççek” yazısında Tarkan ve şarkı hakkında takıldığım detayları, yazdığım olumlu ya da olumsuz eleştiri cümlelerini yeni albümü için de büyük yüzdeyle birebir kurabileceğimi gördüm.


Mesela yazının başlangıç paragrafları:

Tarkan bir şarkı yayımladı, ortalık karıştı. Niye öyle oldu? Cevabı basit aslında: Çünkü o Tarkan.

Bir kere çok uzun ara verdi. Pop müzikte bir starın bu kadar uzun ara vermesi feci riskli bir durumdur. Çünkü popüler müzik hiç yerinde durmaz, sürekli devinir, değişir. Dengesizdir, tutarsızdır, öngörülemezdir pop müzik. Siz “Dur bir evleneyim, bir de çocuk yapayım, aman çocuğumu büyüteyim, azıcık tütü giyeyim,” filan derken bir dönüp bakarsınız en iyi yaptığınız şey hiç bilmediğiniz bir şeye dönüşmüş. Ne olacak şimdi? Ayak uydursan bir dert, uydurmasan ayrı dert.

Yani Tarkan bu kadar uzun bir aradan sonra ne yaparsa yapsın ya “Nerede o eski Tarkan?” diyeceklerdi ya da “Ohooo Tarkan da çok eskide kalmış!” Zamana ayak uydurayım derken komik duruma düşmekle zamana ayak uyduramamak aynı efekti yaratır çünkü: İki uçlu otlu değnek. Üçüncü bir alternatif yok muydu peki? Vardı elbet ama zordu. En çok da bu yüzden, herkes gibi ben de bütün önyargılarım cebimde, merakla bekliyordum Tarkan’ın yeni şarkısını.

Bu cümlelerdeki “şarkı” kelimesinin yerine “albüm” kelimesini koyarsanız, pekâlâ yeni albüm yazısının da girişi olabilir. 


Şimdi yine “şarkı” yerine “albüm” koyarak devam edelim.

Tabii bilgisayar başındayım ya o an, şarkıyı dinledim, klibi izledim ve hemen şöyle bir baktım sosyal medyada ne yorumlar yapılıyor diye. On beş dakika ya geçmişti ya geçmemişti.

“Kötü…”

“Çok kötü…”

“Tarkan bunu senden beklemezdim.”

“Tarkan’ın şarkısı büyük hayal kırıklığı…”

“Tarkan vurdu gol oldu!”

“Tarkan farkı.”

E birebir aynı cümleler olmasa da albümün çıktığı gece de benzer yorumlar yapılmadı mı? Yapıldı.


Fikrini beyan ettin, kamuoyuna demecini verdin, rahatladın. Tamam. Artık seninle aynı fikirde olanlardan oluşan bir kitlen var. Gelsin beğeniler, “retweet”ler. İster ilk cümleden yürü ister ikinciden, fark etmez. Mühim olan bir kutupta durmak, yerini göstermek. Bu, şarkıdan, türküden, Tarkan’dan Markan’dan bağımsız bir durum aslında. Bu, içinde bulunduğumuz çağın delilik hâli.

“Fikir de mi beyan etmiyek yani napak?” dediğinizi duyar gibiyim. Edeceksiniz tabii; sosyal medya, en çok da Twitter bunun için var ama şu beğenme ya da beğenmeme, övme ya da yerme halleri çoktandır şirazesinden kaymış olabilir. Gerçi konumuz o değil. Elbette herkes istediğini söylesin, parmağının ucuna geleni yazsın, buna itiraz eden de evvel ahir “boomer” olsun, rahmetli Demirel’in tabiriyle “demokraaaaasi” böyle bir şey.

