"Etrafımızda Sayısız Put Var"
“Aslında değil,” diyor Dilhan Şeşen. Aralıksız yağan nisan
yağmuruyla ıslak, serin bir öğleden sonra, Moda’da, üçüncü nesil bir
kahvecideyiz.
Yavuz Hakan Tok: Peki bu bir yük mü yoksa bir avantaj mı sizin için?
Dilhan Şeşen: Bence avantaj çünkü müzikten anlayan bir ailem
var, meslektaşız, birbirimize şarkılarımızı dinletip üzerinde konuşabiliyoruz. İlk
eleştiriyi ailemden alıyorum. Anne babasıyla konuşamayan bir sürü çocuk olduğu
düşünülürse bu büyük bir avantaj. Bizim aile kendini şarkılarla anlatıyor. Bu
bana yumuşacık bir kalp hissi veriyor. Babam bana hep alan açmaya çalıştı, hiç zorlamadı
beni. Başlarda yaptığım müziği anlamadığını ama beğendiğini söyler, saygı
gösterirdi. Amcam da öyle. Ne zaman demo kayıt yapsam ona gönderirdim,
“Anlamadım, demek ki çok iyi,” derdi. Tabii bir taraftan komik de geliyor.
Ailede herkes müzisyen. Benim çocuğum, torunum olduğunda onlarda mı müzisyen
olacak? Bu geleneği kim bozacak, bu nerede bitecek, merak ediyorum.
YHT: Hikâyenin başına dönersek… Dilhan Şeşen müzikte şu an bulunduğu yere nasıl geldi?
Dilhan Ş.: İlkokuldayken babam bana bir akustik gitar aldı
ama hiç elime almadım o gitarı. Hatta liseye kadar benim müzisyen olmayacağımı
düşünmüşler çünkü pek de ilgilenmiyordum müzikle. O dönemde High School Musical
vardı. Abim onun müziklerinin altyapılarını çıkarır çalardı. Bana da vokal yaptırır,
babamın stüdyosunda kaydederdik. Sanki o deneyim beni müziğe doğru itti. Ondan
çok yıllar sonra müzikle ilgili bir şeyler yapmaya başladım. Gümüşlük’te
sahilde arkadaşlarımla çalıp insanları topladığımızı hatırlıyorum.
YHT: Müzik dinlemekle aranız nasıldı?
Dilhan Ş.: O dönemde babam arabada sürekli Bülent Ortaçgil’in “Sen”
albümünü dinlerdi. O sırada konuşmazdık ama ortak bir içsel yolculuğa çıkardık
sanki. O şarkıların duygu durumunu, sözlerde ne anlatıldığını anlamaya
çalışırdım. Keza Fikret Kızılok, Birsen Tezer şarkıları. Hep o olgun insan
duygusallığını, melankolisini yakalamaya çalıştığımı hatırlıyorum.
YHT: O yaşların gerektirdiği ergen müziklerini dinlemez
miydiniz hiç?
Dilhan Ş.: Daha önceleri dinledim ama mesela hiç metal müzik
dinlemedim. O yaşlarda herkesin bir metalci dönemi olur ya. Bir ara Nirvana’ya,
Deep Purple’a çok düştüm. Nilüfer dinlediğim de oldu, mor ve ötesi de. Abim Nil
Karaibrahimgil’e çalıyordu, onu çok dinledim bir ara. Bir de sürekli babamların
konserleri için bir yerlere götürülürdüm. Hep o ortamın içinde geçti
çocukluğum.
YHT: “Kulislerde büyüdüm,” diyebilirsiniz yani?
Dilhan Ş.: Evet, kesinlikle. Kuliste iki sandalye
birleştirilir, orada uyutulur, bazen okula oradan gider… Bir çocuk için zor ama
orada pişiyorsunuz da bir taraftan. Bir ara aağabeyim için kurduğumuz dernekte
her hafta sonu konserler olurdu. Lise dönemim neredeyse her hafta bir konser
etkinliğiyle geçti. Yemeğin yapılmasından konser sonrası boş şişelerin
toplanmasına kadar hep ben de içindeydim.
YHT: Peki “Ben bu işi yapayım, müzisyen olayım,” dediğiniz nokta neresiydi?
Dilhan Ş.: Aslında hiç iş olarak görmedim galiba müziği.
Şimdilerde o tarafa geçtiğimi yeni yeni hissediyorum. Sistematik bir şeymiş
aslında bu. Gümüşlük’te sokaklarda çalıp para kazandığımız dönemde Burak diye
bir arkadaşım vardı. Onunla “Gök Mavi” diye bir şarkımı düzenleyip bir de
kendimizce klip çekmiştik. Ondan sonra provalar yapmaya başladığımızı
hatırlıyorum. Ufak ufak İstanbul’da da bir yerlerde çalmaya başladık. Az da
olsa para kazanıyoruz, konserden sonra bir dürüm yiyecek, taksiyle eve dönecek
kadar para geçiyor elimize. Öyle başladı diyebilirim.
YHT: İlk tekli nasıl çıktı ortaya?
Dilhan Ş.: Profesyonel bir şirketle anlaştım. Sistematik bir
şekilde ilerlemek gerektiğini orada öğrendim ama o kurallara yine uymadım.
Yılda bir kere, kafama esince şarkı yayınladım. Oradan albüme kadar geldik.
YHT: Albümden bahsedelim o zaman biraz da.
Dilhan Ş.: 2023 Türkiye’sinde, etrafımızda sayısız put var
ama putlaştırılmış bilgilerle hareket etmenin bizi çok kısıtladığını
düşünüyorum. Din algısı, cinsellik algısı, çocuk algısı, sevgi anlayışı,
sevgiyi öğrenme biçimleri, aslında çok güzel bir şey olan inancın korkuyla
birleştirilmesi. Okuyanların okumayanları da anlaması gerekliliği. Tüm bunların
bana düşündürdüklerinden yola çıkarak albüme “Kumdan İnşa Putlarla” adını
koydum. Prodüktörlüğünü Kaan Ceylani yaptı. Cihan Reşit Köse bas gitarı çaldı.
Barış Ergün ses tasarımını ve ‘mix’leri yaptı. Polonya Legato Mastering’ten
Marcin Bocinski de albümün ‘mastering’ini yaptı. Albümde sekiz parça var ve bu
parçaların sıralamasının bir akışı var. Dinleyiciyi bir okyanusa bırakıyoruz
ama oradan geri alacağımızın da sözünü veriyoruz gibi. Biraz tekinsiz. “İki kat
arasında kalmış asansör” demiştim albüm için konu başlıkları yazarken. İlk
kaydettiğim “Gök Mavi” ve yine eskilerden “Ay Kuşları” var. Diğer şarkıların
hepsi son iki yılda yazdığım şarkılar.
YHT: Az önce bahsettiğiniz düşüncelerinizin ve dertlerinizin albümün bütününe yansıdığını söyleyebilir miyiz?
Dilhan Ş.: Zaten albümün adı aynı zamanda albümdeki bir
şarkının da adı. Diğer şarkılarda da kapalı anlatımlı birçok duygu ve düşünce
var. Onları tek tek açıklamaktan yana değilim. Çünkü bir şeyleri açık açık
söylemenin bir sorumluluğu, bir yükü var diye düşünüyorum. Üzerimde bana
biçilmiş bir elbiseyle dolaşmak istemiyorum. Bir şeyi sırtlanıp yürümek
istemiyorum. Aşırı sevgi dolu olmak, aşırı nezaketli olmak, aşırı sert olmak ya
da politik olmak… Bunların hepsi bir yük. Hepsinden biraz biraz olduğumu
düşünüyorum. En azından şimdilik böyle.
YHT: Bugüne kadar yayınlanan tüm tekli kapaklarınızda ve şimdi de albüm kapağında fotoğrafınız yok. Bunun sebebi nedir?
Dilhan Ş.: “Kaçtım” şarkısı çıkacağı zaman çok güzel bir
fotoğraf çekimi yaptık. Onu kapakta kullanmak üzere verdim ve fotoğraftan
suratımın silinmesini söyledim. Plak şirketindekiler epey itiraz ettiler bu
fikrime ama ben o fotoğrafın suratsız olmasını istedim. Bir şarkım çıktığında
her yerde kendi yüzümü görmek istemiyorum. Görsel tasarım alanında bir sürü
yetenekli insan var. Neden onlarla bir şeyler yapmayayım? Albümü dinletiyorsun,
o da dinlediklerinden yola çıkarak bir tasarım yapıyor. Bu çok kıymetli bir
şey.
YHT: Bu tercihte yüzümün yaptığım işin önüne geçmesini
istemiyorum klişesi de var mı?
Dilhan Ş.: Onun zaten geçmediğini biliyorum, o yüzden rahatım. Hatta
bir belediye için ‘online’ konser yapmıştık. İsmimi biliyorlarmış ama yüzümü
hiç bilmiyorlardı. Bu benim çok hoşuma gitmişti. İlk zamanlarda bana yeni
şarkın çıktığında bir süre tipini, saçlarının rengini değiştirme diye
tembihlemişlerdi; üç ayda bir saçımın rengini, modelini değiştiriyordum çünkü.
Beni kendi halime bırakın ve müziğimle ilgilenin. Evet ben de profesyonel
fotoğraf çekimine girdim ama ne istiyorsam onu giydim, nasıl istiyorsam öyle
poz verdim. Normalde giymediğim bir şey giyip objektif karşısına geçmem. Ben
mezuniyet törenime bile gitmedim bu yüzden çünkü hayatımda hiç topuklu ayakkabı
giymemiştim ve giymek istemiyordum. Ayakkabı alacağım parayla gidip altı tane
dövme yaptırdım.
YHT: Sizin kuşağınızda kendi şarkılarını yazıp söyleyen bir dolu genç kadın müzisyen var son dönemde. Sizi diğerlerinden ayıran nedir sizce?
Dilhan Ş.: Ben kafası karışık bir çocuğum ve yazdığım sözler
de bu yüzden biraz çarpıktır. Anlattığım şeyler çok açık değil. Bu iyi bir şey
mi kötü bir şey mi onu hiç bilmiyorum ama arkadaşlarım bana “Burada ne
anlatıyorsun?” diye sorduklarında ve şarkı sözlerimin bilmece gibi olduğunu söylediğinde
çok eğleniyorum. Başkalarından farklılık noktasında ilk aklıma gelen bu oluyor.
Bir kere herkesin zihni farklı, benim de farklı.
YHT: Ağabeyiniz Serhan Şeşen’i çok genç yaşta ve çok talihsiz bir biçimde kaybettiniz. Daha 10 yaşındayken yaşadığınız bu kayıp nasıl etkiledi sizi?
Dilhan Ş.: Hâlâ bir iletişimimiz olduğunu düşünüyorum. Sanki
benim yolculuğuma yardımcı oluyor. Daha bugün oldu, çok garipti. Giyindim,
aynada kendime baktım. Ayağıma kıyafetimle aynı renk bir ayakkabı giymiştim. Bir an sanki aynada abimi gördüm. Elektrik
çarpmış gibi his. O ayakkabıları çıkardım hemen. Böyle anlarda onun benimle
olduğunu, aslında gitmediğini hissediyorum. Yaptığı şakalar, ses tonu, hepsi
aklımda. Sahip çıkılması çok zor bir şey ölüm. O 26 yaşındaydı. Ben de 25 oldum
şimdi. İnsan ister istemez kendini o kıyaslamayı yaparken buluyor.
YHT: Şimdilerde müzisyenlerin çoğu Moda’da yaşıyor. Siz de
öyle. Eskiden merkez Cihangir’di, bir ara Beyoğlu’ydu. Bu biraz dünyadan uzak
bir gettolaşma, klanlaşma yaratmıyor mu?
Dilhan Ş.: Evet, takıldığımız, gittiğimiz yerler belli ve
kısıtlı. Herkes birbirini tanıyor. Güvenli alanımız burası. Karşıya en son ne
zaman geçtim, hatırlamıyorum bile. Bu bizi ülkenin gerçeğinden uzakta tutuyor
mu? Evet, tabii. Mesela hiç Beylikdüzü’ne, Avcılar’a gittiğim yok. Tekinsiz
zamanlardan geçiyoruz. Herkes kendini güvende hissettiği yerde yaşamayı tercih
ediyor. En azından benim yakın çevremde böyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder