Yiğit Mahzuni (Yiğit Birkan Demir), Âşık Mahzuni Şerif’in
torunu ve müzik genlerini aileden alan, 1996 doğumlu gencecik bir müzisyen.
Henüz 20 yaşındayken, 2016 yılında ilk albümü “Seni Düşündüm” ile müzik
piyasasına resmi girişini yapan Yiğit, aslında çocukluğundan beri hem enstrüman
çalıyor, hem türkü söylüyor ve dahası beste yapıyormuş.
2017 yılında yayımlanan
“Mahzuni’ye Saygı” adlı albümde Mustafa Ceceli ile birlikte “Merdo”yu
seslendiren Yiğit Mahzuni, yakın dönemde de YouTube videoları ile kendi
kitlesini yarattı.
Yiğit Mahzuni 2019 yılı Nisan ayında Dilşah Gücüm’le
birlikte “Iğdır’ın Al Alması” türküsünü caz formunda bir düzenlemeyle seslendirmişti
ki o da bir Genco Arı prodüksiyonuydu. Mahzuni’nin ILS Vision Music etiketiyle
yayımlanan yeni şarkısı “Şefaat”in düzenlemesi de Genco Arı tarafından
yapılmış.
Âşık Mahzuni Şerif denince akla ilk olarak “Çeşmi Siyahım”
gelir, “Yuh Yuh” gelir, “Dom Dom Kurşunu”, “Zalım” filan gelir de “Şefaat”
hemen gelmez. Türkü Mahzuni tarafından 1973 yılında plak yapılmıştır. Asıl adı “Dünyanın
Hesabı Ahrette” olan türkünün orijinali de dört kıtadan oluşuyor ama Yiğit Mahzuni
versiyonunda sadece ilk kıta kullanılmış. Zaten bu versiyon bir yandan Âşık Mahzuni
Şerif’in o derya deniz bilgeliğini, eşsiz ozanlığını torununun sesiyle bugüne
taşırken, bir yandan da bugünün ritim ve “sound” anlayışının izlerini sürüyor. Elektronik
dans müziği altyapılı türküler modasından daha farklı, daha incelikli bir iş
bu. Sadece bağlama sesinin kullanımındaki ustalık bile bunu gösteriyor ki bu tamamen
her tür müzik türüne çok hâkim Genco Arı’nın başarısı.
Yiğit Mahzuni ağız ya da şive yapmadan, yüksek perdelerde
dolaşmadan, çok temiz, duru ve sakin bir biçimde seslendirmiş türküyü. Böylece türkünün
içindeki derin hüzün de daha dokunaklı bir biçimde çıkmış ortaya. Kendisi de
beste yapabiliyor iken bir yandan dedesinin mirasına sahip çıkıyor olması da
ayrıca alkışı hak ediyor.
Yiğit Mahzuni ve Genco Arı işbirliği bu yolda başka işlerle
devam eder umarım. Çünkü burada geleceğe dair umut veren bir ışık var.
Fettah Can 2018’de “Kalakaldın mı?” ve “Aradığım Aşk”
adlarını taşıyan iki tekli yayımlamıştı. 2019’da Fettah Can cephesinden gelen
ilk şarkı ise geçtiğimiz günlerde CF etiketiyle yayımlandı. Söz ve müziği CF’nin
C’si Cansu Kurtçu’ya ait “Bırak Ağlayayım” adlı şarkının düzenlemesi Alper
Atakan tarafından yapılmış.
Bir dönemin en üretken söz yazarı ve bestecilerinden biri
olan, 2014 yılından bu yana dört albüm ve çok sayıda tekli ile üretimlerine şarkıcı
olarak da devam eden Fettah Can’ın kendi kuşağının birçok önemli ismi gibi bir
süredir rölantide gitmesinin anlaşılabilir bir tarafı var. Bildiğimiz, sevdiğimiz,
bin yıldır kanıksadığımız şarkı formunun sallantıda olduğu bir dönemdeyiz. O
formda şahane işler yapmış müzisyenler için de şahane işler dinlemeye alışmış
dinleyiciler için de zor bir dönem. İki tarafında motivasyonu düşmüş durumda zira.
Fettah Can’ın yeni şarkısı “Bırak Ağlayayım” da içinde alaturka
nağmeler barındıran, Akdenizli Egeli havalardan çalan hoş bir “yetişkin pop”
şarkısı. Hani efkârlı bir anınızda iki kadehinize eşlik edebilecek, ya da eş
dost bir arada demli bir sofrada bir ağızdan söylenebilecek türden şarkılardan.
Eğer her şeye rağmen bu türde şarkıların duygusuyla, etkisiyle bağınız hâlâ
kopmadıysa sözlerinin, ritminin, ud sesinin ya da Fettah Can’ın sesinin sizi
bir yerden yakalayabileceği bir şarkı.
