Dilhan Şeşen Röportajı

"Etrafımızda Sayısız Put Var" 


Milliyet Sanat dergisi Mayıs 2023 sayısında yayımlanmıştır. 

Wikipedia’da Dilhan Şeşen’den “Türk şarkıcı ve şarkı yazarı. Burhan Şeşen’in kızı, İlhan Şeşen’in yeğeni.” cümleleriyle bahsedilmiş. Bundan haberi yokmuş Dilhan Şeşen’in. Söyleşi için bir araya geldiğimizde ilk bunu soruyorum. Böyle tanımlanmak can sıkıcı mı yoksa gurur verici mi?

“Aslında değil,” diyor Dilhan Şeşen. Aralıksız yağan nisan yağmuruyla ıslak, serin bir öğleden sonra, Moda’da, üçüncü nesil bir kahvecideyiz.


“Onlardan farklı, bambaşka bir şey yaptığım için rahatım açıkçası. Babamla konuşuruz bazen bunu. Onun bir devamı gibi olsaydım çok fena bir şey olurdu. “Öyle olan çocuklara çok üzülüyorum,” der babam da. Tabii ki önemli insanlar oldukları için bunun yazılması çok hoş ama gönül isterdi ki benim hakkımda da bir şeyler yazılsın. Sanırım zamanla olur.”

Yavuz Hakan Tok: Peki bu bir yük mü yoksa bir avantaj mı sizin için?

Dilhan Şeşen: Bence avantaj çünkü müzikten anlayan bir ailem var, meslektaşız, birbirimize şarkılarımızı dinletip üzerinde konuşabiliyoruz. İlk eleştiriyi ailemden alıyorum. Anne babasıyla konuşamayan bir sürü çocuk olduğu düşünülürse bu büyük bir avantaj. Bizim aile kendini şarkılarla anlatıyor. Bu bana yumuşacık bir kalp hissi veriyor. Babam bana hep alan açmaya çalıştı, hiç zorlamadı beni. Başlarda yaptığım müziği anlamadığını ama beğendiğini söyler, saygı gösterirdi. Amcam da öyle. Ne zaman demo kayıt yapsam ona gönderirdim, “Anlamadım, demek ki çok iyi,” derdi. Tabii bir taraftan komik de geliyor. Ailede herkes müzisyen. Benim çocuğum, torunum olduğunda onlarda mı müzisyen olacak? Bu geleneği kim bozacak, bu nerede bitecek, merak ediyorum.


YHT:
Hikâyenin başına dönersek… Dilhan Şeşen müzikte şu an bulunduğu yere nasıl geldi?

Dilhan Ş.: İlkokuldayken babam bana bir akustik gitar aldı ama hiç elime almadım o gitarı. Hatta liseye kadar benim müzisyen olmayacağımı düşünmüşler çünkü pek de ilgilenmiyordum müzikle. O dönemde High School Musical vardı. Abim onun müziklerinin altyapılarını çıkarır çalardı. Bana da vokal yaptırır, babamın stüdyosunda kaydederdik. Sanki o deneyim beni müziğe doğru itti. Ondan çok yıllar sonra müzikle ilgili bir şeyler yapmaya başladım. Gümüşlük’te sahilde arkadaşlarımla çalıp insanları topladığımızı hatırlıyorum.


YHT:
Müzik dinlemekle aranız nasıldı?

Dilhan Ş.: O dönemde babam arabada sürekli Bülent Ortaçgil’in “Sen” albümünü dinlerdi. O sırada konuşmazdık ama ortak bir içsel yolculuğa çıkardık sanki. O şarkıların duygu durumunu, sözlerde ne anlatıldığını anlamaya çalışırdım. Keza Fikret Kızılok, Birsen Tezer şarkıları. Hep o olgun insan duygusallığını, melankolisini yakalamaya çalıştığımı hatırlıyorum.

YHT: O yaşların gerektirdiği ergen müziklerini dinlemez miydiniz hiç?

Dilhan Ş.: Daha önceleri dinledim ama mesela hiç metal müzik dinlemedim. O yaşlarda herkesin bir metalci dönemi olur ya. Bir ara Nirvana’ya, Deep Purple’a çok düştüm. Nilüfer dinlediğim de oldu, mor ve ötesi de. Abim Nil Karaibrahimgil’e çalıyordu, onu çok dinledim bir ara. Bir de sürekli babamların konserleri için bir yerlere götürülürdüm. Hep o ortamın içinde geçti çocukluğum.

YHT: “Kulislerde büyüdüm,” diyebilirsiniz yani?

Dilhan Ş.: Evet, kesinlikle. Kuliste iki sandalye birleştirilir, orada uyutulur, bazen okula oradan gider… Bir çocuk için zor ama orada pişiyorsunuz da bir taraftan. Bir ara aağabeyim için kurduğumuz dernekte her hafta sonu konserler olurdu. Lise dönemim neredeyse her hafta bir konser etkinliğiyle geçti. Yemeğin yapılmasından konser sonrası boş şişelerin toplanmasına kadar hep ben de içindeydim.


YHT:
Peki “Ben bu işi yapayım, müzisyen olayım,” dediğiniz nokta neresiydi?

Dilhan Ş.: Aslında hiç iş olarak görmedim galiba müziği. Şimdilerde o tarafa geçtiğimi yeni yeni hissediyorum. Sistematik bir şeymiş aslında bu. Gümüşlük’te sokaklarda çalıp para kazandığımız dönemde Burak diye bir arkadaşım vardı. Onunla “Gök Mavi” diye bir şarkımı düzenleyip bir de kendimizce klip çekmiştik. Ondan sonra provalar yapmaya başladığımızı hatırlıyorum. Ufak ufak İstanbul’da da bir yerlerde çalmaya başladık. Az da olsa para kazanıyoruz, konserden sonra bir dürüm yiyecek, taksiyle eve dönecek kadar para geçiyor elimize. Öyle başladı diyebilirim.

YHT: İlk tekli nasıl çıktı ortaya?

Dilhan Ş.: Profesyonel bir şirketle anlaştım. Sistematik bir şekilde ilerlemek gerektiğini orada öğrendim ama o kurallara yine uymadım. Yılda bir kere, kafama esince şarkı yayınladım. Oradan albüme kadar geldik.


YHT:
Albümden bahsedelim o zaman biraz da.

Dilhan Ş.: 2023 Türkiye’sinde, etrafımızda sayısız put var ama putlaştırılmış bilgilerle hareket etmenin bizi çok kısıtladığını düşünüyorum. Din algısı, cinsellik algısı, çocuk algısı, sevgi anlayışı, sevgiyi öğrenme biçimleri, aslında çok güzel bir şey olan inancın korkuyla birleştirilmesi. Okuyanların okumayanları da anlaması gerekliliği. Tüm bunların bana düşündürdüklerinden yola çıkarak albüme “Kumdan İnşa Putlarla” adını koydum. Prodüktörlüğünü Kaan Ceylani yaptı. Cihan Reşit Köse bas gitarı çaldı. Barış Ergün ses tasarımını ve ‘mix’leri yaptı. Polonya Legato Mastering’ten Marcin Bocinski de albümün ‘mastering’ini yaptı. Albümde sekiz parça var ve bu parçaların sıralamasının bir akışı var. Dinleyiciyi bir okyanusa bırakıyoruz ama oradan geri alacağımızın da sözünü veriyoruz gibi. Biraz tekinsiz. “İki kat arasında kalmış asansör” demiştim albüm için konu başlıkları yazarken. İlk kaydettiğim “Gök Mavi” ve yine eskilerden “Ay Kuşları” var. Diğer şarkıların hepsi son iki yılda yazdığım şarkılar.


YHT:
Az önce bahsettiğiniz düşüncelerinizin ve dertlerinizin albümün bütününe yansıdığını söyleyebilir miyiz?

Dilhan Ş.: Zaten albümün adı aynı zamanda albümdeki bir şarkının da adı. Diğer şarkılarda da kapalı anlatımlı birçok duygu ve düşünce var. Onları tek tek açıklamaktan yana değilim. Çünkü bir şeyleri açık açık söylemenin bir sorumluluğu, bir yükü var diye düşünüyorum. Üzerimde bana biçilmiş bir elbiseyle dolaşmak istemiyorum. Bir şeyi sırtlanıp yürümek istemiyorum. Aşırı sevgi dolu olmak, aşırı nezaketli olmak, aşırı sert olmak ya da politik olmak… Bunların hepsi bir yük. Hepsinden biraz biraz olduğumu düşünüyorum. En azından şimdilik böyle.


YHT:
Bugüne kadar yayınlanan tüm tekli kapaklarınızda ve şimdi de albüm kapağında fotoğrafınız yok. Bunun sebebi nedir?