O zaman bu zaman Twitter X oldu ama bahsettiğim delilik hali azalmadı, aksine arttı. Hatta o kadar arttı ki üreten, besteleyen, yazan, çizen, şarkı söyleyen herkesin hevesi kaçtı. Deriniz ne kadar kalın olursa olsun (ki insanız sonuçta) hakkınızda ya da ürettiğiniz şey hakkında sosyal medyada yapılan şuursuz, akıl dışı, mantık dışı, cahilce ve hakaretamiz yorumlar bir yerden sonra neyi, ne için, kimin için yaptığınızı sorgulatıyor size. Üzerine ince ince düşünüp, bin bir emek verdiğiniz ama daha da önemlisi o kadar ince düşünebilmek ve o emeği sarf edebilmek için upuzun yollardan, yıllardan, düşmelerden kalkmalardan geçtiğiniz üretiminiz beş dakika içinde üzeri çizilip, karalanıp, tu kaka edilebiliyor. Çoğunlukla da bunu o geçtiğiniz yollardan, yıllardan hiç geçmemiş, sizin ceketinizi hiç giymemiş birileri yapıyor. Geçse/giyse zaten yapmaz. Bu kadarı yetmezmiş gibi bir de anlamlandıramadığınız bir öfkenin hedefi haline geliyorsunuz.  

Sonra yeni bir şey yapmak istediğinizde buna ne derler, bunun burasına ne tepki gösterirler, şuna bir laf ederler mi derken bir bakıyorsunuz, yeni bir şey yapmak gelmiyor içinizden. Ben yazı yazmak istemiyorum, beriki şarkı yazmak istemiyor, ötekinin içinden bir fotoğraf çektirmek bile gelmiyor.


Neyse… “Geççek” yazısından alıntılara devam edeyim.

Mahallenin bıçkın delikanlısı, kıvrak ritimlerin işveli erkeği, alaturka nağmelerin zarif beyefendisi… Tarkan bu üçgenden çıkmak için geç bile kalmıştı.

Evet, hâlâ aynı şekilde düşünüyorum. Sonra da demişim ki:

Cilve yapmıyor, nağme yapmıyor, “vibrato” yapmıyor. Mahalledeki kıza laf atmıyor, aile büyüklerinin elini saygıyla öpmüyor, göbek atıp gerdan kırmıyor. Dördüncü bir köşe açıyor kariyerinde. Mahallenin sırt sıvazlayan, umut veren, destek olan güzel abisine oynuyor. Bunu yaparken de bilgeliğe, bilgiçliğe soyunmuyor haliyle konumu (ya da donanımı) gereği. Bir popstar olduğunun bilincinde çünkü. Birdenbire Bülent Ortaçgil’e dönüşecek hâli yok.

Şimdi hemen açın albümden “Enseyi Karartma”yı dinleyin. “Geççek”deki Tarkan’ı orada da bulacaksınız. Albümün en cilveli şarkısı “Olay”da bile “Bizden geçti bu işler mirim,” diye düşünen, son ana kadar gemi azıya aldıktan sonra “Atın ölümü arpadan olsun,” diyen yani genç yaşların gözü karalığında değil orta yaşların temkinliliğinde bir adam var. Bu adam “Yakalarsam…” diyen o delikanlı değil artık. “Yo” da yürekten sevmenin teminatını veren adam da “Seviş Benimle” diyen genç adamdan daha ağır, daha oturaklı. Hatta “İllallah” ve “Sorma Gitsin”de “Batsın Bu Dünya” türevi bir ‘70’ler Orhan Gencebay abiliği bulmak bile mümkün.  

Ve evet bu albümde de en alaturka şarkıda bile o meşhur “vibrato”larının altını epeyce kısmış bir Tarkan var. Hatta belki de “eskisi gibi değil” diyenler farkında olmadan en çok bunun eksikliğini hissediyor da olabilirler.  


Dikkat edin, ne demişim? (“Şunu demek istedim”li cümleler kurmak zorunda kalmak da ne tuhaf!) Demişim ki “Bilgeliğe, bilgiçliğe soyunmuyor haliyle konumu ya da donanımı gereği.” E ben daha ne diyeyim? Mealen “Daha ince, daha derin sözler yazmaya Tarkan’ın donanımı yetmiyor,” demişim işte. Yetse bile konumu gereği o riski almaya cesaret edemiyor. Çünkü yüzebildiği sular belli. Oralarda yüzmüş yıllar yılı. Daha derine atlarsa boğulacağını düşünüyor. Bu bir eleştiridir. Övgü değildir.


Dünyada popüler müzik her koldan ilerlemeye devam ederken, Adele’inki gibi “old school” bir “sound” bile olaylar yaratır, milyonlar satarken bizim memlekette günün popüler müziği sadece “rap”, “trap”, “R&B”, “hiphop”tan ibaretmiş, ötesi hep demodeymiş gibi algılanıyor, yazılıp çiziliyor. Bizim çabuk sevip çabuk vazgeçen çocuk ruhumuz, ayran gönlümüz ve bir türlü kendisi olamamış, hep nereye çekilirse oraya gitmiş beğeni kriterlerimizde son durum bu. Allah’tan Ozan Çolakoğlu doğru bildiğini yapan müzisyenlerden.   

Bakın bu paragrafta yazdıklarım da birebir bu albüm için yazılabilir. Ozan Çolakoğlu’ndan başka aranjörler de var albümde ama hepsi Tarkan müziği sınırları dahilinde, yani olması gerektiği gibi yapmışlar işlerini. Ben kendi tarzı, meşrebi içinde gayet iyi düzenlemeler duyuyorum albümde. Teknik olarak da son derece temiz. Ev stüdyolarından çıkmış kötü mikslenmiş, ucuz işlere mi alıştı kulaklar, ne oldu? Beyonce “country” albümü yaptı arkadaşlar. Bir nevi türkü albümü yani. En modern, en yeni “sound” diye bir şey yok. Kaldı ki bugünlerin yenisi ‘80’lerin eskisi mesela, onu ne yapacağız?


Ve “Geççek” yazısının son paragrafı:

Kuşkusuz “Geççek” Tarkan’ın en iyi şarkısı değil. Genç yaşlarından itibaren “iyi şarkı” kategorisine rahatlıkla koyabileceğimiz “Kış Güneşi”, “Biz Nereye?”, “Beni Anlama”, “Sevdanın Son Vuruşu” gibi şarkılar söylemiş, kimilerini de yazmış, bestelemiş biri Tarkan. Öte yandan Tarkan “Kıl Oldum Abi”, “Hepsi Senin mi?”, “Şımarık” gibi şarkılarla da Tarkan oldu. Zamanında her biri çok ama çok eleştirildi, yeni nesil bilmez. Onlar da kötü bulundu, ucuz bulundu, basit bulundu kimilerince. Tartışma programlarında değil belki ama köşe yazılarında tartışıldı, “Müzik nereye gidiyor, Türkçe nereye gidiyor?” soruları, ciddi endişeler, karamsar kaygılar havada uçuştu. Sonuçta ne oldu? Bugün hâlâ o şarkıları dinliyor, dinlerken eğleniyoruz. “Geççek” de o kategoriye girer ya da girmez, onu zaman gösterir, o ayrı.

Evet, hatırlayanlar çok iyi bilir ki “Hepsi Senin mi?” de “Şımarık” da zamanında sevildiği kadar tepki de görmüş şarkılardı. Hele “Kıl Oldum Abi” yerden yere vurulmuştu. Çünkü o zamanın ruhunda toplumun büyük kesimi tarafından basit ve ucuz bulunmuş şarkılardı onlar. Bugün onları “iyi şarkı” diye anıyor olmamız bu gerçeği değiştirmiyor. Yani iyilik kötülük yargıları da zaman içerisinde değişebiliyor, onu demek istiyorum. (Bu lafı kullanmaktan nefret ediyorum ama mecbur kullanacağım) Anladınız mı?


Peki biz nicedir moraller bunca kurşun gibi ağırken, asaplar bu kadar bozuk, sinirler bu kadar laçkayken “Geççek”le niye azıcık da olsun eğlenemiyor, neşelenemiyor, mutlu olamıyoruz? Beğenmeyenler beğenenleri ıslak odunla dövsün mü, iyi bulanlar kötü bulanları alnının çatından vursun mu? Nasıl yapalım?

Evet yine soruyorum: Nasıl yapalım? Herkesin albüm yapmaktan öcü gibi korktuğu, zamanını, emeğini ve parasını boşa harcamak istemediği, dahası herkesin pop yapmaktan öcü gibi korktuğu, demode damgasını yemek istemediği bir dönemde önümüze şıkır şıkır, on yeni şarkıdan oluşan bir albüm konmuş. İçinde herkesin kendince sevdiği de olabilir sevmediği de. Sahiden demode kaçan şarkı da vardır, belki yeni bir öneri sunan da. Önce dinlesek mi biraz? Sonra mı deşsek, eleştirsek? Boşuna “gerisini sonra konuşuruz,” demedim. Konuşacağız elbet. Hatta hadi gelin şimdi konuşalım.


Popüler müzikte adınızı yeni duyurmaya başladığınızda aynı işi yapan herkesten farklı, benzersiz biri olmak büyük bir avantajdır. Ne var ki bu sonsuza kadar sürmez. Bir süre sonra mutlaka sizin benzersizliğinizi örnek alarak size benzemeye çalışan birileri çıkar. Başarılı olur ya da olmaz ama öyle ya da böyle siz eşsiz değilsinizdir artık. İşte o noktada hemen rotayı değiştirmek, başka formüller bulmak gerekir. Bunu yapmazsanız bir süre sonra siz de size benzemeye çalışanlardan birine dönüşür, bir anlamda kendinizin taklidi olmaya başlarsınız. Tabii size benzeyenlere bir gol atmak ve yine benzersiz kalabilmek de o kadar kolay değildir. Rotayı tamamen ters yöne kırmak bu defa tanınmayacak hale gelmek, insanların sizi sevme nedenlerini yok etmek gibi bir risk de taşıyabilir. Tarkan’ın işvesini, cilvesini, edasını bu anlamda Zeki Müren, Türkan Şoray gibi ikonların bizde yarattığı etkiyi yaratmasını sevdik, seviyoruz tamam. Tarkan’dan kötü çocuk olmaz. Nasıl ki Türkan Şoray’dan kötü kadın olmazsa. İşte tam da bu yüzden Tarkan’da “rap” ve türevleri işlemez.


Peki hem kendi gibi kalıp hem nasıl değişecek? Daha önce de söylediğim gibi bu albümde kendi gibi kalma meselesi doğru işliyor ama değişim konusunda yukarıda detay detay anlattığım gibi ilk bakışta fark edilemeyecek kadar az adım atmış, son derece ürkek ve tedirgin davranmış Tarkan. Bunun ana sebebi ne “sound”, ne Tarkan’ın hali, tavrı, ne başka bir şey. Bunun ana sebebi net bir biçimde şarkılar.  

Her durumda Sezen Aksu’yu örnek göstermekten ben de sıkılıyorum artık ama verilebilecek daha iyi bir örnek yok. Sezen Aksu Onno Tunç’la birlikte en tozu dumana kattığı dönemde bile artık üçüncü, dördüncü bir kişiye ihtiyacı olmadığını düşünmedi. Kendisi de şahane sözler yazabilirken Aysel Gürel’i hep yanında tuttu mesela. Onno Tunç büyük büyük besteler yapadururken Sezen Attila Özdemiroğlu’ndan da vazgeçmedi. Ortaçgil’den şarkı aldı, Fuat Güner’den, Hümeyra’dan, Livaneli’den, Ali Kocatepe’den... Kendi müziğinin içine yedirebileceği her farklılığa hep açık kaldı. Dar bir çevrede, belirli birkaç isimle albüm yapmak yanılgısına hiç düşmedi. Şiirin peşine düştü, oradan şarkılar çıkardı. Arif Sağ’dan Goran Bregoviç’e uzandı ve sonsuz bir iştahla denedi, risk aldı, hatta bu uğurda bazen baltayı taşa da vurdu. Hiçbir zaman illa kendi şarkılarımı yazıp söyleyeceğim diye bir inadı olmadı. 2017’de yayınlanan son albümünde bile böyleydi bu ki bence bundan bugünün genç müzisyenleri de ders çıkarmalı.

Yukarıda bahsettiğim kendinin benzerine dönüşme meselesini de böyle aşmıştı Sezen. ‘90’larda bir yerden sonra ortalık minik Sezenciklerle dolduğunda o, taklitlerinin bir benzeri ve kendisinin bir taklidi olmamanın yolunu bulmuş, “Deli Kızın Türküsü” albümünü yapmış, bir anlamda hepsine gol atmıştı.


Peki Tarkan ne yaptı/yapıyor? Son dönemde parlamış onca şarkı yazarı, müzisyen varken hepsini elinin tersiyle itiyor hatta görmezden geliyor. Başka bir dünyada yaşıyormuş gibi. Buralarda ne olup bittiğini hiç takip etmiyormuş gibi. Belki de sahiden öyledir, kim bilir?

Nasılsa Güler Özince sızmış bu kalın duvarların ardına. Onu da Tarkan’ın dijital platformlarda genç müzisyenleri gece gündüz dinleyip “Aaa bak bu kız iyi şarkı yazıyor,” diyerek bulduğunu zannetmiyorum. Güler Özince’nin şarkısı Tarkan’ın dört yanı hendekli kalesine kim bilir kim tarafından sokuldu da bir şekilde ilgisini çekti.

Sonuç itibariyle yedi yıl sonunda önümüze sunulmuş bir albüm var ve biz de Tarkan’a olan sevgimiz ve bizdeki hatırına binaen albümde nicedir değişmiş algılarımızın, müzik beğenilerimizin içine alabileceğimiz, sevebileceğimiz şarkı arıyoruz. Hadi şimdi şarkıları tek tek dinleyelim:


“Yo Yo”: Söz ve müziği Tarkan’a, düzenlemesi Ozan Çolakoğlu’na ait. Tipik bir Tarkan şarkısı. Ritmi ve kıvraklığı nedeniyle hareketli şarkı yokluğu çektiğimiz bu dönemde kulüplerde, orada burada çalınır. Açılışındaki senfonik hareket belli ki yeni Tarkan konserlerinde açılış şarkısı olsun, Tarkan sahnenin altından zırt diye yukarı fırlasın diye yapılmış.

“İllallah”: Sözleri Tarkan yazmış, bestede İskender Paydaş’la Tarkan’ın ortak imzası var. Düzenleme de İskender Paydaş’ın. Girişini, ritmini, yürüyüşü hatta bestesini de sevdim ama sözler şarkıyı alabildiğine aşağı çekiyor. Basit bir formül vardır aslında: Bir şarkı bir eğlence yerinde, kalabalık bir mekanda çalındığında insanlar eşlik eder, bir ağızdan söyler mi diye hayal edin. Ben bu şarkıyı dinlerken “Yaşamak mı bu saaaanki, olduk düzenin köleeeesi” diye bağıra çağıra eşlik eden insanlar hayal edemiyorum asla. Hiçbir şekilde akmıyor sözler. Bir pop şarkısında düzenin kölesi olmaktan şikâyet edebilirsiniz elbette ama bunu öyle cümlelerle ifade edersiniz ki “düzen” ve “köle” kelimelerini kullanmanıza hiç gerek kalmaz. Bu biraz kör gözüm parmağına olmuş.

“Olay”: Söz, müzik Tarkan, düzenleme Ozan Çolakoğlu imzası taşıyor. Bu şarkıda sözler su gibi akıyor mesela. Bir derinliği yok ama eşliğe müsait, melodi ve ritim de eğlenceli. Ve tabii ki yine ne eksik ne fazla, tipik mi tipik bir Tarkan şarkısı. Bence uzun vadede mekanlarda “Yo”dan bile daha fazla çalınabilir.


“Şerbetli”: Sözler Günay Çoban, beste ve düzenleme Turaç Berkay Özer. Bu yazının yazıldığı günlerde halihazırda en çok dinlenen, sosyal medyada etkileşim alan şarkı bu oldu. Bu arada ben de bir kuşağın “şerbetli” kelimesinin anlamını bilmediğini görüp şaşkınlığa uğradım ama işte insan belli bir yaşa gelince bildiği her şeyi kendinden küçük, çok küçüklerin de bildiği yanılgısına kapılıyor. Çare Google’da da değil demek ki. Güzel şarkı, klas şarkı ve muhtemelen albümün kalıcı olacak şarkılarından biri.

“Müteşekkir”: Söz ve müziği Güler Özince’ye ait şarkı bu. Düzenlemeyi Ozan Çolakoğlu yapmış. Düzenlemeyi çok sevdim. Şarkı da o başından beri yazıp çizdiğim hem aynı hem de farklı bir Tarkan formülüne en çok yaklaşan şarkı olmuş albümde. Tabii “Müteşekkir” ismini görünce ben de bir an herkes gibi şarkıyı Sıla mı yazmış acaba diye düşünmedim değil. (O sırada Z kuşağı: Müteşekkir ne demek, ENTER.)

“Darmaduman”: Sözler Tarkan’ın, beste Tarkan ve Murat Matthew Erdem’in. Düzenleme de Matthew tarafından yapılmış. Matthew’den beklenmeyecek kadar arabesk tınılı bir şarkı. Akılda kalıcı bir melodi, melodinin gerektirdiği türden bir düzenleme ama sözler yine sallantıda. Çok daha derin, ince, hatta şiirli sözlerle vurucu bir şarkı olabilirmiş oysa. (Emir Can İğrek var mesela, basit ve akılda kalıcı şarkı sözlerine şiir nasıl sığdırılırın en genç örneklerinden biri.)

Sahi bir de niye Tarkan albümün neredeyse tamamında duble şarkı söylüyor? Yani hiç net, tek bir Tarkan duymuyoruz, hep Tarkan’a eşlik eden bir Tarkan daha var. Eskiden Meral-Zuhal vardı, ikiz kardeşler. Tek sesten birlikte şarkı söylerlerdi. Sesleri de benzerdi doğal olarak. Hah işte Tarkan da hep ikizi Tarkan’la söylemiş gibi şarkıları. Biliyorum bu bir son yıllarda çokça tercih edilen bir yöntem ama bu yer yer koro hissi veren “mix” tekniği buna benzer şarkıların hüznünü, duygusunu eksiltiyor sanki.  


Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim: Bir dönem sesine, şarkı söyleme biçimine hayran olduğumuz şarkıcıların yeni şarkılarında “eskisi gibi değil” diye düşünmemizin en önemli sebeplerinden biri de gelişen stüdyo teknikleri. Şarkıcılığı, sesi en yeterli, en zarar görmemiş isimler bile stüdyoda şarkıyı bir defada okuyup çıkmıyorlar artık. Bin kanal filan okuyorlar. Sonra o kanallardan kelime kelime seçilip birleştiriliyor ki bu iş aranjörlüğün en önemli, en zaman alan parçası haline geldi yıllardır. Oysa eski stüdyo teknolojilerinde en fazla üç beş yer zorunlu hallerde yeniden okunur, gir çık yapılırdı. Şimdi bu zorunluluk olmaktan çıkıp bir gelenek, bir kural haline geldi. Eğer çok dikkat ederseniz, hassas da bir kulağınız varsa şarkıda kelimeler arasındaki duygu bağlantısızlığını, rezonans farklılıklarını duyabiliyorsunuz. O kadar ince dinlemiyorsanız ya da dinlediğiniz ses sistemi (mesela telefonlar) o farkı hissettirmiyorsa da bütünde bir tatsızlık, bir duygu kopukluğu, bir akışkanlık eksikliğini bilincinde olmaksızın alıyor kulak. Ondan sonra da diyoruz ki: “Eskiden daha çok etkilerdi beni Tarkan’ın sesi, içim titrerdi ama yeni şarkılarında hiç öyle olmuyor.”


Geldik kasetin (ya da plağın) B yüzüne.

“Ayrılık Töreni”: Aysel Gürel’in şarkı sözlerini Tarkan bestelemiş, düzenlemeyi ise Ozan Çolakoğlu yapmış. Bu şarkı sözü aslında 2021 yılında ilk kez Hakan Yeşilkaya tarafından bestelenmiş ve o şarkıyı Ömür Gedik söylemiş. Tarkan’ın bestesinde ise sözlerde yer yer değişiklikler var. Mesela "Karaladım resimde gülen yüzünü, bu sevda bir avuç kağıtta bitti” cümleleri Ömür Gedik versiyonunda yok. Onun yerine “Dört duvar sağır dilsiz hüznümü, boşluğa bıraktım bir ömür bitti” cümleleri var. Bilmiyorum artık orijinali hangisi. (Ki Müjde Ar’ın annesinin şarkı sözlerinin değiştirilmesi konusunda çok hassas olduğunu biliyoruz. Sezen Aksu Sertab’ın “Ateşle Barut”una bir dörtlük ilave etmiş, bunu duyan Müjde Ar küplere binmiş ve şarkı apar topar yayından kaldırılmıştı hatırlarsanız.) Hakan Yeşilkaya’nın bu sözlere yaptığı beste klasik formda ve düşük tempolu iken Tarkan ters köşe yapmış ve şarkıyı yüksek tempolu bir dans şarkısı gibi tasarlayıp adeta ikinci bir “Sevdanın Son Vuruşu”nun peşine düşmüş. Pek yakınından geçememiş ama ben yine de sevdim bu şarkıyı.

“Kalpte Savaş”: Söz ve müziği Tarkan’a, düzenlemesi Ateş Berker Öngören’e ait bir şarkı. Yukarıda bir yerlerde bir Orhan Gencebay lafı etmiştim. Hah işte bu şarkı daha ilk dinlediğimde, oracıkta bir ‘70’ler Orhan Gencebay şarkısı hissi yarattı bende. Şayet daha ilk cümlesinde “Acı çekmekten zevk almaya programlanmışız arkadaş” demeseydi nispeten daha sıcak hisler besleyebilirdim şarkıya. Bir de madem böyle bir şarkı yaptın, hakkını ver, şaşırt bizi. Koy kemanı, klarneti, kanunu, yaylıları, vurmalıları, seyreyleyelim gümbürtüyü ama o da yok ne çare.


“Çınar”: Yine Aysel Gürel’in sözleri bu defa Serkan İzzet Özdoğan tarafından bestelenmiş, düzenlemeyi ise Mert Kemancı yapmış. Bu şarkı sözü (ya da şiir) Aysel Gürel’in ölümünden sadece 15-20 gün kadar önce hastane odasında, o hasta haliyle karaladıkları arasındaydı. O dönem böyle yeni şarkı sözlerinden besteler yapılmış ve “Çınar 1” adında bir albüm çıkarılmıştı. İşte albüme adını veren “Çınar” bu şiirdi ve albümde Müjdat Gezen tarafından şiir olarak okunmuştu. Tarkan o şiirin dizelerindeki bilgeliği, görmüş geçirmişliği, gönlü yüceliği ve elbette dil ustalığını alaturka bir besteyle yerine oturtmuş. Genç bir şarkı değil haliyle ama alan kendi payını alacak ve belli bir yaşa gelmiş ya da gelen herkes bu şarkıdan bir şekilde etkilenecek bence. Yaşımı belli etmek gibi olmasın ama ben etkilendim mesela.

“Enseyi Karartma”: Söz ve müziği Tarkan’a ait bir şarkı. Düzenlemesi Ateş Berker Öngören imzası taşıyor. Albümde en sevmediğim şarkı. Yine didaktik, kör gözüm parmağına şarkı sözleri. Tamam Tarkan “Geççek”te mahallenin sırt sıvazlayan güzel abisi olmaya soyundu soyunmasına ama o bir nebze daha sempatikti. Bir abi bana bu cümlelerle gelse şahsen “Dayı bi’ git işine ya,” derim, kaçarım oradan. “Bir paket sigara olmuş 70 lira, sen bana ‘enseyi karartma’ diyorsun! Ayrıca dertleri bir o yana bir bu yana çalkalamak nasıl bir tavsiyedir? Bu mudur çözümün yani?” Şaka bir yana, ritmi oynamaya çok müsait olsa da pek eğlence yerlerinde çalınacak bir şarkı olmayacağını düşünüyorum. (O sırada Z kuşağı: Enseyi karartmak ne demek? ENTER)


“Sorma Gitsin”: Sözleri Günay Çoban, bestesi Tarkan’a ait bu şarkının düzenlemesini yine Ateş Berker Öngören yapmış. Günay Çoban çok iyi şarkılara imza atmış, iyi bir şarkı sözü yazarıdır. Bunu tartışmam ama albümde eski nesil dertlenmelerle çatılmış (ve nedense hep çoğul) cümleler birden fazla kez karşımıza çıkarken bu Günay Çoban sözlerinde de çıkmasını yadırgadığımı söyleyebilirim. Yüzümüze bir türlü gülmeyen kalleş hayat, çilesi bitmeyen devran, kaderin çizdiği yol yüzünden habire düşerek kedere kul olmamız derken hayat kavgası, kurtlar sofrası filan gelince peşi sıra, bir “N’oluyoruz?” diye soruyor insan. Orhan Gencebay’a saygı selamı bir tık fazla olmadı mı? Şarkının melodisi de haliyle arabesk nağmelerden geçiyor. Sanki şu yeni nesil arabesk furyasına bir parça yakınlaşmak isterken eski nesil arabeske düşmüş Tarkan’ın yolu ki alaturka çok oldu ama arabesk pek olmadı bugüne dek Tarkan. Bence bu durum albümün en büyük defosu.

“Vatanımsın”: Söz ve müziği Tarkan’a ait bu şarkıyı Ateş Berker Öngören düzenlemiş. Ben bu şarkıyı sevdim. Hoş, serin, naif, karmaşık yollara hiç sapmayan, basit bir aşk şarkısı. “Beni Çok Sev”i hiç sevmemiştim, çok hesaplı, çok formüle gelmişti ama bu kez öyle olmamış. Bence uzun vadede albümün akılda kalan şarkılarından biri olur, hatta eline gitarını alan söyler, videosunu çeker, YouTube’a yükler, demedi demeyin. Çünkü basit her zaman çalışır.


Evet her bir şarkı hakkında kendi görüşlerimi yazdım. Altını çiziyorum: “Kendi görüşlerimi”. Aynı fikirde olmamamız beni bozmaz. Sizi de bozmasın, olur mu? Şahsen ben herkesin aynı fikirde olduğu bir dünyada yaşamak istemem.

Özetle Tarkan şaşırtmıyor, “Oha” hiç dedirtmiyor ama bence “Kötü, çok kötü, berbat, Tarkan bitmiş!” filan da değil. Albümü çok dinledim. Bazı albümleri dinlerken bende o an bir şeyler yapma, bir şarkı yazma, bir resim yapma, bir heykel yontma, bir film çekme hisleri uyanırdı eskiden. Galiba “ilham verme” denilen şey tam olarak bu. Nicedir hiçbir albüm bu hissi uyandırmıyor. Geçenlerde bir Kalben konseri izledim, o gece o konser uyandırdı mesela. Ama “Kuantum 51” uyandırmadı. Bu bir ölçüt müdür, onu da bilmiyorum.

Bence Tarkan’ın önünde iki yol var şimdi. Ya konfor alanının içinde kalmaya devam ederek, bunca yıldır yaptıklarının ekmeğini yiyecek ya da artık şöyle bir silkinip, toparlanıp yaptıklarının en iyisinin bu kadar olmadığını gösterme gayretine girecek. Ben her şeye rağmen ikinci yolu seçmek için geç olmadığını düşünüyorum.

 

Yavuz Hakan Tok

3 yorum:

  1. Yavuz beyin değerlendirmesine ekleyeceğim bir iki husus var. Ozan Çolakoğlu ve İskender Paydaş çok severek takip ettiğim aranjörler ama çok demode kalıyorlar. Uzun klavye introları vs. artık çok eski. Ben de 41 yaşındayım ama ben de sıkılıyorum dinlerken. Bu albüm Metamorfoz benzeri bir albüm olmuş. Tarkan o albüme de yok muamelesi yaptı mesela. Son zamanlarda Bilge Kağan Etil, Alaca, Onur Özdemir, Sabi Saltiel, Ege Çubukçu vs. canavar gibi düzenlemeler yapıyorlar. Tarkan en havalı zamanlarında Turgut Berkes'ten şarkı alıp muhteşem karanlik bir duzenlemeyle okumustu. Simdi öyle riskler alma zahmetine bile katlanmiyor. Tarkan'ı o yonuyle sevenler de var.

    YanıtlaSil
  2. Tarkan'da eleştirilmez be abi, yine de gönlüne sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Yavuz Bey elinize sağlık; kaleminizi çok beğeniyorum.

    YanıtlaSil