İçinde melodi olan, söz olan, müzik olan, duygu olan
şarkılar yazmakta, çalmakta, dinlemekte direnmeli. Fettah Can direnmeli, Cansu Kurtçu
direnmeli, Alper Atakan direnmeli. Sayısal verilerin asap bozucu kurt kapanına
rağmen direnmeli. Müziğin sadece bir element, bir unsur, bir öğe olarak
kullanıldığı ve bütününü “müzik” diye tanımlamanın anlamsız kaldığı “şey”lerin
içinden başka türlü çıkmamız zor.
“İlk defa bir sanatçı
klibinde osmanlının bir padişahına yer veriyor BÜYÜK SANATÇISIN MABEL MATİZ”
“dislike atanlar fatih
sultan mehmed portresini hazmedemeyen batılı puştlar”
“Mabel matiz abimizin
bu defa ki klibi bayanların katılımı ile muhteşem bir çekim gerçekleştirmiş
olup klibin ilgi çekici figürleri ve yeni yüzleri daha da hit kazandırmıştır...”
“Dansözün memintolar
da tombiktoymuş.”
“Mabel,subliminalleri
dayamışsın,şair arka planda ne anlatmak istiyor? :)”
Yukarıdaki cümleler tahmin edersiniz ki bana ait değil; Mabel
Matiz’in yeni şarkısı “Gözlerine”nin klip altı yorumlarından birkaçı. Noktasına
virgülüne dokunmadan alıntıladım. Bunların yanı sıra yüzlerce farklı yorum da
var, merak eden okur / okuyordur zaten. Kimileri beğenilerini anlatıyor
kendince, kimileri metaforları analiz ediyor, kimileri şarkıyı bir şeylere
benzetiyor, birilerine yakıştırıyor filan…
Klip altı yorumları çoğu zaman asap bozucu olsa da aslında
çok şey anlatıyor. Müzisyenler nasıl bir kitleye hitap ettiğine, anlatmaya
çalıştıklarının nasıl ve ne kadar anlaşıldığına dair çok fazla ipucu bulabilir
bu yorumlarda. Müzisyen değilim ama bir yazar olarak ben şu ipucunu çok net
görüyorum mesela: İnternet çağında yazmak, üretmek her zamankinden daha zor
artık. Eskiden eğitimle, okumayla, görmeyle, denemeyle, öğrenmeyle şekillenirdi
insanın algısı, bakış açısı, donanımı… Şimdi sadece internetle şekilleniyor.
Oradan öğreniyor, oradan okuyor, orada görüyor, işitiyor, deniyor ve oradan
bakıyoruz hayata. Hepimizin kafası karışık o yüzden. Aslında neyi sevdiğimizi,
neyi beğendiğimizi, neyi önemseyip neyi ciddiye almadığımızı bile tam olarak bilmiyoruz.
Kimse bilmiyor. Bu dönemde yazılanlar, üretilenler de bu kaosun içinde arıyor anlamını.
Çoğu kez de bulamıyor.
Mabel’in hem şarkı sözlerinde hem de kliplerinde incelikli detaylar,
göndermeler, küçük kelimelerle kurulmuş büyük cümleler, yer yer objelerle,
kostümler ya da sadece atmosferle sembolize edilmiş düşünceler, duygular var.
Yani internet çağının kafası karışıklarını büsbütün sersem edecek şeyler… Mabel
dozu giderek arttırıyor çünkü zaman içerisinde o cesareti ve özgürlüğü buldu
kendinde. “Gözlerine” de böyle bir şarkı. Bir yanıyla hummalı bir aşk şarkısı, orta
doğulu ve oryantal; yani tam ağız tadımıza uygun ama öte yandan rahatsız edici,
dürten, çomak sokan bir tarafı da var.
Başından beri bizi Mabel şarkılarına bizi en çok ısındıran
şeylerden biri de melodilerinin kulağımıza hep tanıdık gelmesi oldu. İçinden
Barış Manço, Zeki Müren, Sezen Aksu, Ajda Pekkan hatta Türkan Şoray, Sadri
Alışık, Adile Naşit, Münir Özkul geçiyordu sanki şarkılarının. Belli belirsiz,
bir silüet, bir iz, bir anı, bir yara tebessüm, bir yara gibi… Çetrefil şarkı sözlerine,
Mabel’in çatallı sesine, zor anlaşılır diksiyonuna rağmen şarkılarının bunca sevilmesinde
o aşinalığın payı büyük. “Gözlerine” ise aşinalığın dozunu biraz kaçırıp,
doğrudan bir Erkin Koray şarkısı gibi tınlıyor. “Şaşkın”a benzediği yorumlarına
katıldığımı söyleyemem, melodik örgü, yürüyüş, ritim filan benzese de nota
diziliminin kopyalandığını söylemek haksızlık olur.