Dilhan Ş.: “Kaçtım” şarkısı çıkacağı zaman çok güzel bir fotoğraf çekimi yaptık. Onu kapakta kullanmak üzere verdim ve fotoğraftan suratımın silinmesini söyledim. Plak şirketindekiler epey itiraz ettiler bu fikrime ama ben o fotoğrafın suratsız olmasını istedim. Bir şarkım çıktığında her yerde kendi yüzümü görmek istemiyorum. Görsel tasarım alanında bir sürü yetenekli insan var. Neden onlarla bir şeyler yapmayayım? Albümü dinletiyorsun, o da dinlediklerinden yola çıkarak bir tasarım yapıyor. Bu çok kıymetli bir şey.

YHT: Bu tercihte yüzümün yaptığım işin önüne geçmesini istemiyorum klişesi de var mı?

Dilhan Ş.: Onun zaten geçmediğini biliyorum, o yüzden rahatım. Hatta bir belediye için ‘online’ konser yapmıştık. İsmimi biliyorlarmış ama yüzümü hiç bilmiyorlardı. Bu benim çok hoşuma gitmişti. İlk zamanlarda bana yeni şarkın çıktığında bir süre tipini, saçlarının rengini değiştirme diye tembihlemişlerdi; üç ayda bir saçımın rengini, modelini değiştiriyordum çünkü. Beni kendi halime bırakın ve müziğimle ilgilenin. Evet ben de profesyonel fotoğraf çekimine girdim ama ne istiyorsam onu giydim, nasıl istiyorsam öyle poz verdim. Normalde giymediğim bir şey giyip objektif karşısına geçmem. Ben mezuniyet törenime bile gitmedim bu yüzden çünkü hayatımda hiç topuklu ayakkabı giymemiştim ve giymek istemiyordum. Ayakkabı alacağım parayla gidip altı tane dövme yaptırdım.


YHT:
Sizin kuşağınızda kendi şarkılarını yazıp söyleyen bir dolu genç kadın müzisyen var son dönemde. Sizi diğerlerinden ayıran nedir sizce?

Dilhan Ş.: Ben kafası karışık bir çocuğum ve yazdığım sözler de bu yüzden biraz çarpıktır. Anlattığım şeyler çok açık değil. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi onu hiç bilmiyorum ama arkadaşlarım bana “Burada ne anlatıyorsun?” diye sorduklarında ve şarkı sözlerimin bilmece gibi olduğunu söylediğinde çok eğleniyorum. Başkalarından farklılık noktasında ilk aklıma gelen bu oluyor. Bir kere herkesin zihni farklı, benim de farklı.  


YHT:
Ağabeyiniz Serhan Şeşen’i çok genç yaşta ve çok talihsiz bir biçimde kaybettiniz. Daha 10 yaşındayken yaşadığınız bu kayıp nasıl etkiledi sizi?

Dilhan Ş.: Hâlâ bir iletişimimiz olduğunu düşünüyorum. Sanki benim yolculuğuma yardımcı oluyor. Daha bugün oldu, çok garipti. Giyindim, aynada kendime baktım. Ayağıma kıyafetimle aynı renk bir ayakkabı giymiştim.  Bir an sanki aynada abimi gördüm. Elektrik çarpmış gibi his. O ayakkabıları çıkardım hemen. Böyle anlarda onun benimle olduğunu, aslında gitmediğini hissediyorum. Yaptığı şakalar, ses tonu, hepsi aklımda. Sahip çıkılması çok zor bir şey ölüm. O 26 yaşındaydı. Ben de 25 oldum şimdi. İnsan ister istemez kendini o kıyaslamayı yaparken buluyor.

YHT: Şimdilerde müzisyenlerin çoğu Moda’da yaşıyor. Siz de öyle. Eskiden merkez Cihangir’di, bir ara Beyoğlu’ydu. Bu biraz dünyadan uzak bir gettolaşma, klanlaşma yaratmıyor mu?

Dilhan Ş.: Evet, takıldığımız, gittiğimiz yerler belli ve kısıtlı. Herkes birbirini tanıyor. Güvenli alanımız burası. Karşıya en son ne zaman geçtim, hatırlamıyorum bile. Bu bizi ülkenin gerçeğinden uzakta tutuyor mu? Evet, tabii. Mesela hiç Beylikdüzü’ne, Avcılar’a gittiğim yok. Tekinsiz zamanlardan geçiyoruz. Herkes kendini güvende hissettiği yerde yaşamayı tercih ediyor. En azından benim yakın çevremde böyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder