Aralık ayı geldi. Müzikte 2022 yılının en iyileri, en
popülerleri ve en çok satanları bugün yarın listelenmeye başlanır. Bu
listelerin hepsinde yer alacağı tartışma götürmez bir şarkı var: “Bir Tek Ben
Anlarım”. KÖFN’ün bu şarkısı şüphesiz yılın en büyük hitlerinden biri oldu.
Salman Tin ve Bilge Kaan Etil’den kurulu KÖFN, 2018 yılının ocak ayında “Bul
Beni” teklisiyle sektöre adım atmıştı. O zamandan bu zamana yayınlanan yirmi
ikinci KÖFN şarkısı olan “Bir Tek Ben Anlarım”, ikilinin geniş kitlelerce
tanınmasını sağladı. KÖFN’le müzik yolculuğunu konuşmak üzere, plak şirketleri
Hypers’ın ofisinde bir araya geldik.
CEYLAN ERTEM – “ÇAREM BENİM”
Ceylan Ertem “cover” yapılmadık şarkı bırakmamaya ant içmiş
gibi. Bu yıl başından beri sadece iki yeni şarkısı var, onun dışında yaptığı
her şey “cover”. Bergen albümü, Yeni Türkü albümü, Haluk Levent’le üç şarkı/türkü,
yaklaşık beş hafta önce çıkmış, YouTube programlarından devşirme 17 şarkılık
bir “cover-düet” albümü derken şimdi de “Nilüfer’in “Çarem Benim”i geldi.
Söz ve müziği Şehrazat’a ait, Nilüfer’in 1992 çıkışlı “Yine
Yeni Yeniden” albümünde yer alan bir şarkıydı. Bildiğim kadarıyla o zamandan bu
zamana da hiç yeniden seslendirilmedi. Güzel seçim, ona lafım yok. Cenk
Erdoğan’ın düzenlemesi de çok güzel; şarkıyı bambaşka bir yere getirip bırakmış
ama orijinal düzenlemeyi yapan Onno Tunç’a da saygıda kusur etmemiş.
Ceylan Ertem’in kendine has bir şarkı söyleme biçimi var,
herkesin malumu. Söylediği şarkıyla hem sevişir hem de savaşır gibi. Ne var ki
her şarkıda kulağa hoş gelmeyebiliyor bu durum. Misal bu şarkıda karşısındakine
“Sen eller gibi olamazsın, sevgi doludur yüreğin,” diyen bir kadın var ama bunu
öyle bir tonlama, vurgu ve baskıyla söylüyor ki adamı oracıkta boğuvereceği
hissine kapılıyorsunuz. Bu his “Yüzüme vurma, vurma yüzüme,” kısımlarında kreşendo
yapıyor ve “Çarem benim,” güzellemesi boşa düşüyor. Hani şarkının “çarem benim”
kısımlarını “Allah’ın cezası” diye değiştirse, hiç yadırgamayabiliriz, o
derece.
Ceylan stüdyoda şarkı söylerken ben de orada olsam, sürekli
“Ceylan biraz sakin, Ceylan biraz daha yumuşak, Ceylan gevşe, Ceylan bak yine
öfkelendin, Ceylan daha az ‘vibrato’ lütfen!” diye söylenir, ha bire keserdim
kaydı muhtemelen. O vakit Ceylan beni de oracıkta boğuvermek ister miydi, onu
bilemiyorum.
SONER HAN – “AFFETTİM ONU”
Soner Han, bundan 4-5 yıl kadar önce YouTube’da Umut Kaan
Çakır’la birlikte yaptığı “cover” videolarla adını duyurmuştu. Sonra Halil
Sezai onlara profesyonel bir prodüksiyon yaptı ve 2019 yılında yayımlanan “Boş
Ver” teklisi böyle çıktı piyasaya.
O günlerde tekli hakkında yazmış ve şöyle demişim: “Gayet
olgun ve profesyonel bir iş. Çocuklar gayet düzgün şarkı söylüyor, şarkı gayet
güzel, düzenleme ona keza. Ayakları yere sağlam basan bir iş, sıkı bir
profesyonel başlangıç olmuş. Umarım böyle devam ederler.”
Onlar ikili olarak devam etmemişler ama Soner 2020 yılında
altı şarkıdan oluşan bir mini albümle solo olarak devam etmiş. Ben kaçırmışım o
ara. Yine 2020 yılında yayımlanan, Tuğkan tarafından seslendirilen ve o dönemde
bir hayli ilgi gören “Kusura Bakma” adlı şarkının söz ve müziğinin Soner’e ait
olduğu da fark etmemişim. Soner’i ya da şimdi kullandığı asıyla Soner Han’ı
geçtiğimiz hafta yayımlanan yeni teklisiyle yakaladım. Şarkıyı dinler dinlemez
“Aaa ne güzelmiş, kim bu çocuk?” dedim ve o zaman fark ettim.
2020’de yayımlanan mini albümden ve peşi sıra gelen “Kusura
Bakma” başarısından sonra Soner aynı yıl bir tekli daha yayımlamış, 2021’de de
üç tekliyle devam etmiş. 2022’yi “Kusura Bakma”yı bir de kendisi seslendirerek
açmış, ardından “Sevda” ve “Sana Giden Bulutlar” teklileri gelmiş. Geçtiğimiz
hafta yayımlanan “Affettim Onu”, Soner’in 2022’de yayımlanan dördüncü teklisi.
İlk izlenimim neyse, hâlâ o. Henüz yaşı çok genç olmasına
rağmen yazdığı şarkılar son derece olgun. Bu zamanda zor bulunan cinsten
melodik, dokunaklı, temiz şarkılar bunlar. Soner şarkı yazarı olarak adeta
‘90’lardan çıkıp gelmiş gibi. Şarkıcı olarak da öyle aslına bakarsanız. Düzgün
diksiyonla, kelimeleri eğip bükmeden, sesini burnuna hapsetmeden, açık, net ve
anlaşılabilir bir biçimde şarkı söylüyor. Üstelik şarkılarının düzenlemelerini
de kendi yapıyor ve yaptığı işe her bakımdan özen gösterdiği dinlerken kendini
belli ediyor.
Bu “rap, trap, hip hop” toz dumanı arasında dikkat çeker mi
bilmem ama uzun vadede muhakkak kendine bir yer edinecek, adından daha fazla
söz ettirecektir. Özellikle bu son şarkı, “Affettim Onu” bunun sinyallerini
belirgin bir biçimde veriyor. Mutlaka dinleyin.
YONCA EVCİMİK – “VURULA VURULA”
Yonca Evcimik’in “Günaha Davet” albümü 1998 yılında
yayımlandığı zaman hiç sevmemiştim. Albümde bir tek “Vurula Vurula” vardı
dinleyebildiğim, gerisine bir türlü ısınamamıştım. En çok da çıkış şarkısı
“Tatlı Kaçık”tan nefret etmiştim. Çok kişi benimle aynı fikirde olsa gerek ki
albüm yayımlandığı dönemde satışı kötü olmuş, ucuzluk raflarına düşmüştü.
“Abone” bombasının ardı sıra gelen “Kendine Gel”, müzikal
nitelik olarak “Abone”yi sollamış ve sonrasında “Yonca Evcimik ‘94” çıtayı daha
da yukarı çıkarmıştı. Bu albümlerde dans edip şarkı söyleyen, saçı, başı,
kostümü, tavrı ve tarzıyla farklı imajları çok iyi taşıyan, hep sempatik, biraz
çocuksu, Batılı pop-starlar ayarında bir Yonca vardı. “Günaha Davet” albümüyle
bu çizginin dışına çıkmak istemişti Yonca. Kendince haklı olabilirdi. Zira
Türkçe popta çocuksu, tekerlemeli şarkıların da modası geçmeye başlamıştı.
Nitekim ‘99’da İzel “Bir Küçük Aşk” albümüyle (ve Altan çetin marifetiyle) popta
elektronik dans müziği akımı modasını başlatacaktı. “Günaha Davet” de bir
öncüydü (tabii Kıvanch. K’nın da marifetiyle) ama biz anlamamıştık. Belki de
biraz erken bir albüm olmuştu.
Nitekim geçtiğimiz yıllarda Yonca “Günaha Davet” şarkısını
yeniden seslendirerek bugünlere taşıdı. Şimdiyse aynı albümde benim en sevdiğim
şarkı olan, söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait “Vurula Vurula”yı tekrar
hatırlatıyor.
Yeni düzenlemeyi Alper Atakan yapmış ama şarkının
orijinaline de sadık kalmış. Yeni ritim ve “sound” anlayışı kendini
hissettiriyorsa da öyle baştan ayağa değişik bir versiyon dinlemiyoruz. En çok
yadırgadığım şey Yonca’nın sesinin gereğinden fazla ön planda olması oldu.
Solistler genelde “mix-mastering” aşamasında bunu dayatırlar ama Yonca da
eşsiz, benzersiz bir ses, harikulade bir yorumcu değil sonuçta. Bunca yıldır
bunun farkında olsa gerek. Onu Yonca yapan tek başına sesi olmadı hiçbir zaman.
İmajı, dansı, doğru seçilmiş ve düzenlenmiş şarkıları, zekâsı… Bunlara okey ama
ben olsam sesimin bu kadar ön planda olmasını tercih etmezdim. YouTube
yorumlarına baktım; “Eski versiyon daha iyiydi”, diyenler çok. Bence onlara
böyle hissettiren en çok bu.
Bir de klibin ritmiyle şarkının ritmi birbirini neredeyse hiç
tutmuyor. Bir tamperaman sorunu var. Hani ritim kaçıran şarkıcıyı dinlemekte
zorlanırsınız ya, hah işte ben de o misal, klibi izlemekte zorlandım. Peki ya
zamanında şahane klipler yapmış, bu konuda da öncü olmuş Yonca’nın 2022 model
“Vurula Vurula” klibindeki Gülben Ergen tripleri nedir Allah aşkına? Yakışmış
mı hiç?
EGE KÜLSOY – “SKTRN”
Ege Külsoy’un yeni şarkısının ismini doğru telaffuz edebilmeniz
için her sessiz harften sonra bir “i” harfi getirmeniz lazım. Sonuç malum. Önce
alelade, çalakalem bir “rap” şarkısı sandım, ismi görünce. Dinleyeyim bakayım
da Twitter’da filan giydiririm şarkının adına diye düşündüm. Dinlemeye
başlayınca küfrü savuran genç adama sonuna kadar hak verdim. Yani ben aynı
durumda olsam, ben de aynı küfrü sarf ederdim. Ne bir eksik ne bir fazla. Şarkıdaki
hikâye oraya götürüyor insanı çünkü. Orada söylenebilecek tek şey de o iki
kelime. Öyle bir durumda, gündelik hayatta hiçbirimiz “Gider misiniz lütfen?” demeyiz.
Doğrudan doğruya “SKTRN gidin!” deriz.
Son dönem şarkılardaki küfür kıyamete dair çok şey yazdım
bugüne dek. Küfür de dilin, dil kültürünün bir parçası. Hayatta nasıl varsa ve
var olacaksa, şarkılarda da var olması çok doğal oysa. Ama bunu bir müzik
türünün gerekliliği, olmazsa olmazı, tuzu biberi, tadı tuzu saymak kadar da
saçma bir şey yok. Küfür kullanmanın bile bir adabı vardır. Yeri vardır, zamanı
vardır. Bu şarkıda doğru yer ve zamana denk gelmiş. Beni hiç mi hiç rahatsız
etmedi o yüzden.
Bununla ilgili bir başka şey daha söyleyeyim yeri gelmişken.
Beatles’ın “Let It Be” şarkısına Türkçe sözler yazmak gerekse bir gün, “Let It
Be” yerine ne koyarsınız hiç düşündünüz mü? Ben hiç tereddütsüz “SKTR Et!” koyarım.
Çünkü o şarkıda anlatılanların verdiği mesaj ve o mesajın gündelik
hayatımızdaki Türkçe karşılığı tam tamına o; “varsın olsun”, “akışına bırak”
filan gibi züppe laflar değil.
Ege Külsoy genç bir müzisyen. 2021’de “Aşk Dedikleri”
teklisiyle müziğini duyurmaya başlamış, aynı yıl bir de “Sorun Bende” teklisini
ve “Deniz Sevenleri” adlı ilk albümünü yayımlamış. 2022’de önce “Gecenin Bir
Vakti”, ardından “366” teklileri gelmiş. Külsoy’un geçtiğimiz günlerde
yayımlanan yeni teklisi ise bu yazının konusu olan şarkı: “SKTRN”.
Külsoy’u bu şarkıya keşfettim ama iyi ki de öyle yapmışım
çünkü daha önce keşfetseydim biraz heves kıracak şeyler yazabilirmişim. İlk
işlerinde, özellikle de albümünde henüz daha yeterince pişmemiş, yolunu
bulmamış, belli ki o vakte dek dinlediği çok şeyin etkisinden henüz çıkamamış
bir genç müzisyen adayı var çünkü. Aslına bakarsanız şu ana kadar yaptığı işler
içinde en dikkat çekici olanı bu şarkı gibi geldi bana. Bir yere oturuyor
çünkü. Tavır olarak “old school rock”tan besleniyor, gitar tonları, vokal stili
oralardan geliyor gibi… Ama dili genç, sözü bugüne ait. Meşhur
“rock”çılarımızın hepsi yaşını başını aldı, hatta epeydir de saldı (kafiye
olsun diye değil.)
Sektörün bu alandaki boşluğunda Ufuk Beydemir ve Batu
Akdeniz gibi kendini gösterebilen, sıyrılabilen kaç kişi var ki birkaç yıldır?
Ege Külsoy bu anlamda ciddi ciddi umut vaat ediyor. “SKTRN” gibi bir şarkıdan
bu çıkarıma nasıl vardığımsa benim meslek sırrım olarak kalsın.
Sıla - "Şarkıcı"
Onu ilk tanıdığımızda Mardin’in sarı sıcak topraklarından
tütüyordu sesi: “Can perperişan, eşim dostum uyansın!” İsmiyle aynı adı taşıyan
dizinin Sezen Aksu tarafından yazılmış jenerik şarkısını söylüyordu. Biz
dizinin töresiydi, ağasıydı, kanlısıydı oyalanadururken Sıla (dizideki Sıla
değil, dizinin şarkısını söyleyen Sıla) geceleri dizi seyretmek yerine kulüp
kulüp gezen tayfayı çok başka bir şarkıyla tavlamıştı bile: “Sözünden dönen
namert çıksın, bizde böyle bundan sonra…” Hatta “biiip…üne güvenen şöyle
gelsin,” de diyordu şarkının bir yerinde. Şarkı çok tuttu, o günlerde her yerde
çalındı ama Sıla’nın asıl cevherinin ağır romantik şarkılarında saklı olduğu ilk
albümünü dinledikçe ortaya çıktı.
KÖFN - "Bir Tek ben Anlarım"
Yakın zamana kadar popüler müzik dinleyicisi için öncelik
şarkıcıdaydı. İyi bir şarkıcı, etkileyici bir ses her hâl ve şartta iş yapardı;
kötü şarkıları bile dinletebilir, sevdirebilirdi. Evrilen teknoloji, değişen
müzik dinleme alışkanlıklarımız her şeyi tepe takla ettiği gibi şarkıcı odaklı
beğenilerimizi de tersine çevirdi. Şarkı odaklıyız artık. Şarkıcının kim
olduğunu merak etmeyecek kadar da ileri gidebiliyoruz üstelik. Bir gecede
meşhur olmak, şandan şöhretten sokakta yürüyememek, başının üzerinde ansızın “star”
halesinin konduruluvermesi gibi şeyler hiç kolay değil artık.
Bu yüzden bana fikir soran genç müzisyenlere hep şunu
tavsiye ediyorum: Çıkardığınız her şarkıyı, yaptığınız her albümü, çektiğiniz
her klibi, çıktığınız her konseri milyonlar dinliyor / izliyormuş duygusuyla
hareket edin. Varsın yüz kişi dinlesin, varsın kapıda kırk beş bilet satılsın. Günün
birinde sahiden milyonlar dinlediğinde / izlediğinde hissedeceğiniz sorumluluk,
o hem cesaret veren hem kemiren endişe ve bir sonraki işiniz için
göstereceğiniz titizlik ve ciddiyet ne olacaksa, üçler beşler dinlediğinde /
izlediğinde de o olsun. O olsun ki bir gün geriye dönüp baktığınızda yüzünüzü
buruşturmayın, bir gün sizi keşfettiklerinde ve geriye dönüp baktıklarında
yüzlerini buruşturmasınlar.
Daha önce de yazdım; Salman Tin son dönemin en iyi şarkı
yazarlarından biri. Başından bu yana yayımladığı her şarkıyla bunu
gösteriyordu. Hem solo şarkıları hem Bilge Kağan Etil’le KÖFN olarak kaydettiği
şarkılar, iki farklı anlayışla, iki ayrı koldan Salman Tin müziğine dikkat
çekti. 2018’den bu yana üst üste konulan işlerde tek boş yoktu ve haliyle günü
gelince bir patlama kaçınılmazdı.
İşte geçtiğimiz mart ayında yayımlanan KÖFN şarkısı “Bi’ Tek
Ben Anlarım” o patlamanın fitilini ateşledi. Şimdilerde hem KÖFN hem de Salman
Tin şarkıları daha önce hiç olmadığı kadar revaçta. Ve evet, geriye dönüp
2018’den beri yapılmış şarkılara baktığımızda da yüzümüzü buruşturmuyoruz.
Salman Tin’in kendine has bir dili, bir söz cambazlığı, yerelden
(dozunu abartmadan) beslenen bir melodi zenginliği var. Bilge Kağan Etil’in
düzenlemelerindeki güncel ve modern “sound”, ucuzluğa kaçmadan sade,
gösterişsiz ama ihtişamlı olabilmenin mümkün olduğunu gösteriyor. İkilinin
başından beri video klip yönetmenliğini yapan Samet Eruzun ve Ümit Şahin’in
kliplerde yarattıkları esprili ve absürd atmosferin süreklilik taşıması da
zekice bir plan. (İlk kliplerden birinde benim bile tufaya düşüp “Bu çocuklar
da kamera karşısında pek acemi,” yazmışlığım var.)
Şarkı çıkalı neredeyse üç ay olacak. Ne zaman, nerede
kulağıma çalınsa, hangi “playlist”te karşıma çıksa, yandım Allah gün boyu
düşmüyor dilimden. Yapışıp kalıyor. KÖFN konser videolarına bakıyorum. Cayır
cayır tam tekmil eşlik ediyor herkes. O bir vakitler BPM sayan radyolar bile
çala çala liste başı ettiler şarkıyı haftalardır. Fazla söze gerek yok; buna
“hit” deniyor.
Bu arada yazmadan geçemeyeceğim. KÖFN’ün bağlı olduğu
Hypers, belli ki bu şarkıyı Zeynep Bastık üzerinden “promote” etmeye çalışmış.
Şarkı 18 Mart’ta yayımlanıyor, 19 Mart’ta Bastık’ın Bostancı Gösteri Merkezi
konserine KÖFN konuk oluyor ve birlikte bu şarkıyı söylüyorlar. Sonra hooop 31
Mart’ta Bastık’ın YouTube kanalında bu şarkının yine birlikte söyledikleri
akustik videosu yayınlanıyor. Sonuç? Bu yazının yazıldığı gün itibariyle
KÖFN’ün videosu sekiz milyonu aşmışken, Bastık’ın kanalındaki video dört buçuk
milyondaydı. Tweet bu kadar.
Evdeki Saat - "Huzursuzluğun Meyvesi"
Müzik yapan da dinleyen de çok ama müzik okuyan pek kalmadı
malum. Ona mukabil yazan da kalmadı gibi. Sosyal medya duyuruları, basın
bültenleri cümleleri, Spotify kategorizasyonları ve Zorlu PSM ilanları arasında
sıkıştık kaldık. Onlarla tanımlanıyor kimin nasıl müzik yaptığı, ne yaptığı.
Haliyle onlar da tarafsız, analitik, eleştirel, geniş açılı, diyalektik bakış
açıları sunmuyor okuyana.
“Üçüncü Yeniler” deniyor mesela. ‘70’lerden bu yana Türkiye’de
üretilen müziğe şahit olmuş, öncesini de araştırıp öğrenerek hatmetmiş biriyim
ya, ister istemez “E bunun ikincisi, birincisi neydi ki?” diye düşünüyorum.
Şiirdeki “İkinci Yeni”nin bir uzantısı olarak kullanıldığını biliyorum
bilmesine ama Edip Cansever’i, Turgut Uyar’ı, Cemal Süreya’yı, Muzaffer İlhan
Erdost’u filan sarı sayfalı popüler “edebiyat” dergilerinin posterine,
çıkartmasına, hatta çantasına dönüştürmüş zamanın ruhuna alışamamışım ki daha, ona
alışayım.
Her dönem yaldızlı cümleler, havalı tabirlerle yeni yeni
müzik türleri icat ediliyor. Her dönemin genç kuşağı böylece kendinden önceki
kuşakların dinlediklerini dinlemiyor olmanın gönül rahatlığıyla süregelene kafa
tutmanın, düzeni değiştirmenin ve kendi dilini icat etmenin o sadece ama sadece
genç yaşlarda yaşanabilecek hazzına eriyor. Bütün tekamülün altında saklı
tekerrürün farkına vardığındaysa zaten artık genç olmuyor. İstisnalar asla
kaideyi bozmuyor. Eşyanın tabiatı hükmünü sürüyor.
Evet, özellikle Yüzyüzeyken Konuşuruz, Adamlar, Büyük Ev
Ablukada gibi (bir dönem tuhaf isimli gruplar şeklinde kategorize edilen)
grupların başı çektiği bir tayfanın şarkılarındaki alegori, ironi ve metafor
sağanağının İkinci Yeni’yle benzeşen bir tarafı yok değil. Ama bir Üçüncü Yeni
icat edeceksek şayet, Murathan Munganları, Küçük İskenderleri ve ardıllarını nereye
koyacağız? Şarkı sözü şiiri nereye kadar, ne kadar ikame edebilir ki? Niye
etsin ki? Devrini doldurmuş düşünceler, modası geçmiş endişeler mi yoksa
bunlar? Kafam karışık.
Şöyle ya da böyle müziğin, özellikle de şarkı sözlerinin
uzunca bir süre içinde boğuştuğu
“aşk-ihanet-gözyaşı-drama-kin-intikam-nefret-atar-gider” sarmalından
kurtulmamıza ve şöyle bir rahat nefes almamıza vesile oldukları için yukarıda
saydıklarım ve benzeri genç gruplara, şarkı yazarlarına minnet borçluyuz. Gerçi
aynı dönemde yükselen “rap” o sarmalın daha keskin ve küfür kıyametlisini
musallat etti başımıza (incelikli ve zeki olanı, yani az birazı hariç) o ayrı
mesele ama söz konusu grupların müziğini o yapay ve sevimsiz kategorizasyonların
arasından çekip çıkarıp da dinlerseniz, içiniz epeyce ferahlıyor.
İşte Evdeki Saat de böylesi nefes aldıranlardan biri. Yakın
dönemin yükselen değeri Evdeki Saat. Ta 2014’ten bugünlere dek gelen bir zaman
aralığında, adını yavaş yavaş duyuran, yerini yavaş yavaş sağlamlaştırıp
müziğini yavaş yavaş benimseten Evdeki Saat, şimdi geldiği yerde ziyadesiyle tanınır
olmanın, ne yapsa dinlenir olmanın tadını çıkarıyor muhtemelen.
Kimi zaman grubun belkemiği kimi zamansa tek başına bizzat
Evdeki Saat’in ta kendisi olmuş Eren Alıcı, daha öncesinde birtakım kayıtlar
yapmış, bunları çeşitli mecralardan yayımlamış da ama Evdeki Saat ismiyle
yayımlanan ilk kayıtlar 2014 yılına denk geliyor. 2014’ten 2017 Nisan’ında
yayımlanan “Bizi Orada Arama” adlı ilk resmi albüme kadar gelen süreçte yapılmış
kayıtlardan sadece “Eski ve Tozlar İçinde” adlı şarkı var Spotify’da. Geriye
kalan 17 şarkıysa Evdeki Saat YouTube hesabından dinlenebiliyor.
Yani Evdeki Saat’in resmi macerası “Bizi Orada Arama”
albümüyle başlıyor denebilir. Aslında müziğindeki evrim de tam olarak bu
albümden sonra başlamış. O zamana dek “soft-rock” ya da “pop-rock”
diyebileceğimiz türde, akustik kaydedilmiş şarkılar var Evdeki Saat
diskografisinde. 2018 Ocak ayında yayımlanan ilk tekli “Yanlış Var”dan
başlayarak Evdeki Saat’in müziği elektronik altyapılı “synth pop”a dönüşmüş.
“Rock” furyasının egemen olduğu dönemde müzisyen olmaya
heves eden gençlerin büyük yüzdesi “rock”çı olmak üzere çıktı yola. Onlardan
öncekiler popçu olmaya yeltenmişti, daha eskileri tavernacı, arabeskçi, türkücü
vs… İnternet teknolojisi dünyayla birebir entegre etti ya bizi, artık özenilen
kişiler doğrudan sınırların dışından. “Rock”çı olmak isteyenin örneği Teoman,
Şebnem Ferah, Duman filan değil artık (sahi bir ara bütün genç “rock”çılar
onlar gibi söylüyordu.) Türlü çeşitli ülkelerden türlü çeşitli alternatif
gruplar ya da şarkıcılar, kimi zaman büyük kimi zamansa çok küçük isimlerin
farklı müzik türleri ilham veriyor Türkiye’deki genç müzisyenlere.
Gelin görün ki yolumuz yine dönüp dolaşıp popla kesişiyor. “Pop
bitmez. Kendisine alternatif üretilen türleri içine alır, yutar ve yoluna devam
eder,” dediğimde “Olur mu öyle şey?” diyenler olmuştu. Bu benim kişisel öngörüm,
kehanetim değildi oysa; hayatın doğal akışıydı. Nitekim yine şaşmadı. Alternatif
sahnelerde müzik yapanların çoğu o yaldızlı cümlelerin, havalı tabirlerin bilet
sattıran, link tıklatan cazibesinin gölgesinde bir dönemin pop müziğine göz
kırpar oldular nicedir. Türkiye’de alternatif müzik denilen şey ‘80’lerde Depeche
Mode, a-ha, Alpahaville ve hatta Modern Talking gibi bayıldığımız, kimisini
hafife aldığımız grupların ve dahi ‘90’lar Türk popunun kaotik atmosferinin bir
retrospektifine dönüştü.
Kötü bir şey mi bu? Bence değil. Bilakis ben kulağıma aşina
geldiği için pek seviyorum “synth pop” tınılarını. Hele bir de birebir yurt
dışındaki örnekleri “copy paste” edilmiyor, içinden ince ince yurttan sesler
geçiriliyorsa bayılıyorum. Tıpkı Evdeki Saat’in yaptığı gibi.
Yerlileşememiş hiçbir müzik türü uzun vadede kalıcı olmaz,
olmadı bu memlekette. Anadolu-“rock” boşuna türemedi. Seattle “sound”, Kadıköy
“sound”a boşuna evrilmedi. Alaturka makamlar popa durduk yere girmedi. Rap
boşuna arabeske bulanmadı. Say say bitmez.
Evdeki Saat 2018’de beş tekli, 2019’da dört tekliyle yoluna
devam etmişti. Ancak onca kalabalık arasından öne çıkması, pandemi döneminde
Bartu Küçükçağlayan ve Melikşah Altuntaş’ın “Mücbir Sebepler” adını verdikleri
Instagram canlı yayın serisi sayesinde oldu. Her gece on binlerin izlediği o
yayınlarda o günlerde yeni yayımlanmış “Uzunlar” şarkısının çalınması, Evdeki
Saat’i daha önce hiç dinlememişlerin gözünü, daha doğrusu kulağını açtı. O
şarkı değil de başka bir şarkı çalınsaydı ne olurdu onu bilmiyorum. Bir gün
doğru iş, doğru yer ve doğru zamanla kesişir ve başarı hikayeleri genellikle
böyle başlar. Burada da öyle bir şey oldu. Hesapsız, kitapsız, plansız ama
doğru bir kesişme “Uzunlar”ı dillere düşürdü.
Arzu etsin, amaç etsin, hedef kabul etsin ya da hiçbirini
etmesin; “şan-şöhret-para” üçgeni üretenin hem başarı göstergesi hem de laneti oluyor
eninde sonunda. Bin yıldır böyle bu. Tanınırlık, bilinirlik ve dinlenirlik, yapmak
istediklerinizin daha fazlasını, daha cesurunu yapabilmek için bir konfor alanı
yaratıyor üretene. Ve sizi her an içine çekmeye hazır tuzak da o konfor
alanının tam orta yerinde duruyor:
“Ya bundan sonra yapacaklarım bunun kadar ilgi görmezse? Ya
yakaladığım ivmeyi sürdüremezsem? Ya 'Uzunlar' sönerse?”
O saatten sonra bu ve benzeri kaygıları hissetmeden yola
devam edebilmek kolay değil. Çoğu zaman üreteni tökezleten de bu oluyor. Neyse
ki Evdeki Saat “Uzunlar” eşiğini kazasız belasız atlayıp geçti. Daha “funky”
tınılar içeren “Kötü Zamanlar” ve “Dibi Ne Kadar”la 2020’yi verimli kapattı, müziğinin
çizgisi daha belirgin hale getirdi.
2021’de yayımlanan “Hiç Uyanmasam” ve “Zaman Mekân”, melodik
açıdan zengin, ritmik açıdan kulağı kolay yakalayan şarkılardı. Tabii ki tüm bu
şarkıların hiçbiri bir “Uzunlar” sayısal başarısı getirmedi ama Evdeki Saat’i
geriye de düşürmedi.
2022’yi ise gelecek yeni bir albümden teklilerle karşıladı
Evdeki Saat. Önce “Sarmaşık”, sonra “Rüyadasın”, ardından “Sustum” teklileri ve
nihayet “Huzursuzluğun Meyvesi” adı verilmiş albüm geçtiğimiz günlerde
yayımlandı. Aslında “Selahattin Sarıkaya Şarkıları” projesinden bir parça olan
“Adana Köprü Başı” ise aynı gün hem albümün bir parçası olarak hem de bağımsız
bir tekli olarak listelere girdi. Yedi şarkılık albümün üç şarkısını önceden dinlemiş,
bir “cover”ını da albümle eşzamanlı olarak karşılamış olduk böylece.
“Adana Köprü Başı” çok kişinin anonim türkü bildiği bir
Selahattin Sarıkaya bestesi. Evdeki Saat’in bugüne dek yayımladığı işler
arasında hiç “cover” yok; en azından resmi kayıtlarında yok. Bu anlamda zaten
ters köşe bir iş. Şayet bir saygı albümü işi olmasaydı da akla gelir miydi bu
şarkıyı “cover”lamak, ona emin değilim. Ve fakat acayip bir şey olmuş.
İtiraf
edeyim, bir zamanların Anadolu-popunu üzerine bugüne dair hiçbir şey koymadan karbon
kopya taklit eden grupları hiç sevemedim. Misal herkesin ayılıp bayıldığı Altın
Gün bana pek bir şey ifade etmiyor. Barış Mançoların, Moğolların, Cem
Karacaların, Seldaların ve dönemdaşlarının o zamanın imkânsızlıkları içinde
kanla başla yaptıkları kayıtlar taş gibi duruyor hâlâ. Zamanında zaten
dinlemişim, şimdi de dinlerim. Barış Manço, Cem Karaca hayatta değil diye bu
tür müziğin en büyük pazarı haline gelen yurt dışı festivallerinde onların
müziğini çalacak gruplar icat etmenin bende bir karşılığı yok.
Fakat Evdeki Saat’in “Adana Köprü Başı”nı çok sevdiğimi
söyleyebilirim. Evdeki Saat, türkü formundaki bu besteyi Anadolu-popun etinden
sütünden bir şekilde istifade eden pek çok genç gruptan, müzisyenden daha
zekice, daha yaratıcı, daha parlak bir biçimde kendine uyarlamış. Yeni bir şey.
Heyecan verici.
Buradan mı yola çıkıldı bilmiyorum ama albümde bu türküden
hemen önce dinlediğimiz “İyi Nöbetler” de ılgıt ılgıt Anadolu kokuyor. Hem de
halk edebiyatı cümlelerinden şarkı sözü devşirmeden, günün ifade biçimiyle
cümleler kurarak. Bence önemli bir ayrım bu. Bu arada daha ilk dinleyişte
şarkının nakarat kısımlarında “Hadi hadi yandan,” diyesiniz geliyorsa da işin
aslı o da otantik bir melodik kalıp, “Namus”un bestecisi Arto Tunçboyacıyan’ın
özgün bestesi içinde Anadolu’ya gönderdiği bir selam. Sorun yok yani.
Şarkı sözlerinde kare kare fotoğraflar çeken “Böyle İyiyim”,
sakin ve kırgın bir aşk şarkısı. Şarkıya klip çekilmesine hiç gerek yok. Klibi
kendi içinde saklı çünkü. Bu arada bu şarkı da aslında 2018’de akustik bir
kayıtla Evdeki Saat’in YouTube kanalında yayımlanmış.
Evrensel bir “sound”a yerel motiflerin iğne oyası gibi işlendiği
“Sarmaşık”, buzuki ve bağlamanın ahbap renkleri, ‘70’ler stili vokalleri ve “funky”
yürüyüşüyle dinleyeni çabuk kavrayan bir başka şarkı. Tekli olarak
yayımlandığında da çok sevdiğim “Rüyadasın” ise albümdeki favorim. Hani Nükhet
Duru “Uzunlar” çok popüler olunca aldı söyledi, “Uzunlar” ve Duru’yu aynı cümle
içinde kullanmayı aklına bile getiremeyecekleri şaşırttı ya… Keşke Ajda da alsa
“Rüyadasın”ı söylese diye geçirdim içimden ilk dinlediğimde. Öyle de buram
buram Ajda “vibe”ı tüten bir şarkı.
‘80’leri bizzat yaşayıp görmüşlerin o yılları üç saniye anımsadığında
kendiliğinden çalmaya başlayan şarkılar, döndü dolaştı bugünün müziğine ilham
oldu dedim ya yukarılarda bir yerde. Tam olarak böyle demedim gerçi ama demeye
getirdim. Hah işte mesela al Evdeki Saat’in “Eksildi İçimizden”ini ver Pet Shop
Boys’a söylesin. Oralardan bir yerlerden çıkıp gelmiş bir “sound”, elektronik
dans müziğinin o günlerden bugünlere eskimemiş, her dönem kendini yenileyerek
tekrar etmiş ritimleri ve pekâlâ bir gitarla da çalınıp söylenebilecek, “basic”
bir melodik yapıyı sürükleyen anlamlı şarkı sözleri.
Bir Ekşi Sözlük yazarı albümün açılışında yer alan “Sustum”u
Empire of The Sun’ın “We Are The People”ına benzetmiş. Benzemiyor dersem yalan
olur. O benzerliği bir kenara koyar da şarkının sözlerine bir göz atarsak, albümün
adının en çok bu şarkıda saklı olduğunu söyleyebiliriz.
‘70’lerin toplumcu söylemleri ‘80’lerde bireysel bunalımlara,
‘90’larda eğlenceye vurmuştu kendini. Yakın geçmişte hem gelişen teknolojilerin
hem de üstüne tuz biber pandeminin bizi getirdiği ruh hali, yalnız olma, yalnız
kalma halini korkulacak ve hüzünlü bir şey olmaktan çıkarıp bir tercihe
dönüştürdü. Bir zamanların bireyciliğiyle bunun arasında kocaman bir fark var. Çünkü
artık sosyal medya sayesinde yalnızken de kalabalıklara karışmak mümkün. Kimseyle
yüz yüze gelmeden kavga edebilir, dövüşebilir, âşık olabilir, flört edebilir, uzun
uzun fikir alışverişinde bulunabilir, birileriyle dost ya da düşman olabilir ve
günün sonunda üstünüzü başınızı hiç kirletmemiş olarak yatağa gidebilirsiniz.
Bu durum şimdilik bir lüks gibi dursa da aslında yaşadığımız
zamanda ülkenin içinden geçtiği koyu karanlıkla hem çok ilgili hem de çok
ilgisiz olarak üzerimize çöken huzursuzluğun da asıl sebebi. Nitekim son dönemin
genç şarkılarında sıklıkla bu huzursuzluğun izlerini sürebiliyorsunuz. “Sustum”
böyle bir şarkı. Aslına bakarsanız “Huzursuzluğun Meyvesi” bütün dans
ritimlerine, yüksek enerjisine rağmen böyle bir albüm.
Bu arada “Huzursuzluğun Meyvesi”, Twitter’da Cihat Akbel
isimli kullanıcı tarafından atılan bir “tweet”e ithafen konulmuş bir isimmiş ve
söz konusu “tweet” şöyleymiş: “Hiçbir zaman huzuru bulacağımı düşünmüyorum
fakat artık bu huzursuzluk meyvesini vermeli.”
Albümdeki düzenlemelerde Eren Alıcı, Yüce Akın, Bahadır
Kartal, Kaan Ceylani ve Kerem Demirayak’ın imzalarını görüyoruz. Kapak tasarımı
ise Afterworks tarafından yapılmış.
Günün müzik pazarlama stratejistleri albüm yapmayı hiç ama
hiç önermiyor. Dijital platformlar zaten albüm yapılmasın da sirkülasyon
hızlansın diye müzisyenleri sıkboğaz ediyor. Türkiye’de müzik zaten hiçbir
zaman gerçek anlamda bir sektöre dönüşmediği için bu yeni düzen en çok bizim
müzisyenleri vuruyor. Yoksa müziğin bacasız sanayi olduğu ülkelerde hâlâ çatır
çatır albüm yapılıyor. Sözün kısası albüm yapmadığı ya da albüm niyetine üçer
beşer şarkılık işler yaptıkları için müzisyenlere kızmak haksızlık olur. Yine
de bunca birikimin ardından yapılmış bu albümün en azından on şarkı olmasını isterdim
kendi adıma. Bir “boomer”lık etmeden yazıyı bitirecek değildim herhalde.
Hakkımda
Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.
Bu Hafta Çok Okunanlar
-
(Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.) 1997 yılında bir vesileyle Pre...
-
SEVGİLİYE (B YÜZÜ) “Sevgiliye” albümü bir taraftan çok beğenilir ve büyük satış rakaları yakalarken, bir taraftan da eleştirilere...
-
“YOKSA EMEL GERÇEKTEN KEZBAN MIYDI ?” Sene 1994. Aylardan Kasım. Sabah saat yedi, bilemediniz sekiz. İsli puslu, ıslak, insanın ...
-
Seninle Üç Dakika 1975 - 2. Bölüm Bir Ekmek Parası Şenay & Şerif Yüzbaşıoğlu Evet, ihtisas jürisi kadar halk oyları da e...
-
"BAZEN SIĞ, BAZEN DİBİ YOK" Hande Yener albümleri/şarkıları hakkında yazmayı seviyorum, o belli. Neredeyse her albümünü yazmışım. ...
Arşivden
-
Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
-
MABEL MATİZ - "FATİH" “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
-
ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
-
"Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
-
MUSTAFA BOZKURT – “YOL” Esinlenme, etkilenme, ilham alma, sanatın her dalında bir çıkış noktası olabilir. Önünde bir örneği, daha önce yap...