Bununla birlikte yine klip altı yorumlarında dile getirilen bir
başka hususa yüzde yüz katılıyorum. Şayet İbrahim Tatlıses hâlâ aktif olarak
piyasada olsaydı, ne yapar eder bu şarkıyı Mabel’den alır, okurdu. Ve yakışırdı
da… Tam da bu nedenlerle “Gözlerine” diğer Mabel Matiz şarkılarından ayrı bir
yere yerleşebilir ve daha uzun vadeli, daha geniş çaplı bir etki yaratabilir.
Tıpkı Sezen Aksu’nun “Rakkas”ı, Tarkan’ın “Gül Döktüm Yollarına”sı, Erkin Koray’ın
“Fesupanallah”ı gibi. Çünkü evet, bizim öyle “ömürlük” oryantal klasiklerimiz
var; modası hiç geçmeyen, hiç eskimeyen. Nasıl ki “Rakkas”ın aslında bir tuhaf
geleneğimizi, oturak alemlerini anlattığı, pistte göbek atan kimsenin umuru olmadıysa,
“Gözlerine”nin ne anlattığına da takılmayabiliriz o coşkuyla. Şarkının
bestesinde Sezen Aksu’nun da payı olması ve ilk kez bir şarkıda Mabel ve Sezen’in
ortak imzasının olması da kaderin bir cilvesi gibi düşünülebilir buradan
bakınca.
Şarkının aranjörü Sabi Saltıel ise bu sıralar yaptığı her işle
kendi çıtasını yükseltiyor. Bu şarkıda da hem eski hem yeni düzenleme ve “sound”
anlayışının bu kadar ustalıkla iç içe geçirilmiş olması tesadüf değil. Saltıel
şimdiden 2020’li yılların Türkçe müziğinde adı sıklıkla anılacaklardan olmayı
garantilemiş gözüküyor.
Ana akıma kendi müziğini kabul ettirmiş ya da kendi
müziğiyle ana akım tabirinin yanına bir soru işareti koymuş bir müzisyenin bir
gün bir şarkıyla ana akım geleneklerine selam durması ne derece gereklidir,
doğrudur? Bu bilinçli ve stratejik bir hamle midir yoksa canı sadece eğlenmek,
bu akım makım kategorizasyonlarına tekme sallamak mı istemiştir, onu Mabel’in
bundan sonra yapacaklarını görünce anlayacağız.
Daha önce de yazmıştım, bir grubun üyesi olmak bir müzisyen
için yaratıcılık alanının dışına çıkmayı bir miktar zora sokan bir şey. Kişisel
olarak her şeyi deneyebilirsiniz ama grupların kimyası buna kolay izin
vermeyebilir. Bu noktada grupla devam ederken solo işler de yapmayı deneyen çok
müzisyen var. Kimileri solo işlerinde de grupla yaptığı müziğin yörüngesinde dolaşıyor,
kimileri ise tamamen farklı sulara yelken açıyor.
Yıllardır Gripin üyesi olarak tanıdığımız, Gripin’in kimi şarkılarında
da besteci, bazen de söz yazarı olarak imzasını gördüğümüz Murat Başdoğan ilk
kez solo bir çalışmayla çıktı karşımıza. “Sen Ve Ben” adı verilmiş tekli
geçtiğimiz günlerde Eğlence Fabrikası etiketiyle yayımlandı.
Teklide şarkının “Radio Edit”, “Extended Version” ve enstrümantal
olmak üzere üç versiyonu var. Söz, müzik ve düzenlemeler Murat Başdoğan tarafından
yapılmış. “Solo” tabirinin hakkını veren bir iş bu zira tamamen “self-made” bir
çalışma, bir proje. Zaten Murat Başdoğan da Muraz ismini kullanarak bunun bir
proje olduğunu altını çiziyor. Hazır rüştünü ispat etmiş, kitlesini
kemikleştirmiş bir isme sahipken Murat Başdoğan, o ismin ve Gripin markasının
arkasına sığınmak istememiş belli ki. Bu bir cesaret ve öte yandan da bir
samimiyet göstergesi bence.
“Sen Ve Ben” Gripin müziğinden tamamen bağımsız olarak
elektronik sularda seyreden, daha genç, daha dinamik, daha modern ve başka bir
kitlenin ilgisini çekebilecek bir şarkı. Şu dönemde buna benzer çok iş
yapılıyor olsa da bu işi benzerlerinden farklı kılan müzikal derinlik ve
incelik, armonik yapı ve deneysel ses kullanımı ki kuşkusuz bu da Murat
Başdoğan’ın bunca yıllık birikiminin bir yansıması. Her ne kadar basın
bülteninde “doğu-batı sentezi” klişesi kullanılmış olsa da ortaya çıkan sonuç
klişelerin ötesinden ses veriyor.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.